“Onun kalbi atınca benimkini de hareket ettiriyor sanki. Birbirine bağlı iki tekne gibi; halatı kesmek istesem de onu kesebilecek bir bıçak yok hiçbir yerde. ” / Bağımsız Organ (sy: 112)

Nasıl başlamış ve sona ermiş olursa olsun her aşk, hatta hiç başlamadığı için sona da ulaşma şansı bulamamışlar bile, şöyle sağlam bir ağıtı hak eder, diye düşünüyor ve başkalarının ağıtını içimizde hissedebileceğimizi düşünüyorsak ezgisini zihnimizden kendimizin ekleyeceği yedi ağıt var karşımızda: Haruki Murakami’nin, “ Kadınsız Erkekler “i.
Kadınsız Erkekler’deki yedi ayrı öykünün ortak noktalarından biri, aşkı kaybetmişliğin, acı gibi görünmeyen acının dikkatlerden kaçırılmak istenir gibi mırıldanıp durması satır aralarında. Sıradan, sessiz ve sakin bir yaşamı seçmiş veya seçmek zorunda kalmış yedi ayrı adamın fısıltısı gibi okunabilir her bir öykü.Yitirmiş ve yitirilmişlerin, geride bırakma serüvenini görebiliriz biraz daha dikkatli bakabilirsek öykülerin arka planına. Kimi kahramanlarının, “ ölümcül hastalık “ olarak tanımladıkları aşk’tan uzak kalma çabalarının, ucunda leziz bir yem sallanan oltanın etrafında yüzüp durmaktan kendini alamayan balıkların kaderiyle ortaklıklarını gözümüze soktuğu öyküler sunmuş Murakami. Bazı kahramanların büyük bir sükûnetle karşıladıkları ayrılığın acısını yaşamayı reddedişlerinin bedelini ağır ödeyeceklerini öykülerin en başından hissetmemizi sağlarken, yine de o bedellerin ağırlığı karşısında şaşırabilmemizi mümkün kılmış kurgunun ve elbette söz’ün gücüyle. Kitaptaki öykülerin hüzünlü bir şarkıyı çağrıştırdıklarını ama yazarın ezgiyi bulup çıkarmayı okura bırakmış olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Birkaç öykü, Beatles şarkılarıyla adlandırıldığı için belli bir adres gösterir gibi dursa da, bence, her okur kendi şarkısını ekleyebilsin diye açık bırakılmış öykülerin fonu. Öykülerin okurun zihninde, uzun süreli bir estetik hazza dönüştürenin, her bir metnin içine abartılı bir duygusallığa kaçmadan yerleştirilmiş olan’ın yok’a dönüşmesinin acısının özdeşleşmeye imkân tanımayan bir dille anlatılmış olması. Belki başka okurlarda farklı bir etki yaratabilir; ama ben, öykülerin hiçbirinde kendime dair bir acıya rastlamadan, onlardan herhangi birini anımsamadan başkasının acısına şahit olma, o acıyı anlayabilme dolayısıyla doğal bir estetik değer yakalayabilme şansı bulduğumu düşündüm. Bana göre kitaptaki öyküleri değerli kılan buydu.
Kitapta yer alan yedi öykü de kendi içinde çok başarılı olsa da bence dikkat çekici olanları Kino ve Şehrazad adını taşıyan öykülerdi. Her iki öykü de kurgudaki başarı ve anlatımın sadeliği ile okuma hazzını üst seviyeye taşıyan nitelikteler. Önceki yaşamında Bofa balığı olduğuna inanan ve her sevişme sonrası kahramanımıza akıl almaz hikâyeler anlatan bir kadının varlığı ve yokluğunun öyküsünün anlatıldığı “Şehrazad “, sıradan gibi görünenin sakladığı sırlara ortak oluşun şaşkınlığını başarıyla anlatmasıyla önem taşıyor bende. Kino, acıyı yok saymanın bedelini ağır ödeyen bir adamın öyküsü olarak, kitaptaki öyküler içinde mitolojik ve fantastik öğeleri ustaca kurguya yedirmeyi başarmış tek öykü. Etkileyiciliği, kaçışın anlamsızlığı ve yüzleşebilmenin gereğini vurguluyor olması, diye düşünmüştüm ilk okuduğumda. Okumadan günler sonra fark ettim ki, öyküyü önemli kılan gerçeküstünün gerçeğe yeğliğinin, insanı tahrik eden şarkısını gizliyor olmasıymış içinde.
Kitaptaki sürpriz öykü ise, bir sabah Gregor Samsa olarak uyanan böceğin hikâyesi. Tersine kurgulardan hoşlananların, karşılaştığı ilk ve tek kadın olan kambur bir çilingire umutsuzca ama daha çok bilinçsizce âşık taze Samsa’nın insanlaşma, özellikle de “ erkek”leşme serüveninden keyif alacaklarını düşünüyorum.
Bir kadını yitirmek, tüm kadınları yitirmek demek, diye yazıyor kitabın arka kapağında. Öyküleri okudukça anlıyorsunuz ki, yalnız erkekler değil kadınlar için de acı verici bir handikap bir kadını yitirmenin, tüm kadınları yitirmek anlamına gelmesi.
Kadınsız Erkekler
Haruki Murakami
Türkçesi, Ali Volkan Erdemir
Doğan Kitap