“Başka insanların gözleri hapishanelerimiz; düşünceleriyse kafeslerimizdir.”
Virginia Woolf
Aynam olur musun benim, “bana güven” oyunu oynasak seninle? Göremediklerimi gösteren. Kendi gözlerimle göremediğim yüzümü mesela. Ya da karanlıkta kalanları, bilemediklerimi, algılayamadıklarımı. Sırrımı saklayabilir misin, sırrı dökülmemiş pürüzsüzlüğünde. Ayna olsan bile bana, neyi göreceğime karar veren ben olacağım. Aynadaki aksine bakan, baktığını gören, gördüğüne anlam katan benim gözlerim olacak. O zaman, Gözlerim ol benim. Sanki körmüşüm gibi, bir körlüğün içine düşmüşüm gibi. Hatta herkes, tüm şehir bir körlüğün içine öylece düşüvermiş gibi. Bir anda, araba kullanırken mesela. Yeşil ışığı beklerken aniden körleşen bir adam ve o adamın gittiği göz doktoru ve sonra bir diğeri ve öteki. Herkes bir karanlığın içine düşünce, görebilen bir tek sen olsan? Senin gözlerinle ve ifade ettiğin şekilde tanımlanabilse her şey? Hiç kimse göremezken, bir tek sen kalsan baktığını görme şansına sahip olan?
Bazı kitaplar vardır ki bambaşka dünyaların kapılarına getirir bizi. Yeni bakış açıları kazandırır, farklı bir gözle görmemizi sağlar çevremizi. Ve anlarız ki bakmak yeterli değil görmek için. O ana kadar göremediklerimizin ayırdına varır, körlüğümüze şaşarız. Bakmak görmekten, görmekse anlam yaratabilmekten çok farklıdır. Bakıp da göremeyen ne çoktur hayatta. Gördüğünü zanneden yığınların yaşadığı ‘körlük’ ise ne derin bir metafordur sonuçta.
Körlük, insanoğlunun tüm kör noktaları üzerine yazılmış bir başyapıt denilebilir. Portekizli yazar Jose Saramago, simgesel bir yolculuğa çıkarıyor Körlük romanında. Karanlık bir dünyanın içine çekerek gözlerimizi açıyor. “Bakabiliyorsan gör. Görebiliyorsan, gözle” cümlesiyle başlarken romana, görmenin ve körlüğün üzerine dipsiz bir ormana adım attığımızı hissettiriyor. Bizim oyunumuzdaki gibi, bir adam arabasıyla yeşil ışığı beklerken aniden körleşiyor. Sonra gittiği göz doktoru, araba çalan bir hırsız, yoldan geçen bir kadın, başka bir adam, öteki kadın… Bir körlük salgını başlıyor daha önce hiç görülmemiş şekilde. Koca şehirdeki herkes hızla yayılan bir salgının kurbanı haline geliyor. Hem de karanlık yerine beyaz bir körlüğe, beyaz bir ışığın içine düşerek. Tek bir kişi dışında. Bir tek göz doktorunun karısı kurtuluyor bu salgından. Bunca kurbanın arasında aykırı olmamak, zarar görmemek adına kocası dışında kimseye söylemiyor görebildiğini. Belki de görmeyenlerin kapatıldığı karantina hastanesinde kocasıyla kalabilmek adına gizliyor farklı olduğunu, kim bilir. Sadece onun gözleri tüm yaşananlara şahitlik ediyor. İnsanların en karanlık yönlerini, acizliklerini, gözlerin tanıklığı olmadığı zaman ortaya çıkan kötülükleri sadece o görebiliyor. Sonra… Sonrası, her okurun kendi gözleriyle ve yorumuyla çoğaltıp zenginleştireceği muhteşem bir okuma şöleni.
Körlük metaforu ile öyle bir evren yaratmış ki Saramago, okur da kahramanlarla birlikte aynı bunaltının, bulantının, kaotik girdabın içine giriyor. Döngüsel şekilde en dibe doğru sürüklenirken adeta haykırıyor sesiz çığlıklarla “Neden?” diye. İnsanı sorguluyor. Yaşamı, dünyayı ve ahlakı. İnsanın içinde iyiliğin barındığını, derinlerde de olsa gün ışığına çıkmayı beklediğini umuyor. Onu kazıyıp çıkarmaya, kara çamurdan arındırmaya çalışıyor. Ve yine, yeni baştan soruyor “İyiliğin ve kötülüğün ne olduğuna kim karar veriyor?
Kimsenin bizi görmeyeceğini ya da dışlamayacağını bildiğimizde nasıl davranırız? Erdemli ve iyi insan olmayı sadece beğenilmek, onaylanmak ve sevilmek için, iki yüzlü bir riyakârlıkla mı isteriz? Kimsenin değerini bilmeyeceği bir iyilik için çaba gösterir mi aslında özünde çok da kötü olmayan bir kişi?” diye.
Işığa doğru yönelebilmek ancak karanlıkta olduğumuzu algılayabilmekle mümkündür. Körlük görememektir, biliriz hepimiz elbette de fiziksel olarak görmemize rağmen anlamı kavrayamamak da bir çeşit körlük değil midir? Görmek istemediğini yok saymak, seçici körlük olabilir mi? Sadece ihtiyaç halinde dikkate alıp diğer zamanlarda es geçmekse geçici körlük? Mahalle baskısından ve ön yargılardan doğan toplumsal körlük? İşine gelmeyen durumları görmemeyi sağlayan ikiyüzlü körlük? Ayın bir de karanlık yüzü olduğunu bilmemize rağmen hep tek yüzünü görmemiz misali kısıtlı körlük? Cehaletten beslenen gerici körlük? Aslında bizler bir anlamda ve hatrı sayılır şekilde gördüğünü zanneden körler olabilir miyiz o halde?
“Neden kör olduk, Bilmiyorum, bunun nedeni belki bir gün keşfedilir, Ne düşündüğümü söylememi ister misin, Söyle, Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum, biz zaten kördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler (Körlük sayfa 360).”
Kitabı okurken karanlık, kaotik bir hikâyenin içine giriyor okur. Etik değerlerle yaşam mücadelesinin düellosunu seyrediyor adeta. Özellikle açlığın insan onuruna karşı galibiyetiyle yüzleşiyor. İyi ile kötü, ahlaki değerler ile vicdansızlık gibi ikili karşıtlıklar üzerinden bir tür iç hesaplaşmaya dâhil oluyor. Körlük, bir distopya. Düşüncesi bile insanın yüreğini ezen, kötülük ve şiddetin hâkim olduğu bir dünyayı anlatan distopik eserler günümüz dünyasının görülmeyen, fark edilmeyen kötülüklerle dolu olduğu konusunda gözümüzü açıyor bir anlamda. Yani karanlığa bir mum yakıyor, uyarıyor, bizi uyandırıyor. Bunu yaparken de canımızı acıtıyor, gözlerimizi yakıyor biraz. Ve sorular sorduruyor yol boyunca….
İnsan onuru nedir? Peki ya iyilik? Ahlak, kimin ahlakıdır? Açlık ve ölüm gibi dürtülerle yapılırsa eğer kötülük olmaktan çıkar mı kötülükler?
Neden beyaz körlük? Işığın olmaması karanlığa neden olur. O halde aslında yazarın “beyaz körlük” ile anlattığı, fazla ışığın yarattığı bir körlük mü? Platon’un idealar dünyasını düşünecek olursak, yarı karanlığa alışkın gözlerin mağaradan çıkınca ve gerçek dünyanın ışığı ile karşılaşınca yaşadığı geçici körlük mü tarif edilmektedir?
Herkes kör olsaydı, görme duyusundan bahsedebilir miydik ve bu durumda insanlar görmüyor diye görüntüler, renkler, ışık yok sayılabilir miydi? Doğayı ve evreni algılarımızla tarif etmeye çalıştığımız için mi hep cevapsız soruların önündeki çaresizliğimiz?
Bazı kitaplar unutulmaz, aklımıza ve ruhumuza yazılır, hayata bakışımızı değiştirir. İşte Körlük böyle bir roman. Belki okurken biraz ruhunuz sıkışacak, canınız yanacak ama kesinlikle okunmaya değer. Bir bıçak gibi batarak etinize, nefes nefese.
Körlük
Yazan: Jose Saramago
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 360
Baskı Yılı: 1999