“Bu kadar yalnız kalmak için ne yaptım?”
Eserin adı La Destinée yani “Kader”. Birçok sanat tarihi kaynakları tarafından da “Olgunluk Çağı” adıyla anılıyor. Yaratıcısı Neo-Klasik Dönem’in kadın heykeltıraşlarından Camille Claudel.
Heykelde karşımıza ilk olarak kademeli kaide üzerinde ikisi kadın biri erkek olmak üzere üç çıplak figür çıkıyor. Sağ tarafta diz çökmüş genç bir kadın kollarını yukarı doğru ellerinden henüz kopup gitmiş yaşlı bir adama doğru kaldırıyor. Bu yaşlı adam bir yandan başka bir yaşlı kadının kollarının arasında genç kadından uzaklaştırılıyor.
Bir ayrılık anının tasvir edildiği bu heykelde bir yaşlılık vurgusu yapılmaktadır. Heykelin başkahramanı olan erkek esasında gençliği terk edip yaşlılığa ve ölüme doğru yol almaktadır.
Claudel’in başyapıtı olan bu eser ilk olarak 1899’da alçıdan yapıldı. Bunun ardından 1902’de bronz olarak yeniden biçimlendirildi. Bu heykele baktığımız zaman, 1890 sonrası eserlerinde art nouveau estetiğinin etkisi olduğunu bildiğimiz Claudel’in aynı zamanda Barok Dönem heykellerinde rastladığımız tiyatrallığın da etkisi altında olduğunu görüyoruz.
Fakat ben tüm bu teknik, biçimsel ve estetik bilgilerden biraz uzaklaşıp Claudel’in La Destinée’de kendi hayat hikayesini nasıl işlediğinden bahsetmek istiyorum.
1864 yılında Fransa’nın Aisne bölgesinde doğan Camille Claudel, küçüklüğünden beri taş ve çamurla oynamaya meraklıydı. Yetişkinliğe doğru adım adım ilerlerken heykeltıraşlığa ve sanata olan ilgisini hiçbir zaman kaybetmedi. Heykel eğitimi almak için 1881 yılında ailesiyle birlikte Paris’e taşındı. O tarihlerde kadınların büyük sanat akademilerinde ders almaları yasaktı. Bu sebeple Claudel o dönemdeki birçok kadın sanatçı gibi özel atölyelerdeki derslere katıldı. “Düşünen Adam” heykeliyle tanıdığımız Auguste Rodin ile bu yıllarda tanıştı.
Claudel zamanla üstün yeteneği ve etkileyiciliğiyle diğer öğrenciler arasından sıyrıldı. Rodin’in sırayla en gözde öğrencisi, asistanı, ilham kaynağı, sevgilisi ve son olarak da en büyük rakibi olacaktı.
Zamanla Claudel ve Rodin arasında çok büyük bir aşk yaşanmaya başladı. Bu aşk tutkulu olduğu kadar yıpratıcı da oldu Claudel için. Arada 24 yıllık bir yaş farkı ve Rodin’in Rose Beuret’le pek de iyi gitmeyen evliliği gibi sorunlar vardı. Bunun haricinde Claudel, çok daha yetenekli olmasına rağmen Rodin’in baskıları sebebiyle hep onun gölgesinde kalıyordu.
Rivayetlere göre Rodin, aslında Claudel’e ait olan birçok eseri kendi adıyla sahipleniyordu. Rodin’in Camille Claudel’i kendisine en büyük rakip olarak görmesi ona çok daha kaba davranmasına sebep oluyordu. Bununla da yetinmeyip Claudel’in sanatsal yeteneğine ataerkil baskıyı kullanarak saldırıyordu.
Bu süreçte hamile kalan Claudel geçirdiği bir kaza sebebiyle bebeğini kaybetti. Bu kaybın yaşattığı depresyon ve Rodin’le her geçen gün artarak devam eden şiddetli kavgalar sebebiyle yoluna tek başına devam etme kararı aldı.
İlginçtir ki Rodin’in sanatsal verimliliğinin en yüksek olduğu yıllar Claudel’le birlikte olduğu yıllardır. Fakat Claudel sanatsal anlamda en parlak ve üretken yıllarını Rodin’den ayrıldıktan sonra yaşamıştır. İlk yıllarındaki heykellerinde Rodin etkisi görülürken ayrılığın ardından kendi içindeki özgün cevheri keşfedebilmiştir. La Destinée de bu yıllarda yapılmıştır.
Heykele bu hikayenin ardından baktığımız zaman yaradılış sürecindeki duygu ve manayı daha iyi kavrayabiliyoruz. Claudel’in aslında kendi kaderini yansıttığı bu heykel, onun Rodin ile ayrılık anının tasviridir. Heykeldeki genç kadının ellerinden sıyrılıp giden yaşlı adamın Rodin, onu kollarının arasından çekip götüren kadının da eşi Rose Beuret olduğunu ve eserin bir intikam duygusuyla yaratıldığını anlayabiliyoruz. Aşık olduğu adamı karısıyla birlikte bırakırken kendisini genç, diğerlerini ise yaşlı ve hatta ölmek üzereyken tasvir etmesi bu intikam duygusundan ileri geliyor.
Heykelin 1899 tarihli alçıdan yapılmış ilk versiyonu ile 1902 tarihli bronz versiyonu arasındaki farklılıklar Claudel’in zaman içerisindeki sanatsal gelişimini gösterdiği kadar, konuyu işleyişindeki farklılık yaşadığı olaya bakış açısının bu süreçte nasıl değişebileceğini açıklıyor: İlk versiyonda erkek figürün daha pasif ve genç kadının onun kollarına daha sıkı sarılmış tasvir edilmesi gibi.
Rodin’le yaşadığı ilişki sebebiyle sosyal anlamda yalnız bırakılması, en büyük destekçisi babasının ölümü ve maddi sıkıntıların üst üste gelmesi sonucunda Claudel’in ruh sağlığı giderek bozuldu. 1906 yılında bir gece geçirdiği sinir kriziyle birçok eserini parçaladı. Daha sonra paranoya belirtileri gösterdiği gerekçesiyle kendi ailesi tarafından Rodin’in de desteğiyle akıl hastanesine kapatıldı.
1943’te tek başına ölene kadar 30 yıl boyunca heykel yapmasının yasaklandığı bu hastanede yaşadı. Böylece Rodin sanatsal sahadaki en büyük rakibini etkisiz hale getirmişti.
Rodin’in kadın düşmanlığı kendini yalnızca çirkince bir rekabete girdiği sevgilisinde ve aldattığı karısında göstermiyordu. Bu düşmanlık duygusu ve ataerkillik onun damarlarına öyle bir işlemişti ki hayatında, düşüncelerinde ve sanatsal üretimlerinde sürekli açığa çıkıyordu. Kadını hayatın her alanında pasif bir güç olarak görüyor ve gösteriyordu.
Bu bakış açısına en iyi 1888-1889 yılları arasında yaptığı L’éternelle Idole (Sonsuz Tapınma) heykeli örnek gösterilebilir. Bir sevişme anının tasvir edildiği bu heykelde kadını ancak tapınılacak bir nesne olarak yansıtıyordu. Bir de aşkı ve cinselliği yalnızca erkek içinmiş gibi gösterirken kadını son derece etkisiz hale getiriyordu.
Bu sebeple L’éternelle Idole binlerce yıldır süregelen kadının erkek için yaratıldığı düşüncesinin 19. yüzyıla özgü sanatsal bir dışavurumudur.
Amacım, Neo-Klasik Dönem’in en önemli heykeltıraşlarından birini sanatsal yeteneğini görmezden gelerek kişiliği ve hayatı sebebiyle yok saymak değil. Onun temsil ettiği düşünce sistemiyle savaşmak istediğim, biraz da bir kadının akıl hastanesinde yitip giden hayatının yasını tutmak ve eril düşünce merkezli sürüp giden bir sanat dünyasında kadının susturulan çığlığına kulak vermek.
Birçok sanat tarihi kitabında yok sayılmış Camille Claudel gerçek sonsuz tapınmanın ne olduğunu, belki de Rodin’in heykeline cevap olarak, 1888-1905 yılları arasında ürettiği Sakuntala heykelinde gösterecekti. Sakuntala tüm çarpıcılığıyla kadının, aşkta da cinsellikte de sanatta da var olduğunu ve var olmaya devam edeceğini gözler önüne seriyor. Beraberinde getirebileceği tüm yalnızlığa rağmen.