Toplumların güçlü saydığı, neredeyse kutsal gördüğü belirli imgeler vardır ve bunlar tarihsel olarak çok eskilere dayanır. İnsanlığın oluşturduğu ilk metaforları bugün hâlâ kültürel olarak taşımamız gibi. Güçlülük korku doğurur, korku ise tapınmaya dönüşür. Zira korkulan şeyin zarar verme ihtimali vardır, kendini koruma isteği tapınmaya yol açmıştır. İlk inanışların ortaya çıkışındaki bu süreç günümüz toplumlarında “tapınma” hâlinden sıyrılarak korku-hayranlık ilişkisinde devam etmiştir.
Güçlü kabul edilen varlıklar gibi olmak, onun konumuna yükselmek istenci bir yandan korku duyarken bir yandan hayranlık besleme ilişkisiyle devam eder. Ataerkil toplumlarda bunun en belirgin örneği devlete –ve “minik devlet” modelindeki ailenin babasına- duyulan hayranlık ve korkudur. Bilindiği gibi ataerkil yapılanmalarda babalık (erkekliğin önemli bir dilimi olarak) üst bir konuma yerleştirilmiştir; çünkü baba, dış tehditlere karşı haneyi koruyan ve kollayan semboldür.
Nasıl ki erkek hükümdar devletin bekasının garantisi ise, baba da hanenin güvencesi sayılmaktadır. Bu açıdan babanın (veya baba imgesini dolduracak erkekleşmiş bir kadının) olmadığı bir ev sağlam görülmez ve eksik kabul edilir. Hanenin annesi ve çocuklarına toplum tarafından bu “eksiklik” daima hatırlatılır, bütün olamama ve mutsuzlaşma süreçleri yaşatılır. Yaşar Kemal’in Yeşil Kertenkele öyküsü bu eksiklik duygusundan yola çıkarak incelenebilir.
Yaşar Kemal’in eserlerinde nefes alan karakterler hepimizin bildiği, yaşadığı, gördüğü karakterlerdir. Onlara aşinayız. Onlarla büyüdük. Gezip gördüğü coğrafyayı ve orada yaşayan insanların kişiliklerini oldukça gerçekçi bir biçimde yansıtan Kemal’in eserlerindeki ataerkil yapılanmayı görmemek mümkün değildir. Metinlerde anlatılan mekânlar kırsal kesimler olunca bu ataerkillik iyice belirginleşmiştir.
Yeşil Kertenkele öyküsündeki İbrahim’in ruhsal yapısını ortaya çıkaran da budur aslında. Öykü bir köy tasviriyle başlar, karakter uyanıp yola koyulur ve her zaman geçtiği yollardan ilerlyerek (ve insanlardan saklanarak) her zaman gittiği noktaya varır. Hayvanlarla ilgilenir, yeşil kertenkelesini besler. Buraya kadar tekdüze bir anlatımla ilerler öykü; üçüncü şahsın bakış açısından ve tanrısal anlatıcıdan gördüğümüz bu girişten sonra anlatım birinci şahsa geçer.
Yüksek ihtimalle Yaşar Kemal’in kendisinin alegorik bir yansıması olan karakter anlatmaktadır yolda rastladığı İbrahim’i. İbrahim yol boyunca babasının ne kadar muhteşem olduğundan, köydeki herkesi süngercilikte geri bıraktığından, yeşil kertenkeleyi çok sevdiğinden, herkesten iyi bir dalgıç ve eşsiz bir baba olduğundan bahseder. Öykünün sonunda görürüz ki İbrahim’in babası hayallerindeki babadır, her sabah kendi babasını oynamaktadır.
Babasını hiç tanımayan, babası belli olmayan İbrahim’in bu güçlü baba imgesinden yoksunluğu onu diğer insanlardan da uzaklaştırmıştır. Çocukken babasızlığı alay konusu olmuş, köylüler arkasından hep “babası bellisiz” demiştir. Çünkü İbrahim, toplumdan beklenen bir aile modelinde yaşamaz. Eksik bir ailenin çocuğudur köydekiler için. Bu yüzden kendisi de eksik sayılmıştır. Görmesinler diye, gece bile büzülerek yaşamaktadır. Eksik çocuk İbrahim ise tüm bunlardan uzaklaşarak kendi kendinin babası olmuştur. Kendi kendisini tamamlamıştır belki de. Güvensiz, endişeli ve diğer insanlara karşı saldırgan bir tutumdadır artık. Tetikte olmak gerek. Bunların hiçbirisine gözükmemek gerek. Babasını kendi içinde yaşatarak hayvanlarla arkadaşlığı tercih etmiştir. Martılar, kurbağalar, kaplumbağalar, kırlangıçlar… Hepsi insanlardan daha yakın İbrahim’e. Kendisiyle alay etmeyen, mis kokan hayvanların yaşayışına katılıp gidiyor. Beslediği hayvanlardan çok da farklı değil İbrahim, yaşamda kendi yerini bulmaya çalışan bir varlık o da.
İbrahim’in hayalindeki baba modeli en güçlü, en heybetli, en sevgi dolu insandır. Gördüğü en yapılı ve güçlü kişi olan Arap’ı bir kriter olarak belirlemiş ve ondan daha da güçlü bir baba yaratmıştır kendine. Arap’la kıyaslaması da hep bundan. Bu babayı da gerçekten yaşatır, ona gündelik bir düzen ve kişilik de oturtur. Benim babamı kimsecikler göremez. Kimsenin yanına gitmez ki… Kimseyi adamdan sayıp da konuşmaz ki…
Bu konuşmayan babanın sevgisine olan ihtiyacını yine kendi zihninde tamamlar İbrahim. Bir gün babam bana dedi ki, İbrahim oğlum, dedi. Yavrum, yiğidim, aslanım, kara gözlüm, yavrucuğum, dedi. Sonra da beni koltuğumun altından tuttu kaldırdı, öptü. Yavrucuğum, dedi, yavrucuğum İbrahim. Saçlarımı da okşadı. Sesi tatlı, tatlı, tatlıydı. Çünkü bilir ki babası olsaydı ve onu böylesine sevseydi her şey çok farklı olacaktı, kaçmaya gerek kalmayacaktı. Belki de öyle bir köyde yaşamasaydı babasızlığı bir utanç olmayacak, kendisi de eksik sayılmayacaktı.
Hayalgücü çok yüksek İbrahim’in. Denizin derinlerinde balıkları uçuruyor, ufuk çizgisine çıplak kadınların yaşadığı bir ülke kuruyor, denizde çiçekler açtırıp tozlarını savuruyor… Bu hayalgücü ürünleri babasının görüntüsüyle karışıyor zihninde. Babam ak deniz aygırlarının bin tanesini, iki bin tanesini bir sabah erkenden denizin üstünden koşarlarken görmüş. Babam o aygırlardan tutacak bir gece, güneşe göstermeden bir ahıra saklayacak, gece biz de binip gezeceğiz. Bu topluma katlanmanın yolunu böyle buluyor. Hayallere, dilindeki babasına sarılıyor.
İbrahim’in kendisi o yeşil kertenkeledir belki de. Kertenkelenin gözleri güzeldi. Dertli dertli, kederli, gözü yaşlı bakardı. Garipler, kimsesizler, hor görülmüşler gibi. Tıpkı uzun bir kertenkele gibi uzun ve ince İbrahim insanlardan ırak, babasıyla yaşamaya devam ediyor.
İbrahimin kertenkeleye benzetilmesi…
Bu yazıyı okumam baya fayfalı oldu, şimdi okuduğumdan doyum aldım. Teşekkürler.