Woody Allen, 2003 sonrasında, nevrotik, özbilinci oldukça yüksek başkarakterinden büyük oranda vazgeçerek izleyenlerinin birçoğunu hayal kırıklığına uğratmıştı.
Bu hayal kırıklığı serisinin ilk filmi de Anything Else (Diğer Her Şey) idi. David Dobel (Woody Allen), alışık olunan başkarakterin baskın özelliklerini taşıyan Jerry Falk’a (Jason Biggs) şöyle der: “Bir taksideydim. Senin şimdi yaptığın gibi safça içimi döküyordum. Hayat, ölüm, evrenin sonsuzluğu, varoluşun anlamı, insanlığın acıları… Taksici dedi ki: ‘Biliyorsun, bunlar da diğer her şey gibi.’ Bunu bir düşün.” (Anything Else, 2003) Yalın bir ifade bulan bu bütünsellik, belki de gerçekten herkesin söyleyecek “bir” sözü olduğunun kanıtı. Herkes Herkesle Dostmuş Gibi, Barış Bıçakçı’nın ilk romanı. Başyapıtı olarak nitelenmedi. Fakat hiç kuşkusuz, biçimsel açıdan “diğer her şey gibi” bütüncül ifadesinin vücut bulduğu, Bıçakçı’nın sonrasında yazdığı romanlarına içeriksel bir girizgâhtı.
Bıçakçı, metinlerarasılık (intertextuality) aracını alışılanın aksine retrospektif değil, prospektif olarak kullanır. Bu kendine biat edişi, seleflerine biat edenlerden dahi daha vakur bir anlatımla yapmayı da başarır. Veciz Sözler’in Sulhi ve Hasan’ı, Bizim Büyük Çaresizliğimiz’in Çetin ve Ender’i Herkes Herkesle Dostmuş Gibi’de okuyucuya “herkes” gibi tanıtılır. Bu herkesliğin kitabın çoğu tanıtımında değinildiği üzre “sıradan”lıkla eşdeğer tutulamayacağı romanlaşmalarıyla kanıtlanacaktır. Bu pekâlâ sıradan insanların romancısı yaftasına karşıtlık teşkil etmez. Zira, belki de zaten kahramanların değil, sadece sıradan insanların romancıları vardır. Bu Bıçakçı’yı çağdaşlarından ya da seleflerinden ayıran belki de en yabana atılması gereken ayrıntıdır. Bu, edebi analizin önem sırasında, Bizim Büyük Çaresizliğimiz’in otobiyografik ögeler içerip içermediği sorusundan dahi geride yer alır.
Italo Calvino’nun, 1979’da yazdığı Eğer bir Kış Gecesi bir Yolcu romanında içerikten bağımsız sadece ikinci şahıs anlatıcısıyla okuyucuyu huzursuz ettiği gibi, Bıçakçı da, tanrısal anlatıcısıyla, içeriği merkezileştirmeyerek okuyucunun metinle ilişkisine ket vurur. Anlatıcının karakterler üzerindeki merkezkaç kuvveti, metnin odak noktalarını giderek çoğaltırken, okuyucu-metin arasındaki etkileşimli ilişki de baskılanır. Fakat, bu baskının okuyucunun anlam çıkarımı üzerindeki etkisinin önemi tartışılabilir. Wolfgang Iser’in de yazdığı üzre, “Eğer bir edebi metin sadece tek bir anlama indirgenebilirse, o zaman başka bir şeyin ifadesi demektir; yani, metinden bağımsız var olmasına dayanan bir anlam statüsü” vardır (Iser, 5). İkilem, bu anlamı okuyucunun öznel yorumuyla sınırlamak ve metnin yaşam alanını okuyucunun belirlemesine izin vermek arasında ortaya çıkar.
Ender’le Çetin’in ilişkisindeki (ve Bıçakçı’nın ikili erkek ilişkilerinin çoğundaki) temellilik etmeni, 15. yüzyıl Rönesans edebiyatındaki homoerotisizmi değilse de, 18. ve 19. yüzyıllar İngiliz ve Amerikan gezi ve kurgusundaki erkek bağlılığını örnekler âdeta. En nihayetinde, Nihal karakterinin temsiliyetinin Ender ve Çetin’i benzer duygularda birleştirmesi bir yana, romanın anlatıcısı Ender’dir ve Ender hikâyeyi okuyucuya değil, Çetin’e anlatmaktadır. Çetin’in sürecin anlatısında değil, kendisinde takip edemediği tek şey, Ender’in içsesidir. Anlatıyla bu eksik de tamamlanır. “Birbirimize güneş kremi sürerken dışarıdan birine nasıl göründüğümüzü düşündüm. Kıllı, göbekli iki koca adam. Bizim olduğumuzu hissettiğimizden farklı, çok farklı görünüyor olmalıydık. Bu acıklı gelmişti bana” (Bıçakçı, BBÇ, s. 92). Okuyucunun bu anlatı sürecinden dışlanıp dışlanmadığı sorusunun cevabı da buradaki içgüdüsel bir seçimle ortaya çıkar. Hikâyenin bu aşamasında okuyucu, Çetin’in acıklı olarak betimlediği hislerini mi paylaşmaktadır, yoksa yanlarından “dışardan biri” gibi, spekülatif yargılarıyla geçip gitmekte midir? Üstkurmaca da bu anlatının ironisini derinleştirir. “Evet Çetin, tıpkı ‘Jules ve Jim’ değil mi! Senin sonlarına doğru uyuyakaldığın, kahramanların savruluşlarına kahkahalarla gülen münasebetsiz seyircilerin gürültüsüne uyandığın o filmi çok severim… Dış-sesin dediğince çabuk olmasa da, Nihal bizim dünyamıza gerçekten uyum sağlamıştı…” (Bıçakçı, BBÇ, s. 66). Jules ve Jim anıştırmasını Bıçakçı birden çok romanında kullanır. Çetin-Ender-Nihal ilişkisinin dinamiği, Jules-Jim-Catherine’inkinden -belki de sırf Çetin film esnasında uyuyakalabildiği için!- çok daha yalındır. Jules and Jim daha Catherine’le tanışmadan birbirlerine ana dillerini –filmde birkaç saniyelik bir sahneyle aktarılır bu- öğreten, iki dili, kendi dillerini konuşan, ketum fakat etkin karakterlerken, Çetin bu karakterlerin dünyasına ancak “kahkalarla gülen münasebetsiz seyircilerin gürültüsü”yle kısa bir süreliğine dahil olmayı başarabilir. Ender’le Çetin’in ketumluklarıyla ötekileştirdikleri onlar dışındaki insanlar ya onlara kendi durumlarını acıklı göstermek için ya da onları bu dünyaya dahil etmek isteyen dış-sesler olarak varolabilirler.
Sinek Isırıklarının Müellifi’nde Cemil, Metin ve İlhan “sinema festivalinde Jules ve Jim’i seyrettikten sonra bir süre aralarında Fransızca” konuşurlar. (Bıçakçı, Sinek Isırıklarının Müellifi, s. 81). Üç arkadaşın bu paylaşımı dil vasıtasıyla hayatlarına taşımaları, Çetin ve Ender’in hayata taşıyamadıkları anlamlarla değil, hayata katılamamalarıyla tezat oluşturuyor gibi görünüyor. Ama hikâyenin merkezinde, Bizim Büyük Çaresizliğimiz’de ve en tutarlı şekliyle Herkes Herkesle Dostmuş Gibi’de örneklendiği gibi, karakterlerin kendileri değil, zamanın onlar üzerindeki kaçınılmaz etkileri var. Çetin ve Ender’in büyük çaresizliği salt ihtimalleri temsil eden Nihal karakterinde odaklanmıyor.
Birlikte geçirdiğimiz o güzel günlere ne olmuştu? Benim aklım hep o günlerdeydi. Ne olmuştu o günlere? Yaşanan şeyler ne olur Çetin, nerede durur? Hatırlamaya ve belleğe ilişkin eğretilemeler beni kesmiyor. Tozlu tavan arasına girmek, eski bir sandığı açmak, sararmış bir defterin sayfalarını çevirmek filan diyorum, beni kesmiyor. Geçmişimizle bağlantı kurmanın tek yolu hatırlamak mıdır? Başka bir eylem yok mu, olamaz mı? (Bıçakçı, BBÇ, s. 133).
Bu sıradanlığın değil, “herkes”in çaresizliği. Birbiriyle dost olmayan, dostmuş gibi üçüncü şahıs anlatılarıyla ilintilenen, Jules ve Jim’i izledikten sonra Fransızca konuşan müelliflerin kaleme aldığı insanların çaresizliği. Sadece zamanın doğal akışı değil, ulaşılmaz kıldıkları, belleğe hapsettikleri de Çetin’in hayata dahil olamayışını açıklama şekli. Sinek Isırıklıklarının Müellifi Cemil de, Metin ve İlhan’la kurduğu hayallerin hiçbirini gerçekleştirememiştir. Onları ilk etapta bir araya getiren şiir, müzik ya da politika gibi tutku ve bağlılık gerektiren kavramlar, zamanla yerini “herkes”liğe bırakmış, dostlukları da bir anlatıcı tarafından ilintilenmişçesine belleklerine hapsolmuştur.
“Yaşamak ilerlemek olamaz, diye düşünüyor Cemil, ama geride bırakmak olabilir” (Bıçakçı, Sinek Isırıklarının Müellifi, s. 83). Bu metinler arası ilişki de göz önünde bulundurulduğunda yaşamak birden çaresizliğin ta kendisine dönüşüyor.
Bizim Büyük Çaresizliğimiz’in, Ender’in Çetin’e hitaben bir dramatik monolog şeklinde yazılması Iser’in okuyucu tepkisi teorisini de karmaşık bir hâle getirir. Iser’e göre, yazarın anlatıcı vasıtasıyla yorumlamadığı, belirsiz bıraktığı “boşluk”lar okuyucunun öznel tecrübelerinin yansımasıyla dolar ve metni yeniden tasarlar. Bu belirsizliklerin gıyabında, okuyucu ya anlatıcı/yazarın (zımnî yazarın) sunumuna karşı çıkar ya da okuyucu-metin etkileşimi azalabilir. Bu boşluk, söz konusu romanda Çetin’in içsesidir. Çünkü geride bırakılanlar gibi, geleceğin belirleyicisi de Ender’dir.
Bir gün başlarımızda şapkalarımızla bahçede çalışırken, genç bir kadın duvarın ardından çekinerek seslenip, tek bir kökten mor, kırmızı, siyah ve sarı biberler veren süs biberinden bir tane koparıp koparamayacağını soracak. Sen ya da ben (Ne fark eder!) şapkamızı çıkaracağız, başımızı kaşıyacağız ve yumuşak, kur yapar bir edayla, “Neden bir tane! On tane alın!” diyeceğiz. (Bıçakçı, BBÇ, s.167).
Ender’in bu belirsizliği perdeleme şekli bu alıntıda açığa çıkıyor. Şapkayı kimin çıkaracağı fark etmediği gibi, aslında hikâyeyi kimin anlattığı da bu ilişkinin özünü değiştirmiyor. Hikâyenin çevreleyerek merkeze aldığı farz edilen Nihal, fani bir motif sadece. Geride bırakılanlara ait ve gelecekte aralarında ayırımın dahi gerekmediği Çetin ve Ender’in kur yaptığı –beraber kur yaptıkları- kadın değil.
Iser’in metin-okuyucu etkileşimine ek, tek yönlü bir ilişki de zımnî yazar ve okuyucu arasında doğar. Okuyucu, romanın yayımlanmasının ardından yazılan eleştirilere de başvurarak eserin otobiyografik ögelerini ayıklama eğilimi gösterir. Bu, bir edebi türün sunuluş şekliyle kabullenilemeyişi de aslında ne biçimsel ne de içeriksel olarak tasarlanmış Iser’in deyimiyle belirsizliği –belki de var olmayan bir belirsizliği somutlaştırıp doyum noktasına ulaştırma çabasıdır. Bıçakçı, Sinek Isırıklarının Müellifi’nde buna –alt ya da üst algısal itkileri tartışılacak kadar bariz olmamakla birlikte- meydan verir. “İlk kez mülakat veren, ‘usul usul edebiyat’ yaptığı söylenen ama muhtemelen en büyük numarası ortada görünmemek olan yazar” (Bıçakçı, SIM, s. 47) benzetmesi de daha önce değinilen kaçınılmazın çaresizliğine atıftır. Zira, yazar ve diğerleri “günün birinde küçük bir hareketle akıp gidecekleri ve insanların hayatlarından çıkacakları yere, klozet deliğine belli belirsiz bir korku ve baş dönmesiyle bakıyorlardı” (Bıçakçı, SIM, s. 47). Zamanın doğası, Jules ve Jim paylaşılsa bile gerçekleştirilemeyen hayaller, fani etmenlerin dahi can yakışı, yani tüm geride kalanlar değil aslında korkunun kaynağı. Hatırlamak da “kesmeyince,” okuyucu için zımnî yazar, yazar içinse anlatıcı, dairesel de olsa, bir avuntu öne sürer: “Karman çorman hissedişin tane tane çözüleceğini, yeniden, bu kez mükemmel bir düzen içinde bir araya geleceğini ve hayatın bir anlama kavuşacağını hayal etmek: Yazmak” (Bıçakçı, SIM, s. 68). Yazarın bu çaresizliğe çözümü sadece kendisine katarsis sağlamakta ve belki de ilk kez okuyucu pekâlâ ortak olduğu bu çaresizliğiyle yalnız bırakılmaktadır. Zaten, metinle okuyucu etkileşimi de ancak bu çaresizliğin yalnızlıkla buluşmasıyla vuku bulabilir. Bu da, diğer her şey gibi, kendini ikrar ettirene kadar okuyucunun peşini bırakmayacaktır.
Kaynakça:
Bıçakçı, Barış, Bizim Büyük Çaresizliğimiz, İstanbul: İletişim Yayınları, 2010.
Bıçakçı, Barış, Sinek Isırıklarının Müellifi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2011.
Iser, Wolfgang, Prospecting: From Reader Response to Literary Antropology, Maryland: The Johns Hopkins Press, 1989.
http://www.script-o-rama.com/movie_scripts/a/any-
thing-else-script-transcript-woody.html
*Bu makale, ROMAN KAHRAMANLARI Ocak/Mart 2012 9. sayıda yayımlanmıştır.