Cesur Ama Yeni mi Dünya?

Ercan Bahri Nazlıoğlu

Cesur Ama Yeni mi Dünya

Roman; uzun ve acımasız bir savaş sonrası teknolojik anlamda çok gelişmiş bir devirde, tek bir devletin hâkim olduğu bir dünyayı konu alıyor. Öylesine bir dünya ki şu anki temel toplumsal dertlerimizin hiçbiri yok. Ne savaş ne açlık ne sefalet ne hastalık… Öylesine bir refah seviyesine sahip ki halkın bütün içgüdüsel istek ve arzularına yanıt verebilecek bir sistem var.

Tabi “Yeni Dünya”daki değişimler sadece gelişkin teknoloji ve yüksek refah seviyesinden ibaret değil. Savaş sonrası insanlık adeta hafızanı sıfırlamış, “cesur, yeni” bir kimlik yaratmış kendine. “Aile, anne” gibi kavramlar müstehcenleşmiş, şu an hala büyük bir tabu olan cinsellik gibi kavramlar normalleştirilmiş. Bu değişim ayrıca insanların bilinç üstünde (süper ego, vicdan) büyük bir değişim başlatmış. Yeni “insan ırkı” çok daha bencil çok daha zevk odaklı yaşıyor. İşin tuhafı, bu kadar bencil insana rağmen sistemin kendisi acayip güçlü ve neredeyse tüm insanlar tarafından bir numaralı değer olarak görülüyor.

Cesur Ama Yeni mi DünyaZaten kitabı okurken ilk gözüme çarpan detay kişilerin otoriteye ve “ford”a olan bağlılığıydı. İnsan psikolojisinin gereği olarak insanlar; evrimsel amaçlarının yerine getirilmesini sağladığını düşündüğü her şeye akla mantığa sığmayan bir bağlılık duyar. Otorite insanlara öyle bir “özgürlük ve zevk” sağlıyor ki insanlar otoriteye karşı sorgulamadan gönüllü kölelik yapacak duruma geliyorlar. Bu yüzden Huxley’nin evreni yıkılmaz ve çok inandırıcı. Huxley bu kitabı 1932 de yazdı. Reklamcılar ve psikologlar ise ancak Huxley’den otuz sene sonra bu eğilimi kullanmaya başladılar. Huxley’nin distopyasındaki en önemli kehanet bence budur.

Otoritenin gücüyle alakalı bir diğer özellik ise “kast sistemi”ni uygulayabilmek hatta bu sistemden %100 e yakın verim alabilmesidir. Yakın tarihe baktığımızda bilginin artışıyla beraber, görüyoruz ki insanlarda “eşitlik, özgürlük” gibi kavramlar adına yapamayacağı hiçbir şey yok. Lenin’in Ekim devrimi, Mao’nun uzun yürüyüşü, Amerikan İç savaşı gibi nice örnek sayabiliriz. Oysa bu distopyada dünya gözüyle görülmeyen katılıkta bir kast sistemi uygulanmakta. Nasıl olur da nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan “alt kesim” otoriteye isyan etmez?

Bu sorunun tek bir cevabi olduğunu zannetmiyorum. Bana kalırsa en büyük etken alt kesimdeki “aşağılık psikolojisidir.” Kast sisteminin tabanında bulunan insanlar, dünyaya geldikleri andan itibaren Dünya devletinin korkunç telkinlerine ve eğitimlerine maruz kalıyorlar. Zaten fiziksel acıdan yetersiz olması için genleriyle oynanan bu insanlar, yıllarca “Alfa”ların özel olduğuna, asla onlar gibi olamayacaklarına, onların görevlerinin kendileri için çok zor olduğuna, mutluluklarının “Alfa” insanların sözlerini dinlemekle geleceğine inandırılıyorlar. Haliyle bu insanlar günümüz tabiriyle “loser” doğup “loser” ölüyorlar.

Aslında kitabın bize sorduğu en büyük soru da bu problemlerden kaynaklı. “İnsanların tüm maddi dertlerini ortadan kaldırıp, toplumun saadetine ters fikirlerin oluşmasını engellersek herkesin mutlu olduğu (veya olduğunu sandığı) bir dünyada yaşamalarını sağlayabilirsek ideal devlet düzenine ulaşabilir miyiz?” Huxley bu soruyu karakterler üzerinden cevaplıyor.

Cesur Ama Yeni mi Dünya“Lenina” karakterinin “Vahşi” ile tanışmasından beri düşünsel değişimi ve özellikle “Vahşi”nin “Denetçiyle” olan tartışması (kitabı okurken tartışmasız en çok zevk aldığım bölümdü) Huxley in fikriyle alakalı bize bazı ipuçları veriyor. Huxley’ye göre günümüz insanı (o dönem insanı ile günümüz insanı arasında uçurumlar görmediğimden ötürü iki dönemi de bir tutuyorum) insan olmanın alamet-i farikası olan hislerinden o kadar uzak ki her problemin çözümünü maddiyatta arıyor. Kendi tabiatına aykırı davranıp, psikoloji dünyasında çelişkiler oluşturup bir felaket ırmağı gibi kin ve öfke kusuyor. Zamanını istemediği işlerde harcayıp gönülsüz kazandığı parayla egosunu tatmin ediyor. Üstelik sadece bunla kalmayıp kendisinden daha memnun birini görünce de kıskançlık krizlerine girip çeşitli dalaverelere, hesaplara giriyor. Yani Huxley sadece kehanette bulunmayıp eleştirisini de yapıyor ustalık ve incelikle.

Kitap her ne kadar sıra dışı olsa da bir “roman”. Huxley de romanın sözsüz kurallarına bağlı kalarak kendi düşüncesini karakterler ve olaylar üzerinden ifade etmeye çalışmış. Genel olarak karakterler kendi kişisel dünyalarını anlatmaktan daha çok toplumun bir bölümünü temsil görevi görüyor. Mesela Bernard sistemin ona sunduğu avantajlara rağmen sisteme ayak uyduramamış kendini ezdiren bir karakter. Böylece sistemin ne kadar kusursuz olursa olsun içinden Bernard gibi fireler verebileceğini görüyoruz. Lenina ise halkın büyük çoğunluğunu karşılıyor. Vahşi günümüz insanının vicdan ve duygu dünyasına sahip. Helmholtz o dönem için çizilen ideal insan tipi. Mustafa Mond ise sistemin ta kendisini temsil ediyor.

Sonuç olarak Cesur Yeni Dünya günümüz için hala “sıra dışı” bir kitap. Bırakın 1930luları günümüz insanı bile yadırgayabiliyor bu kitabı. Anlatılan her şey ne kadar uzak geliyorsa da o kadar da içimizden aslında. Her geçen gün kitaptan yeni bir kesit görüyoruz, duyuyoruz, şahit oluyoruz. Gelecekte bu kitabın değerinin hakkıyla verilmesi ümidiyle…

Bana bu kitabı okuma ve bu yazıyı yazma şansı veren size teşekkür ediyorum.


Yazan: Ercan Bahri Nazlıoğlu (Lise, 11. sınıf, yaş 16)

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin
Captcha verification failed!
Captcha kullanıcı puanı başarısız oldu. lütfen bizimle iletişime geçin!