Ekmek, Şarap ve Aşk

Aslı Atasoy

Zorba

İmajın içeriği fersah fersah dibe çektiği, alaşağı edip hırpaladığı günümüzde Zorba başlı başına bir anıttır. Üzerinde ne en havalı kahramanlık öyküleri ne kardeşlik türküleri ne de ışıltılı bir görkem vardır bu anıtın. Ülkesiz, sınırsız ve teklifsiz bir kahramanın anıtıdır olsa olsa, aşk dolu bir kahraman. 

Aşkı ancak sosyal medyadan, pop müzikten tanıyan kuşaklar dolusu insan yığını için Zorba, olunamayacak olanın adıdır. Ama bana sorarsanız “Senin Zorba’n kim?” diye; o uzakta damarlarından öfke ve aşkın aynı anda aktığı bir yakışıklıdır ve birlikte rakı içip balık yemek için yaratılmıştır.

“Ne makine şu insan be! İçine ekmek, şarap, balık, turp koyuyorsun; iç çekmeleri, gülüşler ve düşler çıkıyor. İmalathane! Sanırım beynimizde konuşan bir sinema var.” Zorba’nın insanı tanımlaması bu kadar basit işte. Karmaşıklığın yarattığı basitlikten doğuyor bu gücü. Bir söz ve bir ses, dünyanın en güzel şarkısını yapmak için yetip artıyor bile.

Ne imaj umurundadır onun ne de göbeğine sıkı sıkı yapışmış maddesel uzantıları. Varsa yoksa hayattır, andır. Bu yüzden hayatı yaşar, içinden geldiği gibi sıradan ve ağız dolusu gülmelerle. Hayatının merkezine aynı anda her şeyi alan bu adama en çok neşe yakışır ama hüznü sirtaki oynarken bile yakasını bırakmaz. Aleksi Zorba, yani Nikos Kazancakis’in yol göstericisi olan bu adam meczuplukla bilgelik arasında çoğumuzun akıl sır erdiremeyeceği bir yerde durur ve bakar aşağılara. Onu biçimsiz, hırpani ve kaba saba bulan sıradan insanlarsa korku dolu bakışlarla süzerler.

ZorbaBir işçi!

Kazancakis, Zorba’nın önsözünde “Çok sevdiğim bir işçi olan Aleksi Zorba’nın hayatını ve yaşama düzenini yazmayı çok kez istemişimdir.” diye anlatıya başlar yavan bir biçimde. Ama kitabı bitirdiğinizde aslında bu yavanlığın cümlenin devamını iyi getirebilmek için yapılan zorunlu bir başlangıç olduğunu anlarsınız. Zorba tarif edilmesi imkânsız ve ihtiyaçsız birisidir. Sonra ekler yazar; “Eğer bugün, dünyada bir ruh kılavuzu, Hintlilerin dediği gibi bir guru, Aynaroz papazlarının dediği gibi bir yeronda seçmem gerekseydi, kesinlikle Zorba’yı seçerdim.” Çünkü Zorba yazarın hayatında tanıdığı en rahat ruhtur. Kazancakis’in ömrünü bu rahatlığı bulmaya adadığını düşünürsek Zorba’nın ne kadar önemli olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Yazar için bu rahatlık ve beraberinde getireceği özgürlük her şeyin feda edilebileceği bir savaş sürecidir belki. Ama nafile olan bu çabada Kazancakis bir türlü yengiyi tadamayan huzursuz bir ruhtur.

Varoluşun peşinde

Çağdaş Yunan edebiyatında önemli bir yerde duran Kazancakis’in eserleri hüzünlüdür. Yazar, baştan kaybetmiş bir bilge yazar olduğunu anlatır alttan alta ya da biçare bir okur olarak bana öyle gelir. Zorba’da “Kalbimde birikmiş bütün acı anılar, dostlardan ayrılışlar, yitirilen kadınların gülümseyişi, kendileri de kelebekler gibi yalnız kurtları kalan umutları hatırlarım; bu kurt, kalbimin yaprakları üzerinde sürünüp onları yer.” dediğini anımsarsak yengileri umursamamasını daha iyi anlarız. Döneminin edebiyat çevrelerinde çok sevilmez. Pek çok iyi yazarın başına geldiği gibi şöhret ona da geç gelir. Zorba’nın dünyaca tanınması için 1964’te Yunanlı yönetmen Mihalis Kakoyannis’in “Motor!” demesi gerekecektir.

Dante, Buda, Nietzsche

Bazı insanlar sadece yenilgi için düşer yollara. Kazancakis, neşelenmek istese bile bunu açık edemeyen, kendisini Dante ile avutan Buda’nın güvenlikli kollarında huzuru arayan, ruhunu acıyla terbiye etmek için Nietzsche’ye kulak kabartan bir yazardır. Ve Aleksi Zorba ile tanışması kaçınılmazdır. Hayatına yeni bir sayfa açmak için yola düştüğü bir gün ansızın karşılaştığı Zorba ile başka dünyalara bir zeplinle yolculuk etmenin sırrına erer. Bu sır ona, onu çok özel kılacak bir romanın yazarlığını ve kariyerinin olgunluk döneminin leziz meyvesini doya doya okurlarına sunma imkânı tanır.

Peki kimdir bu Zorba? Her gördüğü kadına duyduğu arsızca şehvetin tutsağı bir düşkün mü yoksa en eski kitaplarda bulunacak türden gizemli cümlelerin sahibi bir filozof mu? Zorba, bir kadın için uçsuz bucaksız güzelliklerin sınırsızca sunulduğu aşk bahçesinde, çaldığı santuru duyar duymaz kendini mecburen kollarına bırakacağı bir adamdır. Ama korkusuz kadınlar için böyledir bu. Cilasını markalı esvaplardan alan bir adam arayanlara göre hödük ve bunak bir ihtiyar adam olma ihtimali her vakit olasıdır.

Kazancakis onu ilk olarak gördüğü Pire’deki bir balıkçı kahvesinde en çok gözlerine dikkat kesilir: “Üzgün, huzursuz ve alev alev yanan gözleri…” Böylece başlar hikâye Pire’de ve yollar Girit’e uzanır. Orada kaba saba bir Makedon olarak linyit peşine düşer Zorba. Ama aşk ve mücadele peşini bırakmaz.

Özgürlük mü? 

Kazancakis Zorba’da ruhunu ve aklını rahat bırakmayan özgürlük kavramını anlatır. Okurken yazarın kendisiyle ne kadar uğraştığını duyumsayarak yer yer sıkılır, bunalır insan. Kahramanı olan bu Makedon, onun için olamadığı her şeydir. Söyleyemediği, yapamadığı her ne varsa Zorba, onun adına yapar, onun için olur. Her kadına âşık olan bir çapkın, delicesine içen bir sarhoş, yersiz yurtsuz, bayraksız bir vatansever, ulu orta konuşacak kadar cesur ve hayatı çözmüş bir bilgedir. O anla kavga dövüş yaşar, kan ter içinde kalır hep. Zorba, sıradan bir erkektir. Her gün her şeyi ilk kez görür ve her kadını güzel bulup ilk aşkı tadıyormuş gibi yaşar. Zorba’nın her kadını baştan çıkar. Çünkü anlam her şeyin önündedir. Aşk gerçekten vardır ve yaşanmalıdır.

Kazancakis’in Zorba’sı elbette benim Zorba’mdan farklıdır. Çünkü onun erkek gözleri ile benim kadın bakışlarım başka şeyler görüp anlar, belki bu yazıyı okusaydı yazar, sıradan ve düşlerini kaybetmiş bir kadının satırları diye düşünüp dergiyi bir kenara atardı. Zorba, taşçı, madenci, seyyar satıcı, çömlekçi, komitacı, santurcu, leblebici, Çingene, kaçakçı, erkek yani nihayetinde insandır.

Ama sonuçta özgürlük meselesi sadece filozofların değil herkesin kafasını meşgul etmiştir. Özgürlük için en ağır bedelin düşünmek olduğunu kabul edersek Kazancakis düşünerek tamamladığı ömründe bu bedeli ödemiştir. Yazmak için hayatını erteler, feda eder hatta. Bekler, izler, susar, tekrar bekler, izler ve susar. Bu böyle devam eder, sonsuza dek. Mezar taşındaki ünlü cümlesi belki de bu nedenle “Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm”dür.


*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Temmuz/Eylül 2012 11. sayıda yayımlanmıştır.

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin