Eylül 2017 Vitrini

Eylül 2017 Vitrini

Polat Özlüoğlu Hevesi  KirpiğindePolat Özlüoğlu: Hevesi Kirpiğinde

Çünkü hepimiz ölüyorduk, hevesimiz kirpiğimizde…   

“Ölüyorduk…

Çocuklar ölüyordu, kadınlar ölüyordu, gençler ölüyordu, travestiler ölüyordu, seks işçileri ölüyordu, kediler ölüyordu, köpekler ölüyordu, güvercinler ölüyordu…

Bir erkeğin, bir erkin elinde ölüyorduk. Sonra yine çocuklar, yine kadınlar, yine hepimiz… Bir döngünün içinde durmadan ölüyorduk. Bazen yaşarken, bazen yaşama gözlerimizi kapatırken bir heves kalıyordu kirpiğimizde, dudağımızın kenarında, boşluğa bıraktığımız sesimizde. Bazen gelincikler kusuyorduk ölürken, tabutumuzun üstünde bir peruğun yanına sıkışıyordu al yazmalar, çocukluk canavarlarımıza yem oluyorduk herkesin gözü önünde.”

Eylül ayında NotaBene Yayınları Polat Özlüoğlu’nun ikinci kitabı Hevesi Kirpiğinde öykü kitabını okuyucularla buluşturdu. Erkal Tülek’in kapak tasarımını yaptığı kitapta Polat Özlüoğlu, heveslerden heves beğenin ama çoğunun kirpiklerinizde asılı kalacağını aklınızdan çıkartmayın diyor. Bildiğimizi unutmayalım diye, büyük harflerle bir satır başı olarak yazıyor öykülerine: Tenimizi parçalayan bıçakları, günlerce buzda bekletilen cansız bedenlerimizi, çocuk yaşta çarşaflara akan kanımızı, dikine kestiğimiz bileklerimizi, Ankara’nın garında bıraktığımız sevinçlerimizi.


Anti Kahraman ve Anti Prenses Serisinin Son Kitabı Che GuevaraAnti Kahraman ve Anti Prenses Serisinin Son Kitabı: Che Guevara

Çocuklara ve yetişkinlere alternatif okuma olanağı sunan anti kahraman serisi; Julio Cortazar, Eduardo Galeano ve son olarak Che Guevara ile devam ediyor. Okurlar, bu yeni yolculukta Che’ye eşlik ediyor.

Ernesto Che Guevara, yaşadığı zamanın çok ötesinde düşünen, sadece konuşmakla yetinmeyip düşüncelerini eyleme de döken, öğrenmenin bir sonu olmadığını bilen ve bu yüzden büyüdüğünde de sürekli öğrenmeye devam edip başkalarına da öğreten biri. Kimi zaman 1800’lü yıllarda Latin Amerika’nın özgürlüğü için savaşanlardan söz ediyoruz. Oysa uğruna kendisini adayan insanlar sayesinde kazanılmış başka özgürlükler de var. Kahramanımız onlardan biri. Ağır adımlarla yürüyen ama asla ilerlemekten vazgeçmeyen, zamana ve yalanlara karşı mücadele veren, beş çocuğunun babası ve Celia’nın oğlu… Adaleti daha çok insana ulaştırana kadar gökteki ve alnındaki yıldızın peşinden gitmiş bir kurtarıcı.

Nadia Fink tarafından kaleme alınan “Che Guevara”, NotaBene Yayınları etiketiyle yayımladı. “Kızlar ve Oğlanlar İçin” alt başlığıyla yayımlanan eseri Pitu Saâ resimlendirirken Türkçeye Nergis Turan çevirdi.


Suat Derviş’in / Ahmet Ferdi - Bir Kış GecesiSuat Derviş’in / Ahmet Ferdi – Bir Kış Gecesi

“O güzeldi… Ben de, sanatkârdım. O yeni ve genç, ben yıpranmış ve ihtiyardım…”

Suat Derviş-Ahmet Ferdi Bir Kış Gecesi

Suat Derviş’in on üç öyküden oluşan Ahmet Ferdi – Bir Kış Gecesi adlı kitabı 1923 tarihli Osmanlı Türkçesi basımının ardından ilk kez Latin alfabesiyle Türkçede okurlarla buluşuyor.

Suat Derviş, Türk edebiyatının önemli kadın yazarlarından biri. Yaşadığı dönemde “baş eğmezliği” ile tanınır. 69 senelik yaşamında birçok eser ve ilke imza atan yazar, ablasıyla birlikte gittiği Almanya’da Edebiyat Fakültesi’ne kayıt olur ve felsefe derslerine yönelir. Burada Uhistein gazetesinde Suzet Doli imzasıyla yazdığı yazılarla gazeteciliğe adım atar. Suat Derviş’in en bilinen eseri, sinemaya da uyarlanan Fosforlu Cevriye (1944-45 tefrika)’dir.

Suat Derviş, bu kez İthaki Yayınları tarafından Latin alfabesine aktarılan öykü kitabı “Ahmet Ferdi – Bir Kış Gecesi” ile raflarda. Kavuşamayan aşıklardan geleneksel aileye, mezarından kalkıp gelenlerden ölü gibi yaşayanlara uzanan çok sesli, çok renkli öyküleri anlatan kitap, okuyucuyu bağırmadan, acele etmeden anlattıkları bazen korkudan tüylerimizi ürpertirken bazen heyecanlı bir oyunun içine çekiyor.


Le Guin’den Anlatmak ve Yolculuğa Dair Bir Bilimkurgu Romanı: AnlatışLe Guin’den Anlatmak ve Yolculuğa Dair Bir Bilimkurgu Romanı: Anlatış!

Karanlığın Sol Eli ve Sürgün Gezegeni kitaplarının dahil olduğu “Hainli Döngüsü”nün bir parçası olan Anlatış, Ursula K. Le Guin’in kaleminden çıkan şimdilik son bilimkurgu romanı. Locus En İyi Roman Ödülü’ne layık görülen eser, İthaki Yayınları etiketiyle raflarda yerini alıyor.

Amerikalı edebiyatçı Jonathan Lethem’in “Le Guin Anlatış’ta kurgusunu hem şairane yazıyor hem de alegorinin derinliğiyle kusursuzca birleştiriyor,” diyerek tanıttığı eser Türkçede 22 Eylül’de yayımlanıyor.

Anlatış, Le Guin’in çoğu eseri gibi politik altyapılı bir bilimkurgu romanı. Din kavramını sorguladığı eserinde ötekilik ve iletişim gibi temalara yer vererek okuyucuyu önyargıları üzerine düşündürüyor. Böylece Le Guin bu romanında sizi dinlemek, anlamak, anlatmak,  inanmak ve hakikati tanımlamaya çalışmakla ilgili bir yolculuk öyküsüne davet ediyor.

Romanı edebiyatseverler için özel kılan önemli bir nokta da odağında evrensel bir kültürel unsur, yıllarca sürdürülen bir gelenek olan “hikaye anlatıcılığı”nın yer alıyor oluşu.

Edebiyat ve tarihle arası iyi olan Sutty, Aka Gezegeni’ne bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuktaki amacı baskıcı bir rejimin altında değerlerin nasıl kaybolduğunu görmek, tarihin yok oluşuna şahit olmak, rejimin baskısının ulaşamadığı noktalardaki direnişi incelemek ve en önemlisi efsanelerde bahsedilen hikaye anlatıcılarının dünyasını keşfetmektir. Geride bıraktığı dünya ve vardığı yeni gezegen arasındaki farklar ve benzerlikler dehşete düşürücü, bir o kadar da düşündürücüdür.


bulutlara şiir yazan çocukBulutlara Şiir Yazan Çocuk

Mimarlık eğitimi almasına rağmen 1982’den bu yana Cumhuriyet gazetesinde bant karikatürler ve tiyatro oyun yazarlığı yaparak kariyerini oluşturan Behiç Ak, bütün bu deneyimlerinin ardından çocuk kitapları yazmaya yoğunlaştı. Nitekim çocuk kitabı yazma arzusu ona başarı da getirdi ve “Yüksek Tansiyonlu Çınar Ağacı” kitabı ile Japonya’da ödüllendirildi. Yazarlık kariyeri birçok ödülle taçlandırıldı.

Çocuk edebiyatının usta kalemleri arasına adını çoktan yazdıran Behiç Ak’ın yeni çocuk romanı “Bulutlara Şiir Yazan Çocuk” raflarda okuyucularıyla buluşmayı bekliyor. Yediden yetmişe herkese dokunabilen öyküler yazan ve gülümseten yazarın çocuk romanlarındaki ilk yolculuğu “Yaşasın Ç harfi Kardeşliği!” ile başlamış ve bu romanını “Postayla Gelen Deniz Kabuğu, Eve Giden Küçük Tren, Bebek Annem ve Çatıdaki Gezegen” isimli romanları takip etmişti.

“Bulutlara Şiir Yazan” çocuk ile birlikte yazar, modern dünyanın tek tip haline getirmeye başladığı çocuklara bir karşı duruş olarak birbirinden renkli ve özgün çocuk karakterleri konuşturuyor.  Modern dünyanın ve sosyal medyanın sıkıcılığını bulutların maviliğine adadığı şiirler, öyküler, masallarla dağıtan Behiç Ak, yazdıklarıyla okumayı herkes için büyük bir keyif haline getiriyor. Arkadaşlık, okul yaşamı, sosyal medya, gökyüzü, meslekler gibi temaları ele alan Behiç Ak bu kitabında bulutlarla haşır neşir olan, yağmurda oynamayı seven, içine kapanık olan Sevgican aracılığıyla hikayesini anlatır. Sevgican’ın bu içine kapanıklığı biraz da özgüven eksikliğinden gelir çünkü kendisine göre arkadaşı Batu kadar zeki, Erol kadar yaratıcı biri değildir. Yaşadığı bu dönemde artık kimse mektup yazmadığı için çantasında değişik pullu mektuplar değil de öteberi taşıyan bir postacı, Sevgican’ın aklına bir fikir getirir! Ama aklına gelen bu fikrin başkası tarafından zaten düşünüldüğünü gördüğünde canı sıkılır ve sosyal medyadan şiirler yazıp paylaşmaya başlar. Şiirleri ailesini ve arkadaşlarını etkileyecek kadar ilgi görmeye de başlayınca Sevgican’ın dünyasında değişim başlar. Okuyucular Sevgican ile birlikte güzel bir yolculuğa çıkar.

Günışığı Kitaplığı etiketiyle çıkan romanın editörlüğünü ise Müren Beykan üstleniyor.

Çocuklar ve hatta büyükler için keyifli bir yolculuk olacak kitaptan şu cümleyle noktalayalım yazıyı: “Kuyrukları harf ve rakamlardan oluşan uçurtmalar tasarlayalım, gökyüzüne salalım. Bulutların üstünde cümleler kuralım.”


Eylül 2017 VitriniRoland Barthes
Sesin Rengi: Söyleşiler

Avangart edebiyat üzerine yürüttüğü ayrıntılı çalışmaları, yapısalcılık ile post-yapısalcılık arasında köprü kuran kavramları ve kuramı, ideoloji, gösterge ve metin kavramlarına ilişkin görüşleri ile her şeyden evvel bir denemeci fakat fazlasıyla başarılı bir kuramcı ve eleştirmen olan Roland Barthes’ın söyleşilerinin derlendiği özgün adı  “Le grain de la voix” olan eser Ahmet Nüvit Bingöl çevirisiyle, “Sesin Rengi: Söyleşiler” başlığıyla Metis tarafından okura sunuluyor.

Roland Barthes’ın sinema, edebiyat, eğitim ve kültür konularında hayatı boyunca verdiği söyleşilerin büyük bir kısmının bir araya getirildiği kitap Barthes’in kuramındaki değişim ve dönüşümü de gözler önüne seriyor.

Yazının, yazma olayının ne olduğundan yazarın durduğu noktaya, gündelik yaşamdaki mitlerden klasik yazın üzerine incelemelere ve göstergebilim kuramına kadar geniş bir yelpazede ürünler veren Barthes’in son derece önemli düşünce mirasından geriye kalan bu kitapta yazarın daha evvel doğrudan üzerine yazılar yazmadığı konulardaki düşüncelerini de görmüş oluyoruz.

Brecht’ten, Sartre’dan, Saussure’den, Marx’tan gelen çeşitli etkilerle zenginleştirdiği yapıtlarıyla okuyucuya edebi zevki de tattıran Barthes’in hala büyük etki yaratan düşünce dünyasının kemik noktalarını keşfedebileceğimiz kitapta günün moda düşüncelerine karşı almış olduğu mesafeli tavrı da seyredebiliyoruz.


Eylül 2017 VitriniEverest Sanat Dizisi’nden iki kitap!

Everest Yayınları hazırladığı yeni sanat dizisi kapsamında ilerleyen günlerde raflarda yerini alacak iki kitabın duyurusunu yaptı.

Serinin ilk kitabı özellikle modern Avrupa hakkındaki kültürel ve entelektüel tarih çalışmaları ile bilinen Amerika’nın önde gelen tarihçilerinden Peter Gay tarafından kaleme alınan “Modernizm-Sapkınlığın Cazibesi”. “Baudelaire’den Beckett’e ve Ötesine’’ alt başlığıyla okura sunulacak kitap Sibel Erduman çevirisiyle dilimize kazandırılıyor.

Modernizmin sirayet ettiği her noktada; insanda, eşyada, sanatta, düşünme yöntemlerinde yaşattığı tüm değişimi, bu değişimin alışılmış gelenekleri ve dünyayı algılama şekillerini nasıl etkilediğini gözler önüne sermeye çalışan Pater Gay, aynı zamanda Baudelaire, Joyce, Picasso, Duchamp, Stravinsky, Chaplin, Orson Welles, Le Corbusier, Frank O’Gehry gibi önde gelen birçok dâhinin hayatından kesitler sunarak örneklemeler de yapıyor.

Modernizm hangi koşulların sonucudur ya da modernizm bir sonuç mudur yoksa devam etmekte olan sürecin damarlarından biri midir? Modernizm, çağdaşlaşma, modernite nedir; aydınlanmacı modernler ve modernler kimlerdir? Peter Gay derinlikli bir incelemeyle bunlar gibi onlarca sorunun üzerine eğiliyor.

Eylül 2017 VitriniSerinin ikinci kitabı ise Octavia Paz’dan geliyor.

Kavramsal sanat hakkında neler biliyorsunuz?

Peki 2004 yılında düzenlenen Turner Ödülleri’nde sanat uzmanlarından oluşan 500 kişilik jüri tarafından tüm zamanların en etkileyici eseri seçilen ürünün ters çevrilmiş bir pisuvar olduğunu ve ‘Çeşme’ adındaki bu eserin kavramsal sanatın ilk örnekleri arasında gösterildiğini söylersek ilginizi çeker mi?

Klasik sanat akımlarına ve kurallarına karşı çıkma amacıyla doğmuş ‘Dada’ akımının öncülerinden Marcel Duchamp seri üretilen nesneler üzerinde küçük değişiklikler yarattı ve bu değişikliklere yüklediği yeni anlamlarla maddelere yeni boyutlar kazandırmaya çalıştı. Çünkü ona göre sanat eski yüzyıllarda yüceltildiği kadar önemli bir şey değildi. Klasik teknikler yerine düşünceye dayalı yeni bir anlayış geliştirilmeliydi. 30 yıl boyunca çeşitli nesnelerden biraz alaycı bir yaklaşımla sanat eserleri inşa etti. Bazen Mona Lisa tablosuna bir bıyık çizerek sergiye çıkardı bazen de Paris’ten aldığı bir ecza şişesini boşaltıp kapağını kapatıp şişenin içine dolan Paris havasını Newyork’ a taşıdı. ‘Ready-mades’ yani “hazır yapımlar” adı verilen bu kafa karıştırıcı eserler de oldukça dikkat çekici takdirler kazandı.

Everest Yayınları da sanat tarihinin bu son derece ilginç yaklaşımlarının mimarı Marcel Duchamp‘ı büyüleyici gerçeklerin şairi Octavia Paz’ın gözünden görebileceğimiz Marcel Duchamp: Çırılçıplak Soyulmuş Görüntü adındaki inceleme eserini Şule Demirkol çevirisiyle okuyucuyla buluşturuyor ve kitabı şu ifadelerle tanıtıyor:

“Duchamp için kendi başına sanat diye bir şey yoktur, sanat bir şey değildir, bir araçtır, düşünceleri ve duyguları iletmek için kullanılan bir kablodur. Büyük Cam, mekanik formları nedeniyle avangart bir yapıt olarak görülecekse, bu formların ne söylediğine bakıldığında avangart olmadığı düşünülecektir –bir efsane, grotesk, büyüleyici bir hikâye söz konusudur burada.”


Eylül 2017 VitriniHayriye Hanım’ı Kim Çaldı?

Bir ömür bir romana sığar mı?

Bir ömür bir romana sığar. Hatta bir hikâyeye de sığar. Bir ömür şiire de sığar. Koskoca bir yüzyıla da sığdırabilirsiniz tabii ki. Eğer isterseniz bir kelimeye de..

Figen Şakacı’nın Hayriye Hanım’ın bütün ömrünü sığdırdığı roman üçlemesinin son kitabı “Hayriye Hanım’ı Kim Çaldı?” geçtiğimiz günlerde okuyucuyla buluşturuldu.

2011 yılında ilk baskısı Everest’ten çıkan ilk kitap “Bitirgen” ile başlamıştı küçük bir kız çocuğunun büyüme hikayesi. Ergenliğinin eşiğindeki küçük Hayriye’nin yediği ilk dayağı, direnişini, ilk küfrünün ağzından nasıl çıktığını işitmişti okur.

Daha sonra 2013 yılında ‘Kucağına bir kuş gibi düştüğüm Sevda’ya’ ithafıyla başladığı Pala Hayriye’de artık bir genç kız olan fitilli kadife elbiseli, kaşı-bıyığı gür Hayriye’yi anlamıştı Figen Şakacı. Evden kaçan Hayriye’nin doksanlarda başlayan üniversite hayatını ve 40’lı yaşlarına kadar geçen yıllarını.

Hamım ben daha; dalıma yabancı, ağacıma küs, köküme çekingen. Düşme korkusundan olgunlaşmaya meyletmeyen…Ham kalmaya söz vermek üzere çıkıyorum, beni on sekiz yaşıma kadar besleyen evimden..’

Eylül 2017 VitriniVe nihayet üçlemeyi tamamlıyor Figen Şakacı. Yavaş yavaş erittiği tüm yaşlarının ardından bir kadının varlığını, yokluğunu, izlerini, cümlelerini, gürültüsünü ve hayatının son demlerini seriyor gözler önüne.

Hayriye Hanım’ı Kim Çaldı? Aşkların, yenilgilerin, solgunluğun, neşeli ve dirençli kahkahanın romanı.


Eylül 2017 VitriniMetis’ten Yeni Bir Platonov Romanı: Çukur!

Seksenli yılların sonlarına kadar eserleri yayınlanamayan, Ekim Devrimi sonrası Rus edebiyatını ellerinde yoğuran Gorki ve Şolohov gibi yazarların çağdaşı Andrey Platonov’un bir eseri daha Metis tarafından Türkçeye kazandırılıyor.

Yakın zamana kadar eserlerini okuma şansı bulamadığımız, devrim sonrası Rusya’sının sivri dilli sanatçısı Platonov’un 1930 yılında tamamladığı ancak ölümünden uzun yıllar sonra 1987 yılında yayınlanan romanı Çukur, daha evvel yine yazarın Çevengur eserinin çevirisiyle Dünya Kitap Yılın Çeviri Kitabı Ödülü’nü kazanan Günay Çetao Kızılırmak tercümesiyle okuyucuya sunuluyor.

Platonov modernizmle hesaplaşan bir 20. yüzyıl aydını olmasının dışında, kendisine ustalardan miras kalan Rus edebiyatının yergici geleneğini de sanatının içine kararak Stalin dönemi Rusya’sını gerçekçi bir dille eleştirir ve sosyalizmin inşasının teorideki ve pratikteki uygulamaları arasındaki farkı gözler önüne sermeye çalışır. Devrimin ardından sosyalizmi, sosyalist toplumu ve bu toplumun ideal insan tipini inşa etmek için çalışmalar yapan ve bu noktada edebiyattan yardım bekleyen Rusya hükümetinin hiç de hoşuna gitmeyen bu eleştirel tavır yazarın tüm romanlarında kendisini doğuran üslubunu da yaratmış olur.

Coğrafyanın, Marx’tan, Lenin’den, Stalin’den haberdar olmayan, belki de hangi çağda yaşadıklarını dahi bilmeyen ya da ideolojiyi absürd bir komiklikle yanlış anlayan insanlarını anlatan yazar Çukur romanında ise yaklaşan güzel yıllarda emekçilerin hep birlikte yaşayabilecekleri büyük bir binanın temel çukurunun kazılma hikayesini anlatıyor.

Gelecek güzel yılları inşa etmeye çalışan emekçiler, onların absürd diyalogları ve tabii ki Platonov’un aslında hep hareket noktası olan varoluşçuluğu. İnsanın aslında hiç değişmeyen fıtratıyla birlikte sistemdeki eksikliklerin eleştirildiği romanın, aslında inşa edilmeye çalışılan yeni sistemin krokisi olduğunu söyleyebiliriz elbette fakat yazarın “Çöp Rüzgârı” öyküsündeki başkahramanı Lichtenberg’ün ağzından dökülen sözler Platonov tarzını bizden çok daha iyi özetler; “Muhteşem on dokuzuncu yüzyıl, yanıldın!”


Eylül 2017 VitriniMédan Geceleri

Natüralizm akımının öncülerinden biri olarak tanıdığımız Émile Zola’nın Médan’daki evinde toplanan dönemin önemli yazarları sohbet ederler ve anılarıyla yüzleşirler. Bu sohbet ortamı onları 1870 yılında yaşanan Fransa-Prusya Savaşları’na götürür ve o dönemi konu alan altı öykü ortaya çıkartır. Altı farklı yazar tarafından yazılan bu altı öykü “Médan Geceleri” adı altında derlenir ve 1880 yılında yayımlanır. Yayımlandığı dönemde edebi çevrelerde çok konuşulan ve tartışılan bu eser Sel Yayınları aracılığıyla Yaşar Avunç tarafından ilk kez Türkçeye çevrildi.

İçinde bulunduğumuz Eylül ayı itibarıyla raflarda yerini alan eserin editörlüğünü Işık Ergüden üstlendi, Mısra Gökyıldız yayına hazırladı. Émile Zola, Guy de Maupassant, J. K. Huysmans, Henry Céard, Léon Hennique ve Paul Alexis’in öykülerinden oluşan kitap, savaş döneminde cesetlerin ve yıkıntıların arasında “Zafer!” çığlığı atan subaylardan, burjuvaların alçaklıklarına ve iki yüzlülüklerine, firari askerlere dek birçok konuya ve olaya değiniyor. Her yazarın kendi üslubuyla anlattığı öykülerle savaşın tüm yönleri gözlerimizin önüne seriliyor. Acının, kanın, kötülüğün ve vahşetin bazı anlarına bizi de tanık ederken hastalık, gözyaşı, dostluk, korku dolu günleri de bizden eksik etmiyorlar.

Dünyanın insanlıktan çıkışına, vahşetine dair yazılan savaş karşıtı bu öyküler okuyucularıyla buluşmayı bekliyor.

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin