“Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık.”
(Kuran-ı Kerim, Kamer, 11)
“Kapı Ben’im. Bir kimse benim aracılığımla içeri girerse kurtulur.
Girer, çıkar ve otlak bulur.”
(İncil, Yuhanna 10:9)
Hayatımız, bir kapıdan geçmek ile başlar ve yine bir kapıdan geçmek ile sona erer. Silsile halinde, bir kapının açıldığı yerden, diğer bir kapıya ulaşarak ve mütemadi bir sır ile önümüze çıkan her kapının eşiğini adımlayarak yaşarız.
İnsanlık tarihi kadar eskidir kapıların tarihi. İlk yuvanın sıcaklığı ve ilk ölüm idrakinin yalnızlığıdır kapılar. Ardlarında taşıdıkları bilinmezlik ile her daim merak uyandırır ve her daim bir şeyleri sırlarlar*. Mevsimlerin döngüsü bir kapıdan bir diğer kapıya sürüklenip giderken, asırlık şehirlere bir kapıyı selamlayarak girilirken, bir kutsal mabedin kapısı, o kutsal mabedin kalbine atılacak ilk adımın beşiği ve o mabedin ufak bir şemailiyken ve kalplerimiz baştan başa ihtiva ettiği hassasiyetlere göre insani fıtratların diyarına açılan bir kapıyken, âlemde her şeyin iç içe olduğu hakikati yadsınamaz. İşte bu iç içe gelişen uhrevi sarmalın her kıvrak noktası bir kapı manası ve ihtişamıyla varlıkta mühim rol oynar.
İnsanlar, inşa ettikleri kapılara biçtikleri mana rolüyle, mistik** bir duyuşun heyecanını yaşamışlar ve tarih boyunca inşa ettikleri kapıları, dualar yahut çeşitli ibarelerle zenginleştirmişlerdir. Roma mitolojisinde Kapılar Tanrısı olarak bilinen “Janus” insanlığın kapılara verdiği ehemmiyetin en berrak tecellilerinden biridir. İslam mimari geleneğinde kitâbeler, Hristiyan mimari geleneğinde ise özellikle romanesk dönemde, kapının üst kısmında, kapıyı inşa eden ustanın İsa Mesih’e, inşa ettiği kapıyı hürmetle sunduğu tasvirler örnek olarak gösterilebilir. Tezyinatını insanın soyut düşüncesinden beslediği manadan alan kapılar, İslam geleneğinde birçok hat sanatı çeşidinin teşhir edildiği bölgeler hâline gelmiştir. Ekseriyetle Selçuklu dönemi eserlerinde gördüğümüz ve taş işçiliğinin en muazzam örnekleri olan kapılar, bir ışık gölge oyununun da en mühim parçası ve sembolik açıdan, manası kendisinde saklı gizli bir iletişim dilinin ve mistik geleneğin aktarıcısıdır.
Kutsal bir mabedin kapısı, açıldığı eksen itibariyle o mabedin mihrabını yahut apsis denen kısmını gören bir konumdadır. Erken Osmanlı yapılarında ise cami bazında, zaviyeli plan tipine sahip olan camilerde harime (namaz kılınan bölge) geçişin merdivenle sağlanmasından dolayı bir istisna göze çarpmakta, lakin bu istisna da kendisine ait manası ve mimari geleneğinin ihtiva ettiği dil açısından yine kapı olgusu için farklı bir ehemmiyet teşkil etmektedir. Erken Osmanlı yapılarında zaviyeli plan tipine sahip olan camilerde kapıdan içeriye adım atıldığı anda, sağa ve sola uzanan ve o dönemde sosyal bir tesis misali kullanılan alanlar ile tam karşıda mihraba uzanan ve ibadete ayrılmış olan bölümün bir merdivenle yükseltilmesi, dünyevi meşgale ile dini uhreviyatın birbirinden ayrılması noktasında gelişen bir hassasiyetin sonucudur. Bu yapılarda kapı, hem sosyal hem de uhrevi bir mecraya açılan bir vazife üstlenmektedir.
Hristiyan mimari geleneğinin kilise bazında gelişen uygulamalarında ise bir nartheks (kiliseye girişteki kapalı ön mekân) dâhilinde yer alan kapı, açıldığı naos (ana mekân) ile apsis kısmına ilerleyen seyirde bir akış arz etmektedir.
İhtişamıyla bizleri kendisinde sırladığına davet eden kapılar, sembolik anlamda bulunduğu mimari ögenin içinde katman katman uzanan bir hiyerarşiye de işaret etmekte ve âdeta insanın, o mimari ögeden edineceği bilgiye de, o insanın kendi yapısına göre tasnif etmektedir. İnsanın ilk barınağında, kendisini koruma ve saklama güdüsü ile ortaya konulan kapı olgusuyla tarihsel süreçte inşa edilen her mimari unsurun kapı olgusu, insanın sır ve gizlenmek ile kurduğu bir irtibat ve bir dayanışmadır. İnsan, kapılar ardındakini merak etmiş, kapılar ardındakini bilmiş ve yine kapılar ardındakini gizlemiştir. Kutsallıktan, profanlığa, ve kozmolojiden, antropokozmolojiye kadar her şey bir kapı yahut kapının ardındakidir ve insanlık tarihi aynı zamanda kapıların da tarihidir.
* Örnek olarak, Mevlevi ekolü geleneğinde, “kapıyı kapat” değil, “kapıyı sırla” denir.
** Tarihsel süreçte İslam mistisizminin geliştiği yapılar olan dergâhlar ise farsça “kapı eşiği” anlamına gelmekte ve ardındaki sırra taliplerini davet etmekteydi.