“Fakat Albert Lichtenberg yirmi yıldır duymaktaydı dünyaya yayılmış bu tekdüze “Azap çek!” sesini ve azaba, yavaşlamaya, hayatın imhasına davet giderek güçleniyordu – sadece yürek günahsızca çarpmaktaydı, her şeyden habersiz, masum ve açık.” [1]
Var olduğunu ve yaşamaya devam etmesi gerektiğini hemen anımsayamayan bir adamın güne gözlerini açmasıyla başlar, Andrey Platonov’un kaleminden çıkma “Çöp Rüzgârı” adlı öykü. Tarih 16 Temmuz 1933’tür ve Platonov’un diğer metinlerinin aksine, öykünün mekânı Hitler Almanya’sıdır. Öykünün kahramanı, bir zamanların uzay fizikçisi Albert Lichtenberg’in çoktan başlamış olan dönüşümü üzerinden, “insan” kavramının önce bölünmüşlüğü ardından da başkalaşımı gözler önüne serilecektir öykünün ilerleyen sayfalarında. Oysa pırıl pırıl bir güne açılmıştır Lichtenberg’in gözleri ve henüz çöp kokusu bir ihtimal bile değildir okurun nazarında. Lichtenberg, okurun bir adım önündedir ve kendisini uyandırmak için üzerine eğilmiş olan karısı Zelda’da görür bölünmüş insanın ilk parçasını: Hayvan. Asasını alarak kendini dışarı vuran Lichtenberg’i dışarıda insanın diğer yüzü beklemektedir. Kent meydanına Hitler anıtını yerleştirmek üzere hummalı bir çalışmaya dalmış olan Nasyonel – sosyalistlerle kesişecektir yolu: Çöp.
İnsanın dönüşümünün temelinde yer alan iki kavramın altını çizer öykü: Açlık ve adanmışlık. Adanmayı reddeden kitleleri hayvana dönüştüren açlıktır ve açlığın önce fiziksel görünümde yarattığı tahribat, ister istemez hayvani bir ürkekliği de giydirecektir insan denen varlığın üzerine. Adanmışlar ise, bir yüzyıl öncesinin bilimle, akılla, hümanizmayla yarattığı iyimser ortamı postalları altında çiğneyerek insanı çöpe dönüştüren ayakların sahipleridir. Tam da bu yüzden Lichtenberg o adanmışlığa bakarak haykırır: “Muhteşem on dokuzuncu yüzyıl, yanıldın!” Bu cümleyi birkaç kez haykırır kahramanımız, çünkü gözlerini kaçıramadığı bölünmüşlük ve dönüşümü izlerken acı çeken bir bilinçtir o. Açlık ve çöp karşısında susmayacak ve susmamanın bedelini fiziksel acıyla ödeyecek; fiziksel acıdan çok “çöp gerçekliği”nin darbesiyle kendisinden, bir anlamda bedeni olan insan olmaklığından vazgeçeceği bir süreci yaşamaya başlayacaktır. A.L.’in kendi bedeninden vazgeçebilmesi; insanın insanlığından uzak düşmesi olarak okunabilir. Faşizmin rüzgarına kattığı ya da rüzgarıyla yok ettiği insan kavramı her iki halde de darbe almıştır. Faşizmin rüzgarına eklemlenen adanmışlar, onların ölçülerinde, “insan“ kalmaması gerekenleri yok etmenin silahına dönüşürken çöpleşmişlerdir de. İnsan çöptür artık; hayat ise çöpün öğütücüsü. Tüm bunları bütün netliğiyle gören kahramanımızın tek çıkarı olduğu aşikardır: “ …o sıcak, sevgili yekpare insan bedeninin vaktinin geçtiğini çoktandır kabullenmişti: Herkesin sakat olması gerekiyordu.”[2]
Platonov eliyle, despotizme yenik düşen insan ruhunun resmini çizen, yalın ve derinlikli anlatımıyla insanı sarsan bir öykü “Çöp Rüzgârı”. Yazarın faşizme karşı duyduğu tiksintiyi, okura da bulaştırmada son derece başarılı olduğu öykünün pek çok çarpıcı eğretilemeyle dolu olduğunu söylemek abartı olmaz. Lichtenberg’in Nasyonel- sosyalistler tarafından parçalanan bedenin bir çöp yığının içine atılmasının ardından, insan kalmak için giriştiği zihinsel tartışmadan tutun, çöplüğe sokulan ürkek köpeğin “… aslında acı ve yokluktan hayvan akılsızlığına düşmüş bir insan olduğunu “[3] anlamasını ve ona şefkat duymasını mümkün kılan kavrayışa kadar insanın tek kurtuluşunun düşünce sağlamlığı olduğu vurgusunu görmek mümkündür öyküde.
Kahramanın biraz olsun mutlu hissetmeye yaklaştığı anların toplama kampında komünist tutsaklarla geçirdiği zaman olması tesadüf değildir kesinlikle. Ancak onların da çöpleşenin rüzgarıyla zehirlenmelerini izlemeye dayanamayacaktır. Karşı duramamak ama kabullenememek de. Çare kendini yıkmaktır. Lichtenberg’in yitirdiğini düşündüğü insanlığına yeniden yaklaştığı an, işte bu yıkım anı olacaktır. Kendini dönüştürdüğü varlık, deli kocasını arayan Zelda’nın bile tanıyamadığı salt zihinden oluşan yeni insandır ve yeryüzünün insandan kurtuluşunun ilkel modelidir: “Bir zamanlar uzayı kavramak için çalışır, uzak yıldızlar üzerindeki olası kristalimsi örtüler üzerine hayalbaz hipotezler kurardı. Tüm bunlar gizli bir amaca hizmet ediyordu – evreni akılla fethetmek. Şimdi ise biliyordu ki, insanlar yıldızlı evrene ulaşabilselerdi daha ilk gün birbirlerinden kaçışır ve yapayalnız, birbirlerinden milyarlarca kilometre uzaklıkta yaşarlardı, yeryüzü ise kuşların yuvalandığı bir bitki cennetine dönüşürdü. “[4]
Platonov’un öyküsü, farklı okumalar ve farklı bakış açılarıyla insanlık durumunun başka başka yönlerini açık edebilen derinliği ve kapsayıcılığıyla defalarca okunmayı ve her okumada algı alanını biraz daha genişletmeyi başaran iç dinamiğiyle üzerinde daha fazla düşünmeyi hak ediyor. “ Herkesin sakat olmasının” gerekmediği bir dünyanın arayışındaki Platonov sözünün en güzel örneklerinden biri olarak “ Çöp Rüzgarı “, okuyanı arayışa ortak kılmayı başarabilen o nadir öykülerden olma özelliğini uzun süre koruyacak gibi görünüyor.
Andrey PLATONOV
Dönüş / Çöp Rüzgârı
Türkçesi: Günay ÇETAO KIZILIRMAK
Metis yay.
[1] Dönüş, sy: 65
[2] Dönüş sy: 71
[3] Dönüş sy: 73
[4] Dönüş sy: 74