Renklere ve renklerin ahenginden feveran eden şekillere, kadınsı bir duyuşun en muazzam ve en asil dokunuşuyla estetik bir kıymet hükmü veren, sanat tarihimizde pek bilinmese de, sanat dünyamız için ehemmiyet arz eden bir şahsiyetten, “Hale Asaf” dan bahsedeceğiz…
Siyah beyaz bir fotoğraf… Fotoğrafta, duru bir gökyüzünü andıran ve son derece naif çizgilere sahip çehresi, ruhunun tüm hassasiyetini ve tefekkür sahibi derinliğini ifşa eden yıldız misali parlayan iki gözü, gece karası, kısa saçları ve kaderine teslimiyetiyle, bir genç kız mütereddit tebessümüne birçok manayı gizlemiş bir hâlde bize bakmakta. Renklerin ve hayalin o münbit dünyasından, yalnız siyah beyaz bir fotoğrafa mahkûm oluşu tek talihsizliği olmasa gerek… Yahut siyah beyaz bir unutulmuşluğun sükûnetinde, sadece eserlerin kendilerine has sesinin yankılanması, sanatın, sanatçıya bahşettiği, dünya ötesi bir hediyedir belki, kim bilir?
1905 yılında İstanbul, Kadıköy’de Tıbbıye Reisi Rasim Mehmed Paşa’nın konağında dünyaya geliyor Hale Asaf… Hıçkırıkları konağın duvarlarında gece ve gündüz mütemadiyen yankılanıyor. Annesi Enise Hanım tarafından Çerkez Mehmed Rasim Paşa’ya, babası Salih Bey tarafından ise sadrazam Halil Hamid Paşa’ya torun olan Hale Asaf, bünyesindeki rahatsızlıklar sebebiyle ailenin göz bebeği olarak büyüyor. Bünyesindeki rahatsızlıkların getirisi olarak 1910’da, daha beş yaşındayken bir takım cerrahi operasyonlar geçiriyor ve ciğerlerindeki kistler alınıyor. Böyle zorlu bir çocukluk geçirirken belki de teyzesi Mihri Müşfik Hanım’ın etkisiyle sanata ve estetiğe ilgi duymaya başlıyor. Teyzesi Mihri Müşfik Hanım, “İnas (kız) Sanayi-i Nefise Mektebi”nin (Kız Güzel Sanatlar Akademisi) ilk kadın yöneticisi olmakla beraber, ayrıca saray ressamı olarak bilinen Zonaro’nun öğrencisi olması ve çağdaş resim çalışmalarından bulunan ilk kadın ressam olma yolunda emin adımlarla ilerlemesi sebebiyle Hale Asaf’ın sanatçı kişiliğinin oluşmasında rol model oluyor.
Çocukluğunun zorlu yıllarını Büyükada ve İstanbul arasında geçiren Asaf, ortaöğrenimini Notre Dame de Sion’da tamamladıktan sonra, 1919 yılında İtalya’da yaşayan teyzesi Mihri Müşfik Hanım’ın yanına ailesiyle birlikte seyahat ediyor ve belki de ilk pratik teknik resim derslerini teyzesinden almaya başlıyor. Mihri Müşfik Hanım, yeğeni Hale Asaf’ın her ne kadar bir ressam olmasını tereddüt ile karşılıyor ve onu vazgeçirmek istiyorsa da muvaffak olamıyor. Resim sanatında kabiliyetini tartışmasız bir hakikat olarak ortaya koyan Hale Asaf’ı ailesi 1920 yılında Paris’e gönderiyor Montparnasse’de ressam Namık İsmail gibi bir üstada öğrenci olan Asaf, 1921’de Berlin Güzel Sanatlar Akademisini kazanıyor ve teyzesi Mihri Müşfik Hanım’ın da hocası olan Prof. Arthur Kampf’ın öğrencisi oluyor. Burada eğitimine devam ederken yeniden vuku bulan rahatsızlığı sebebiyle bir göğsü alınıyor Asaf’ın… Psikolojik olarak da etkilenen ressamımız, bir de üzerine gelen geçim sıkıntıları sebebiyle 1924’te İstanbul’a dönüyor.
Rahatsızlığının ve sanatçı kişiliğinin getirdiği hassasiyetin ruhuna bahşettiği tüm buhranlarını tuvaline dökmeyi ve kendini böyle ifade etmeyi bir şuur haline getiren Asaf, sanat ve resim tutkusundan ayrılmayarak İnas Sanayi-i Nefise Mektebine kaydoluyor. İbrahim Çallı ve Feyhaman Duran gibi hocalardan dersler alarak yaratıcı kişiliğini pekiştirmeye devam ediyor. 1925 yılına kadar Hale Salih Asaf ismini kullanan sanatçı, bu yıldan sonra babasının ismini kaldırarak Hale Asaf ismini kullanmaya başlıyor. 1925 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Almanya Münih’e gönderilen Asaf’ın 1926 yılında kendisine has bir üslupla çalıştığı portreleri Galatasaray Sergisinde sergileniyor. Mühih’teki kısa bir eğitim sürecinden sonra 1927’de Paris’e gidiyor, Academia de la Grande Chaumiere’de, Andre Lhote’nin öğrencisi oluyor ve 1928’de seramik sanatçısı İsmail Hakkı Oygar ile nişanlanıyor ve Türkiye’ye döndüklerinde evleniyor. Aynı sene Bursa Kız Öğretmen Okulunda resim dersleri vermeye başlayan Asaf, ayrıca Necati Bey Kız Sanat Enstitüsünde Fransızca dersleri de veriyordu. Lakin Bursa’ya uyum sağlayamayan ressamımız görev değişiminde bulunuyor ve İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde Namık İsmail’in yardımcısı oluyor. İçindeki buhranlarının ateşinde yanan Hale Asaf, 1931’de eşini ve akademideki görevini bırakarak Paris’e gidiyor, burada gözlerinden ameliyat olduktan sonra, belki de hayatının aşkı olarak anılabilecek Antonia Aniante ile tanışıyor. İtalya’daki faşist yönetimden kaçan bir yazar olan Antonia’nın müdürlüğünü yaptığı Avrupa Gençlik Kütüphanesinde çalışmaya başlıyor ve çeşitli sergilere katılıyor. Arnavutluk kralının portresini yaparak kralın övgüsüne ve hediyesine mazhar olan ressam, kanser olduğunu öğreniyor ve intiharı düşünüyor.
Sıhhat yönünden mukavemet gösterdiği tüm zorluklarla beraber, ruhunun zerafetini eserlerine yansıtan Asaf’ın son eserinde işlediği konu bir hayli manidardı. Son resminde çiçekler ve kuşların arasında bir kadın ve bir çocuk ile gökten onlara doğru uzanan bir yardım elini tasvir ediyordu. Eserlerinde akonstrüktif1 bir üslubun izleri görülen Hale Asaf’ın, kullandığı boya darbelerinde titiz ve renk uyumunda ise gayet başarılı olduğu görülmektedir. Günümüze 21 portresinden 10’u ulaşan sanatçının, ayrıca sadece 4 tane natürmort çalışmasına ulaşılabilmiştir. Tarzı Matisse ekolü olarak tasnif edebilecek nitelikte olan ressamın, Bursa’da kaldığı yıllarda çizdiği bursa manzaraları da bilinmektedir.
Çocukluğundan beri süregelen rahatsızlıklarının artması sebebiyle, Paris’te, 31 Mayıs 1938 yılında, otuz beş yaşında iken vefat eden sanatçı, Thiasi mezarlığına defnedilmiştir. Kısacık hayatına sığdırdığı devasa sanat birikimi ve çalışmaları ile bir sanatçının ruh iklimini anlamamız bakımından da muazzam bir örnek olan Hale Asaf, yaşadığı zorluklara göğüs gererek dirayetin müthiş bir abidesi ve öncü kadın ressamlardan olması bakımından da inancın ve umudun simgesidir.
1 Genel şekil ve düzlemlerin deformesiyle oluşturulan üslup.
harika bir paylaışm http://www.yetkintemizlik.com olarak faydalandırk.