İnsanın Karanlık Yanı Üzerine: Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın!

İnsanın Karanlık Yanı Üzerine Bir Kedi Bir Adam İki Kadın
@ Elena Viserskaya

Biz Japon edebiyatını ilginç bulabiliriz; ki alışageldiğimiz batı kültürünün ötesinde gizemli kapıların anahtarıdır o. Ve biz aynı şekilde, kötülüğün anlatımını da çekici bulabiliriz; ki hep bize dayatılan ahlaklı, güzel ve iyi olanın dışında ama gerçek hayatın tam da içindedir o. Hal bu iken, J. Tanizaki yazınını kesin etkileyici buluruz… ki gizemli Uzak Doğu’nun anlatıcısı ve sapkın olanın yaratıcısıdır o. Ve bu yazı Tanizaki üzerinedir. O halde, alışıldık bir girizgahla başlayalım yazıya…

Sapkınlığın Doğu Sınırlarında…

Her ne kadar psikolojik kavramlar olsalar da sadizmin ve mazoşizmin kökeni edebiyat tarihinde gizlidir. Marquis de Sade, adıyla anılan sadizmin yaratıcısıdır. Sapkın cinsel davranışları anlattığı kitaplarla dürtülerin, arzuların ve çılgınlıkların anlatıcısı, bilinçaltının efendisi olagelmiştir. Leopold von Sacher-Masoch ise Kürklü Venüs kitabında var ettiği karakterlerle acı çekmenin, aşağılanmanın peşindeki tutkuyu resmeder; mazoşizmi yaratır.

Sadizm ve mazoşizm, isim haklarını psikiyatriye hediye etmiş olsalar da aslan payı gene edebiyatın elinde kalmış, gerçek yaşamda hep maskelerin ardına gizlenen bu sapkın ve aykırı karakterlerin izdüşümlerini roman kahramanları canlandırmıştır. Ancak Sade’ın ve Mazosh’un anlatılarında bu dürtülerin detaylı bir şekilde resmedilmesine karşın genellikle diğer roman kahramanları alenen cinsel şiddet ve sapkınlığa meyletmezler. Gerçek yaşamda da tanık olduğumuz üzere, açık seçik bir şekilde yansıtmazlar içlerinde yatan karanlığı; hep ardına düşülüp çözülmesi gereken bir şifredir, gizlidir. Öfkeli, mesafeli, nefret dolu, kızınca kendisine hakim olamayan bir baba, bir sevgili, bir anne kılığına girebilir sadizm şeytanı. Ya da tam tersine hep mağdur olacağı ilişkilerin peşi sıra dolanan, mağduriyeti yaşam tarzı haline getiren, acıya bağımlı, kendisini acıyla var eden bir kişilik giyinir mazoşist. Sessizce boyun eğer. Acısını bir mırıltı şeklinde dile getirir, tekrarlar, söylenir ancak hiç eyleme dökme girişiminde bulunmaz. İşte gerçek yaşam gibi edebiyat da bu gizli sadist ya da mazoşist karakterlerin örtük davranışlarında sahnelenir.

Henry Miller, Tanizaki’nin en önemli yazarlarından biri olduğunu ve kitaplarında aşkın sapkın yönlerini anlattığını belirtir. Modern Japon edebiyatının en önemli yazarlarından sayılan J. Tanizaki, 1965 yılında öldüğünde arkasında onlarca roman bırakan, Avrupa uygarlığının alışageldiğimiz anlatılarının karşısına geleneksel ve mistik doğu kültürünün bakışını koyan, üretken ve yaratıcı bir sanatçı. Eserlerinde insan ilişkilerdeki karanlık yanlara ışık tutar ve yaşamı boyunca kötücül güzellik, erotizm, sadizm, mazoşizm gibi temaların etrafında gezinir. Edgar Alan Poe, Oscar Wilde ve Marquis de Sade onu en çok etkileyen yazarlar olarak anılır.

Tanizaki Yazını ve Sapkın Karakterler…

İnsanın Karanlık Yanı Üzerine Bir Kedi Bir Adam İki KadınOnun kitaplarıyla henüz tanışmadıysanız iyi bir başlangıç olabilecek Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın adlı romanı, Ağustos 2017’de Sinan Ceylan’ın Japonca aslından yaptığı çeviriyle Jaguar Kitap tarafından dilimize kazandırıldı. Daha önce dilimize birçok kitabı çevrilmesine rağmen Türk okuru tarafından çok tanınan bir yazar değil. Oysa doğu mistisizmini batının psikolojik tahlilleriyle birleştiren ve önemli Japon yazarlar arasında zikredilen J. Tanizaki, edebiyatın dünyaca tanınan isimlerindendir. Yirminci yüzyılın ilk yarısında pek çok esere imza atar ve daha o yıllarda cesur bir şekilde insan ilişkilerindeki karanlığı ve sapkın yanları anlatır. Anlatılarındaki ana konu, tutucu bir toplumun modern-global dünyaya doğru yol alırken yaşadığı sorunlardır ki insan faktörü bunun dışında tutulamaz; insanların psikolojik, içsel dünyalarında meydana gelen çalkantılardır  onun yazma nedeni. Toplumsal normallik sınırları içinde kalmayan insanlardır Tanizaki’nin roman kahramanları. Onları geleneksel Japon ailesiyle birlikte vererek çarpıcı bir karşıtlık yaratır. Gizemli doğu kültürünün kapılarını açar kitapları. Sınırsız itaatkarlıklarıyla, kimonolarıyla tanıdığımız kadınların çekik gözlerinden sunar dünyayı. Samuray geleneğinden gelen erkeklerin sesinden anlatır. Teknoloji bağımlısı, Avrupa yaşamına ayak uydurmaya çalışan, bocalayan, çatışan yeni neslin ikilemleriyle karşılaştırır  bizleri.

Tanizaki’nin iki ana konu etrafında yazdığı gibi bir genelleme yapılabilir. Bunlardan ilki aşkın sapkın yanlarıdır ki sadizm-mazoşizm ekseninde yoğunlaşan ilişkiler en sık anlattıklarıdır. Sadist ve mazoşist eğilimleri yani acı çektirmeye ve ya acı çekmeye, aşağılanmaya yatkın kişilikleri anlatır. 1961 yılında yazdığı ve filme de çekilen Çılgın Bir İhtiyarın Güncesi, Vladimir Nabokov’un Lolita’sını aratmayacak kıvamda, gelinine aşık olan yaşlı ve hasta bir adamın mazoşist sapkın aşkının anlatısıdır.

İkinci ana konu ise Japon aile yaşamı, gelenekler, aile içi ilişkiler ve batılılaşma yolunda yaşanan iç çatışmalar olarak belirlenebilir. Hakkında yazılan biyografilere bakıldığında 1923 yılında yaşanan Büyük Kanto Depremi’nin yazınsal hayatında bir dönüm noktası olduğu görülür. O yıla dek romanlarında sergilediği batı hayranlığı yerini geleneksel olana duyulan saygıya bırakır: Batı artık eleştirel bir kültürdür onun için. Ancak kitaplarında bu keskin çizgiye rağmen sınır aşımı da sıklıkla görülür, Batılı kadına duyulan ilgi ve çekim gücü hayatı boyunca sızar anlatılarına. Tanizaki’nin kitapları batılı kadın ile Japon kadını arasındaki tezatlığı, uygarlaşmaya ve batılı kadınlara benzemeye çalışan geleneksel Japon kadınının ikilemlerini yansıtır. Batılı kadın figürü onun için kilit görevi görür.

Bu yazıya konu olan Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın ise, bir Japon ailesinin yaşamı, insan ilişkileri ve kedi sevgisi üzerine yazılan bir kısa roman. Hayvan sevgisinin dışa vurumu ve aile içi ilişkilerin dinamiğini ele alan bir anlatı gibi görünse de konu bu kadar sıradan ve basit değil. Günlük hayatın dikkat çekmeyen bu basit kesitinde efendi-köle ilişkisi içinde kendini var eden, acıyı içselleştirerek hayatlarının parçası haline getiren, birey olamadan toplumsal rollerini oynamaya çalışan insanların çatışmalarını ele alıyor yazar ustalıkla. Yüz sayfaya sığan roman, derin psikolojik ve sosyolojik  çözümlemeler içeren bir özellik kazanıyor böylelikle.

Öyleyse anlatı…

 Kitabın ne anlattığı adında şifrelenmiş, zira romanın ismi metnin genel hatlarını ele veriyor: Bir Adamın (Şozo) hayatındaki İki Kadının yani eski (Şinako) ve yeni karısının (Fukuko) ve Bir Kedinin (Lili) çevresinde kurgulanmış hikâye. Eski eşin yeni olana yazdığı ve evdeki kediyi kendisine vermesini rica ettiği mektupla başlıyor anlatı. Böylece daha ilk sayfadan karakterlerin kişilik özelliklerini tanımaya başlıyoruz.  Aslında evliyken kediden hiç haz etmeyen, hatta ona kötü davranan eski eş Şinako yaşama tutunmak için kediyi ister. Bu istek hem bize hem de yeni evli çifte hiç dürüst ve mantıklı gelmese de Şinako’nun yalnızlığı, terk edilmişliği ve çaresizliği gerçektir. Öte yandan adamın kediye davranışları normallik tanımları dışında, adeta bir kadına duyulan tutkuya benzer yapıdadır. Adamın yeni karısı da mektubu okuyunca fark ettiği, su yüzüne çıkan bu garip ilişkiye son verme niyetindedir. Bu arada gerçek bir kişiliğe sahip gibi davranan Lili de olaylara dâhil olur.

Hikâye ilerledikçe kişilerin dış görünüşlerini değil maskeler altındaki yüzlerini görmeye, kendilerinin bile farkında olmadığı karanlık yanlarını fark etmeye, küçük hayatların büyük güç savaşına tanık olmaya başlarız. Kitabın başlığında yer alan adam yani Şozo, eski karısını evden kovarak daha genç olan kuzeniyle evlenir. Bu anlatımla istediğini yapan, bencil bir kişi gibi görünse de aslında kendi kararlarını veremeyen, tembel, bir baltaya sap olamamış, annesinin sözünden çıkamayan, ergenlik duygulanımda saplanıp kalmış ve büyüyememiş mıymıntı bir adam ile karşılaşırız yol aldıkça.

Eski eş ise yalnız, mutsuz, başka bir kadın için terk edilen bir kadındır. Ancak zaman içinde onun bu sessiz görünümüne rağmen kendi geçimini sağlayabilen, inatçı, dirençli ve karakter sahibi biri olduğunu görürüz. Yeni eş ise kuzeniyle evlenebilmek için kayınvalidesiyle  işbirliği yapan, dağınık, bencil, şımarık bir kadındır. Şozo’nun annesiyse çeyizi ve getireceği para nedeniyle yeğenini gelin olarak seçen, çıkarcı, maddiyatçı yaşlı bir kadın. İşte tüm bu kişilik özellikleri bile anlatılanın sadece en üst ve ince katmanı diyebilirim. Bu kişiliklerin altında, daha derininde  asıl sapkın kişilikler yatar. Görünen ve gölgede kalan, aşikar olanla gizlenen, aynadaki akis ve gerçek karışır. İşte Tanizaki’nin sapkın insanlık halleriyle baş başayız artık.

İnsanın Karanlık Yanı Üzerine Bir Kedi Bir Adam İki Kadın
@Gosia Janik, Mirrors

Lili, bir kedi olmasına rağmen diğer karakterlerin kişilik özelliklerini açığa çıkaran, kendine ait bir karakteri olan kişi, romanın ana kahramanı diyebilirim. Anlatıda yer alan her karakter içindeki karanlık yanları kedi üzerinden ele veriyor. Kediyi almak isteyen ilk eşin entrikacı yönünü görüyoruz. İkinci eşin sadist hatta kocasına kadınca şiddet uygulayan yanını da. Ve adamın kediye olan normallik sınırları dışındaki bakışını.

Lili, adamın gerçek sevgilisi, kıskanılacak bir rakip, evdeki diğer kadındır adeta. “İpek gibi yumuşacık tüylü, hem yüzü hem kendisi güzel, bu bölgelerde pek görülmeyen zariflikte Batılı cinsten bir dişiydi… aslında kedi sevmesi değildi sorun; ama ağzındaki balığı (üstelik karısının gözleri önünde) kediye uzatıp çekmesi hoş görülecek şey değildi.” Lili, Tanizaki kitaplarında kilit rol oynayan batılı kadın figürünün anlatımı aynı zamanda. Evdeki entrikacı, küçük hesaplar peşinde, itaatkar rolü oynayarak iktidarı ele geçirme savaşı içindeki Japon kadınlarının karşısında asil, güzel, karakter sahibi, farklı bir batılı güzel. “Avrupa kedileri tıpkı güzel bir kadınınki gibi usulca kıvrılan şık ve estettik omuzlara sahip olduğu için, kare omuzlu ve katı görünümlü Japon kedilerinden genellikle kolayca ayrılırdı. Ayrıca Japon kedilerinin hafif gözaltı çukurları, belirgin yanak kemikleri ile uzun ve dar kafaları olurdu; Lili’nin ufacık bir kafası vardı. Muhteşem büyüklükte altın rengi gözleri, gergince titreşen burnu ve adeta ters çevrilmiş bir midye kabuğunu andıran belirgin hatlarla çerçevelenmiş bir suratı vardı. Ama Şozo’yu bu kadar etkileyen, kedinin tüyleri, yüzü ve ya vücudu değildi. Mesele dış görünüşü olsaydı, bir İran ve ya Siyam kedisi çok daha güzel seçim olurdu. Lili’yi bu kadar çekici kılan şey onun kişiliğiydi.”

Lili, adam için aynı zamanda bir cinsel çekim alanıdır; bu bakış sapıklık boyutunda ve alenen verilmez kitapta, şefkat ve sevgi kelimelerinin ardına gizlenir. Doğum yapacağı zaman kocasına seslenen, acısını anlatan genç ve güzel bir kadına benzetir onu. Geceleri yatağına gelen, aşağılara kadar sokularak rahatça uyuyabileceği yeri arayan ve adamın kasıklarına inen bir kedidir Lili. Adamı anlayabilecek ve ona iyi davranan tek canlıdır. “Şozo, annesinin ve karısının ona kendi ayakları üzerinde duramayan, geri zekalı bir çocuk muamelesi yaptıklarının farkındaydı ve bu duruma çok üzülüyordu. Ama dert yanabileceği bir dostu olmadığından hepsini içine atmak zorunda kalıyor, kendisini yalnız ve çaresiz hissediyordu. Bu, Lili’ye olan aşkını daha görkemli kılıyordu. Bu yalnızlığa olan esaretini ne Şinako ne Fukuko ne de annesi anlayabilirdi. Sadece Lili, hüzünlü gözleriyle esaretin zincirini parçalayarak ona huzur verebilirdi.” Lili, adam için bir sevgili, Batılı kadın, anlayışlı eş olarak yer alır kitapta.

Sadizm-Mazoşizm Ekseninde Tanizaki Yazını…

İnsanın Karanlık Yanı Üzerine Bir Kedi Bir Adam İki Kadın
@ Elena Viserskaya

Giydiğimiz rollerce varız. Her duruş bir kıyafettir üstümüzde taşıdığımız, kimi şık kimi günlük. İnsan kişiliği ve insan ilişkileri görünenin ötesinde bir anlam içerir. Siz mağdur, ezilen, uyumlu, ağzı var dili yok biri dersiniz, ben acıya bağımlı, acı çekmekten zevk alan, aşağılanacağını bildiği ilişkilerin peşinde gizli bir mazoşist görürüm tam da sizin baktığınız yerde. Siz düzenli, kendi kurallarından taviz vermeyen, öfkeli, sinirine hakim olamayan biri dersiniz, ben acı çektirmekten ve efendi olmaktan zevk alan sadist davranışlara eğilimli bir kişilik okurum onun karanlığında. İşte edebiyat da bunu yapar; görünenin ardında kalanı anlatır. Açıkça ortada olanın değil gölgede kalanın peşindedir. İnsanı ve insanın içindeki en karanlık köşeleri amaç edinir. İşte edebiyat bu nedenle hep bilinenleri anlatsa da aslında hiç bilmediklerimizi, göremediklerimizi, ayırdına varamadıklarımızı tarifler bize.

Kitaptaki roman kahramanlarına baktığımızda da en derinde yatan sadizme ya da mazoşizme yatkın kişilik özellikleri yavaş yavaş gün ışığına çıkar. Onların karanlık yanını anlayabilmek için psikiyatri bilmek gerekli değil, günlük hayattan aşina olduğumuz hareketler ele veriyor sapkın olanı. Okur, metnin içinde yol aldıkça olaylar, diyaloglar, monologlar yoluyla ayrımsar içerdeki karanlığı. Kimi zaman bir kadının katı şirretliğinde kimi zamansa bir kediye duyulan sınırsız, aşkvari bir sevgide…

Bir Yolculuksa Okumak…

Okumak, farkı zamanlara ve mekânlara doğru bir yol alıştır. “Yolcu, bir gün yolunu yitirirsen, artık eski yolunu bulmaya çalışma, yeni yol ara kendine” dediği üzere Ferit Edgü’nün size yeni bir yol, taze bir yolculuk önermeye çalıştım ben de. Alışıldık hayatların ötesinde, çekici, faklı bir yere. Samurayların ve geyşaların ülkesine. Uzak doğunun kapılarını açacak sihirli kelimeleri  öğrenmeye.

Dilimize başarıyla çevrilen kitaplar sayesinde Latin Amerika’nın, Orta Doğu’nun, Uzak Doğu’nun ve bilinmezliklerle dolu, gizemli, çekici Japonya’nın topraklarına ulaşabiliyoruz artık. Dünya edebiyatının son yıllarda en ilgi çeken, merak uyandıran alanlarından biri Japon Edebiyatı. Hep alışageldiğimiz batı uygarlığının modernist anlatıların karşısına farklı bir bakış açısı koyuşudur belki bu ilginin nedeni.

Dünya edebiyatına dâhil olan, dönüşümünde rol oynayan bir Japon edebiyatı var karşımızda. Sınır tanımaz üretkenliğiyle modern şehirlerin keşmekeşine uyum sağlamaya çalışan insanları anlatan, “koşmasaydı yazamayacak” olan Haruki Murakami var mesela. Ya da 2017 yılının Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Kazuo Ishiguro ki kendisi İngiliz vatandaşı olmasına rağmen geleneksel doğu kültüründen miras aldığı yazım tarzıyla bu ödüle layık görülür. Nobel Edebiyat Ödülü’nün ilk kez bir Japon yazara verilişi değil bu üstelik, 1994 yılında seçilen Kenzaburo Oe, Kişisel Bir Sorun adlı başyapıtında özürlü bir çocuğun babası olma duygusunu gerçekçi bir şekilde, okuru duygusal girdaplara sürüklemeden muhteşem bir şekilde resmeder. İnanç ve merhamet kelimelerinin gerçek anlamını sorgulatan, okuru kendi karanlığıyla yüzleştiren ve ünlü yönetmen Martin Scorcesse tarafından filme çekilen Sessizlik romanının yazarı Şusaku Endo’yu da sayabiliriz. Ve insanın içindeki en gizli noktalara ışık tutarak onu insan ve aile ilişkilerindeki ikiyüzlülüğüyle ifşa eden  J. Tanizaki.

Son Olarak…

Kitabın kapak tasarımı diğer ülkelerde olanların aksine bir kediyi değil kırık bir çanağı taşımış görsele. Hakan Güngör tarafından tasarlanan bu kapağın farklı ve yaratıcı olduğunu söyleyebilirim. Zira kırık çanağın anlatıda özel ve simgesel bir yeri var. Hem bir kadının çaresizliğini hem de içinde yatan şefkat ve sevginin gün ışığına çıkışını bu kırık çanakla vermiş Tanizaki. Sinan Ceylan tarafından yapılan çeviri de oldukça başarılı. Anlatının akıcılığını ve psikolojik bakışı kaybetmeden dilimize çevirmiş.


Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın
J. Tanizaki
Jaguar Yayınları
Ağustos 2017

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin