Sait Faik Abasıyanık, Türkçe edebiyatın dönüm noktalarından biridir. Alanın uzmanları, onu çağdaş Türkçe hikayeciliğinin öncülerinden sayar. Büyük de bir edebiyat emekçisidir. Hayat hikayesine azıcık göz gezdirdiğimizde kolayca anlayabiliyoruz zaten bunu. Bir seramik ustasının yaptığı gibi, özenle döşemiştir Türkçe öykücülüğünün yeni yollarını. Yine hayat hikayesine baktığımızda bunun kendisi için çok da kolay olmadığını anlayabiliyoruz.
Abasıyanık, ilk öyküsünü 1926 yılında edebiyat öğretmeninin verdiği ödev için yazar. Öğretmeni ‘İpekli Mendil’ adlı öyküyü çok sevip sınıfta sesli okutur. Abasıyanık’ı yazmaya ve bu alanla ilgilenmeye bu teşvik eder. Sait Faik Abasıyanık’ın yazma serüveni de böyle başlar işte.
Abasıyanık metinlerinde, yarattığı karakterlerden başka bir şeyle ilgilenmiyor adeta. Onun ne değer yargıları, ne estetiği, ne de ahlak anlayışı toplumunkine benzer, ne de gözleri herkesinki gibi görür.
O karakterlerini toplum denen zeminin üzerinde yankılanan ayak sesleriyle değil, insan denen göğün altında parladıkları renkleriyle yansıtırdı. Bu, gerçekliği görmezden geldiği anlamına gelmez.
Bahsettiğim şeyi en iyi ‘Şehri Unutan Adam’ öyküsüne nasıl başladığıyla anlatabiliriz: “Çoktan beri şehre inmemiştim. O gün insanları sevebilmek arzusuyla otelin kapısını açtığım zaman karşıma ilk çıkan insan bir küfeci çocuğu oldu.” Abasıyanık, bu cümlesinde “insan” vurgusu yapmayabilirdi, karakterinin karşısına ilk çıkardığı “insan”ı bir “küfeci çocuğu” yapmayabilirdi.
***
Jean Genet, kendi hayatından anılar yazdığı “Hırsızın Günlüğü”nde “Bir kürek mahkumunu -ya da bir suçluyu- betimleyecek olsam, onu o kadar çok çiçekle donatırım ki, bunların altında gözden kaybolurken, kendisi de başka, dev gibi, yeni bir çiçek olur.” der. Her ne kadar Jean Genet’nin ‘suç’a bakışı farklı olsa da ‘suçlu’ya bakışı Sait Faik Abasıyanık’ınkine çok benzerdir.
Genet suçluyla ilgili şunları söyler: “Sizin dünyanızın erdemlerini yadsıyan suçlular, yasak bir dünya kurmayı umutsuzca kabul ederler. Orada yaşamayı kabul ederler. Orada hava iğrençtir: Onlar bu havayı solumayı bilirler. Ama -suçlular sizden uzaktır- aşkta olduğu gibi, beni ve kendilerini dünyadan ve dünyanın yasalarından ayırırlar.”
***
‘İpekli Mendil’ küçük bir hırsızın hikayesidir. “On beş yaşında vardı. Hani böyle şey âdeti değildi ama gençlik işte. Birisi ondan ipekli mendil istemişti, hani canım anlarsın ya, âşıklısı, sevdalısı, komşu kızı işte! Para da yok ki gidip çarşıdan alsın. Düşünmüş taşınmış aklına bu çare gelmiş.” Abasıyanık hırsızı öyle anlatır ki, onu sarıp boynundan koklayasınız gelir bir çiçeği koklar gibi.
Küçük hırsız, bir ipekli mendil çalmak için girdiği fabrikanın nöbetçisine yakalanır. Nöbetçi burada önemli bir figür. Hem iktidarın hem itaatkarın kendisi. Hem bekçi hem sahip. Hem güçlü hem güçsüz. Tüm bunların verdiği güvenle “Bu yaşta bir çocuk hırsız! Efendi, hapisanede yatsın da akıllansın” diyebiliyor.
Öyküsünü şöyle sürdürüyor Abasıyanık: “Çok korkuttuk ağlamadı. Gözleri ağlamaya hazır çocukların gözlerine döndü ama, dudaklarında azıcık bir titreme gözükmedi ve kaşları sabit, kararlı hallerini hiç bozmadılar. Yalnız biraz rüzgarlıydılar. Bırakınca azat edilmiş bir kırlangıç gibi fırladı. Ay ışığını ve mısır tarlasını, keskin bir kanat gibi sıyırarak kaçtı gitti.”
Tam da Genet’nin bahsettiği kurmak zorunda kaldıkları yasak dünyada yaşayan suçlular gibi. Küçük hırsız ipekli mendil çalmayı umutsuzca kabul etmiş, zorluklarının bilincinde. Orada nöbetçi tarafından bir araba dayak yese bile, polise teslim edilse bile bunu kabul etmiş, göze almış bir kere. Kendini nöbetçi ve diğerlerinin dünyasından ayırmış. Ayrıldığı yerde yaşamasını bilmiş.
Küçük hırsızın ipekli mendili ile Jean Genet’nin çaldığı vazelin tüpü o kadar çok benzerlik gösterir ki… Genet, o olayı hatıralarında şöyle anlatır: “… bir akşam, üstümü arayan bir polis, şaşkınlık içinde, cebimden, başka şeylerin arasında, bir vazelin tüpü çıkardığında büyük üzüntü duydum. Bu tüple alay etmeye cesaret ettiler, çünkü içinde mentollü vazelin vardı.”
Genet’nin anısındaki polis, Abasıyanık’ın öyküsündeki nöbetçinin ta kendisidir. Genet ise anlatısını şöyle sürdürür: “Aslında söz konusu olan alt ucundan birçok kez kıvrılmış bir vazelin tüpüydü. Yani önceden kullanılmıştı. Bu baskında toplanan adamların ceplerinden alınmış kibar eşyalar arasında, bu tüp iğrençliğin ta kendisinin, çok büyük bir özenle gizlenen iğrençliğin göstergesiydi.”
Abasıyanık’ın ilk öyküsü olan ‘ipekli mendil’deki karakterler birçok yönüyle Jean Genet’nin algısındaki suçlularla örtüşüyor. Genet bir hırsız olarak “Bir malı çaldığımda mülkiyet düşüncesi içinde yüzerim. Orada olmayan mal sahibini yeniden yaratırım. Önümde değil, çevremde yaşar” der. Ben bunu şöyle okumak isterim: Hırsız, toplumdan hakkı olanı alır. Abasıyanık’ın küçük hırsızı da hakkı olduğuna yürekten inanmazsa, iki kez yakalandığı fabrikaya üçüncü kez gider mi? Tam bu noktada işte çalınan şey toplumun ortaklaşa, özenle gizlediği iğrençliğin göstergesine dönüşür. Genet’nin kullanılmış vazelin tüpü, Abasıyanık’ın küçük hırsızının elinde bir ipekli mendile dönüşür.