Kasım 2017 Vitrini

Kasım 2017 Vitrini
Desk with Books, Charles Lewis Fussell

Kasım 2017 VitriniMaurice Merleau-Ponty
Algının Fenomenolojisi

20. yüzyılın en önemli düşünce adamlarından Maurice Merleau-Ponty’nin 1945 tarihinde yayına hazırladığı başyapıtı Phénoménologie de la perception “Algının Fenomenolojisi” İthaki tarafından okura sunuluyor.  Emine Sarıkartal ve Eylem Hacımuratoğlu tarafından çevirisi yapılan eser bu ayın son çıkanlarından.

Fenomenolojinin başlıca filozoflarından olan ve varoluşçu felsefe alanında yaptığı çalışmalarla, öznellik ve algı kuramlarıyla tanınan Maurice Merleau-Ponty eserinde bedeni merkeze oturtan bir yorumla Husserl’den aldığı fenomenolojik yöntemi yeniden yorumluyor.

Eserde Descartes ve empiristlerden beri süregelen psikolojizm ve entelektüalizm tartışmasının yeniden gözden geçirilmesinin yanında felsefe aracılığıyla bilim ve sanat arasındaki ilişki irdeleniyor. Yaşanan ve duyulan dünya üzerinde durularak genel manada bir insan öznelliği kuramı oluşturmaya çalışılıyor.

Analitik felsefesinin çağdaş sorunlarının ilk grafiklerini ortaya seren bu çalışma, düşüncenin somutlaştırılmasını isteyen ya da buna ihtiyaç duyan herkesin referans alabileceği bir kitap. Dolayısıyla disiplinler arası bir düşünme yöntemiyle birlikte geniş bir etki alanı yaratarak etkileyici bir ‘’ilgili’’ kitlesi oluşturabilir.

Heidegger’in varoluşçuluğundan, Husserl’in fenomenolojisinden ve Gestalt psikolojisinden etkilenen düşünür, edebiyattan politikaya kadar birçok konuyla ilgilenmiş, döneminin entelektüel hayatında da aktif rol almıştır.


Kasım 2017 VitriniNecip Tosun
Öyküyü Sanat Yapanlar

Modern Öykü Kuramı, Öykümüzün Sınır Taşları, Emanet Hikayeler gibi çalışmalarıyla öykü türünün hep yakınında olan, Necip Fazıl Kısakürek Öykü Ödülü’ne de sahip Necip Tosun yepyeni bir çalışmayla okuyucunun karşısına çıkıyor.

Dedalus Yayınları’nın hazırladığı kitap, öykü türüne dair ulaşmak istediğiniz birçok detaya sahip. Necip Tosun öykü türünün ortaya çıkışı, zamanla nasıl kendine ait bir kimliğe büründüğü ve bu yolculuk esnasında hangi duraklara uğradığı konusunda derinlikli bir inceleme yapıyor.

Rusya, ABD, Arjantin, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Kırgızistan, İran gibi birbirinden farklı coğrafyalarda yaşayan ve dönüştürücü etkiye sahip kalemlerin elinden çıkan öykülerden hareketle, öyküdeki “bilinç akışı”, “gerçeküstücülük”, “varoluşçu yaklaşımlar”, “büyülü gerçekçilik”, “fantastik öykü” ve “postmodern tutum” gibi yorumlar ele alınıyor.

Nikolay Gogol’den Anton Çehov’a; William Faulkner’den Jorge Luis Borges’e; Gabriel García Márquez’dan Cengiz Aytmatov’a kadar kırk öykücünün anlayışları, yazış biçimleri ve öykü türüne katkıları üzerinde durulan eser bir Öykü Atlası niteliğinde.


Kasım 2017 Vitrini“Aslında…”
Ercan Kesal

Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Yine dene, yine yenil. Daha iyi yenil’”
Samuel Beckett                       

Çok da değil yarım asrı biraz olsun geçmiş, Dante’ye göre de yolun yarısının ikiye katlanmasına sayılı yıllar kalmış bir ömre sığdırdığınız her şeyi yeniden icat edebilseydiniz nasıl yapardınız? Acaba sadece bir kere yaşayabildiğimiz için, bu şans sadece bir defa verildiği için mi bu kadar endişe ediyoruz?

Aslında diye başladığımız her şey en nihayetinde yaşıyoruz işte diye bitiyor çünkü. Bu yüzden biliyoruz ama susuyoruz. Tanıdık yüzlerin arasında hatta artık kalabalıkların içinde dahi yalnızlaşamıyoruz.

İletişim’in bu ay raflarda yerini alan kitaplarından biri Ercan Kesal ile insan olmaya, şiire, sinemaya, kadına-erkeğe, toprağa, memlekete dair yapılan röportajların toparlandığı “Aslında…”

Kitabın adını koyan ve sunuş yazısını hazırlayan Tayfun Pirselimoğlu: “Aslında… Şöyle oldu. Vicdan ülkesini arıyordum. Karanlık ormanlardan, kaygı çöllerinden, uğursuz vadilerden geçtim.” diyerek başlatıyor hepimizin içindeki derin karanlığa ışık tutacak olan sayfaları.

“Bütün yazdıklarımın kaynağı deneyimlerimden başkası değildir.
Asıl dert, bunlarla nasıl bir ilişki kurduğum? Eğilip her seferinde baktığım uçurum, içimdeki ‘derin karanlık’tan başka bir şey değil. Bu yüzden ne yaparsam yapayım, her şey belleğime yer etmiş karmakarışık bir malzemenin yeniden düzenlenip, üretilmiş bir tezahürü. Yaşadıklarım, gördüklerim, duyduklarım ve okuduklarımdan bende kalanları ‘yeniden icat ederek’ yazıyorum.”


Kasım 2017 VitriniKadınlık Daima Bir Muamma
Ayşegül Utku Günaydın

Ayşegül Utku Günaydın Tanzimat süreciyle birlikte Osmanlı toplumunun siyasetten sanata, gündelik yaşantısından dünyaya bakış açısına kadar topyekûn girdiği yeni merhale modernizmin kadın hareketi noktasında yarattığı yeni düzlemi inceliyor.

Metis’in bu ay raflarda yerini alacak kitabı Osmanlı Kadınlarının Özneleşme Mücadeleleri, Kadın Üzerindeki Baskı Mekanizmaları ve Yalnızlaşma, Modernleşme Sürecinde Kadın Kimliği olmak üzere üç ana bölümden oluşuyor.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Zafer Hanım tarafından yazılmış ilk kadın romanı olan 1877 tarihli Aşk-ı Vatan ile başlayan bir inceleme dizisiyle I. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e uzanan dönemde kadın yazarların romanlarındaki ortak tema, motif ve duyarlılıklar ortaya konuyor.

Bununla birlikte adlarını duymadığımız ya da unuttuğumuz kadın yazarların yazmak, var olmak ve kadın hakları için verdikleri mücadele de ele alınmış oluyor. Kendi olma bilincine kavuşmaya çalışan dönem toplumundaki kadının bir de modernleşmeyle birlikte üzerine atfedilen yeni kimliği ile yaşadığı mücadele ve bu mücadeleyle uzlaşamayan eril tavır.

Hala “Cumhuriyet Öncesi Kadın Yazarların Romanlarında Toplumsal Cinsiyet ve Kimlik Sorunsalı’’ başlıklı doktora çalışmasına devam eden Ayşegül Utku Günaydın Halide Edib’in Heyûlâ adlı romanında bir erkek karaktere söylettiği “Kadınlık daima bir muamma!” cümlesinden esinleniyor ve bu harika çalışmayı okura sunuyor.


Kasım 2017 VitriniBjørn Rasmussen Nihayet Türkçede!

“Biz organları sarıp sarmalayan elastik kılıfız. Biz jöle, ipek ve sateniz. Biz tüfeklerin namlularından yayılan salvo ve Tanrı’nın bir haziran günü alnımıza koyduğu soğuk elin rüyasıyız, bir yüzük, bir kamış, bir ekmek, bir kalp, bir mesafeyiz.”

Bjørn Rasmussen

Alakarka Yayınları Danimarkalı yazar Bjørn Rasmussen’in bol ödüllü “Ten Organları Sarıp Sarmalayan Elastik Bir Kılıftır” adlı romanını Sadi Tekelioğlu’nun çevirisiyle ilk kez Türkçeye kazandırıyor.

Rasmussen bu upuzun isimli romanında akıllardan çıkmayacak bir hikaye ile yerleşik ahlak değerlerini tüm kesinliği ve acımasızlığıyla reddediyor. Yazarın bu acımasız dili modern çağın konforunun içinde hapsolmuş bireyleri rahatsız etmeyi amaçlıyor.

Bjørn Rasmussen bu ilk romanında genç bir adamın Danimarka’nın kırsal bir bölgesinde geçirdiği ergenlik günlerini hatırlamasını konu ediniyor. Bununla birlikte bu yaşların kimlik bunalımı, ilk büyük aşk, ilk cinsel arzular, uyuşturucu, kendine kasten zarar verme isteği, umursamaz ve işlevsiz bir aile gibi okurlar için çok tanıdık olan kimi zaman kasvetli detayları  barındıyor. Ve tüm bu detaylar Rasmussen’in eleştirmenler ve okurlar tarafından daha ilk eserinden itibaren severek kabul edilmiş kendine has üslubuyla sıralanıyor romanda.

Ten Organları Sarıp Sarmalayan Elastik Bir Kılıftır bugüne kadar Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü, Montana Edebiyat Ödülü, Kultur Bornholms Edebiyat Ödülüne hak kazandı. Aynı eser 2013 yılında, yazarın kendi başarısı kadar Danimarka hükümetinin edebiyat ve edebiyatçılara da desteğinin de bir göstergesi olan, 3 yıl süreli bir hibeye layık görüldü.

Eser bugüne kadar İsveç, İspanya, Macaristan, Sırbistan, Bulgaristan ve F.Y.R.O.M.(Makedonya)da tercüme edildi. Türkiye’den okurlar Rasmussen’in Pynt (2013) ve MING (2015) romanlarının da tercümesini büyük bir heyecanla bekliyorlar.


Kasım 2017 VitriniMAX JACOB
Genç Bir Şaire Öğütler”

Vitrinin en güzel köşelerinden birine gerçeküstü şiirin yıldız falcısı Max Jacob’u yerleştiriyoruz bu ay. Yirminci yüzyıl Fransız şiirinin yenilikçi seslerinden Jacob’un yakın arkadaşları Tzara ve Apollinaire ile paylaştığı gündüz düşleri mektupları, “Genç Bir Şaire Öğütleri” i ve Zar Boynuzu adıyla yayınladığı düz şiirlerinin derlendiği kitap Salah Birsel’in kıvrak Türkçesiyle tekrar yayınlanıyor.

Önce resimle ardından da şiirle ilgilenmeye başlayan sanatçı gerçeküstücülüğün çok öncesinde şiirinde kullandığı otomatizm ve uyanık rüya görme teknikleriyle bu akımın öncüleri arasına adını yazdırmıştır. Şiire getirdiği en önemli yeniliklerden biri de görüntüyü şiire sokmak, görüntüyü şiirde erk kılmak olmuştur. Görüntünün etki alanının bu şekilde genişletilmesi de günlük hayatının dağınık bir sıralama içinde şiirin mevzusuna dahil edilmesiyle gerçekleştirilmiştir. Ancak Jacob bu dağınıklık içerisinden yeni şiire daha geniş hareket ve biçim seçenekleri sağlamıştır. Bu karmaşık sıralama ise aslında kopup geldiği gündelik hayatın sınırlarını aşmış gerçek olanın ötesine geçmiştir.

Sel’in Geceyarısı Kitapları serisinden çıkan eser bir zamanlar dönüşümlü olarak Picasso’yla yatağını paylaşan Jacob’un Paris’teki bohem hayatını ve sanatını anlatıyor. İsa gerçekten ona görünmüş müdür, sanırım asla bilemeyeceğiz ama Jacob’un şiirinde yarattığı tanrılara misafir olabiliriz.


Kasım 2017 VitriniBAUDELAIRE
“Edebiyat Heveslisi Gençlere Tavsiyeler”

Conseils aux jeunes littérateurs

Ah biz y/z kuşağının talihsiz fakat hevesli gençleri. Çok fazla hevesli, bir o kadar çıplak hissediyoruz değil mi? Keşke Sartre’nin hakkında ‘Hiçbir şeyi unutmayan adam’ dediği Baudelaire, Poe çevirileriyle ünlenirken Paris’in bohem sokaklarında onun hakkındaki dedikoduları konuşabiliyor olsaydık; annesine düşkünmüş, neredeyse kompleksi varmış, hatta bu yüzden beyaz tenli kadınlarla birlikte olmazmış!

Oedipus!

Kafka’ya göre evet, Baudelaire’de Oedipus Kompleksi vardı, ama cinsel olarak değil sadece aşırı bağlılık. Belki de bağlılık haline bağımlılık vardı Baudelaire’de.

İşte tüm bunların içinde bir de Fransızların en güzel sanat adamlarındandı, devrinin isyana temayül kalemi Baudelaire.

“Okuyacağınız tavsiyeler tecrübenin meyvesidir; deneyim denen şey belli bir miktar hatayı içinde barındırır; bu hataların hepsi (veya neredeyse hepsi) zamanında işlenmiş olduğundan, umuyorum ki benim tecrübem de hataların her biriyle doğrulanacaktır.”

Büyük sanat adamı biraz da devrinin flanörü Baudelaire esin kaynaklarını, düşünme yöntemlerini, tecrübelerini, sanatını ve şöhretini anlatıyor edebiyata heves eden gençlere.

Yine Sel Yayınlarının Geceyarısı Kitapları serisinden bizlere ulaşan kitap Alper Turan çevirisiyle dilimize kazandırılıyor.

Sanat tarihinde bizzat kendi varlığıyla bir dönüm noktası olan şairin yalnızca sanata değil, yaşama dair her noktaya değindiği eserinde hevesinizi test edebilirsiniz.


Kasım 2017 VitriniEMILE ZOLA
“Deneysel Roman”

Zola’nın çok da meşhur olmayan Therese Raquin romanını okuyanlar eğer hala boyunlarında bir ısırık darbesinin sızısını* hissediyorlarsa tıpkı Lady Macbet’in kocasının kanını ellerinde hissedişi gibi, Zola’nın adeta bir bilim insanı titizliğinde acının formülünü yazabildiğinden bahsedebilir miyiz?

Emile Zola’nın 1880 yılında kaleme aldığı ‘Deneysel Roman’ tıbbın deneysel yöntemlerinin edebiyata uygulandığı bir çalışmadır. Gözlemin çok ötesinde deneyin de kurguya destek olabileceğini hatta gözlemin yetersiz olacağını savunan, tüm eserleri dünya üzerinde en fazla eleştiriye maruz kalan Zola’nın mutlaka okunması gereken özenli eserlerinden biri olan kitap Sel Yayınları vasıtasıyla raflarda yerini alıyor.

“Öncelikle sorulması gereken soru şudur: Şu ana kadar yalnızca gözlem yöntemi kullanılmış olan edebiyatta deneyleme mümkün müdür?”

Neden mümkün olmasın veya nasıl mümkün olabilir?

Zola’ya göre natüralizm iki bilimsel ilkenin edebiyata uygulanmasını içeriyordu. Determinizm ve deney yöntemi. Ona göre insanın karakter, huy ve davranışını kalıtım, çevre ve içinde bulunduğu tarihsel an belirliyordu. Doğru ve kesin verilere nesnel bir biçimde yaklaşmak için de perspektif değiştirilmeliydi.

Peki insan söz konusu olduğunda doğru ve kesin verilerden bahsedebilir miyiz? Hemen bahsedemeyiz demeyin, önce deneyebiliriz.

*Romanda Camille karakteri kendisini boğmaya çalışan Laurent karakterini boynundan ısırır.      Laurent tüm roman boyunca bu ısırığın acısını taşır. Ancak ilginç olan onun değil sizin de boynunuzda bu acıyı hissediyor olmanızdır.


Kasım 2017 VitriniONUR ÜNLÜ: Bir Sürü Endişe
Söyleşi: Alper Kırklar

Sel Yayınlarının kasım etiketli kitaplarının arasından Alper Kırklar’ın “Onur Ünlü: Bir sürü Endişe” adını verdiği bizim ise ‘Ah Onur Ünlü’ tepkisiyle karşılığını verdiğimiz bir kitap gözümüze çarpıyor.

Şiiri, sineması, müziği, senaryoları ile son zamanların en üretken isimlerinden olan Onur Ünlü’nün koltuğuna misafir olduğumuz söyleşide Alain Badiou’den Farabi’ye, Kurt Vonnegut’tan İbn-i Rüşd’e, şiirden felsefeye, edebiyattan siyasete, tasavvuftan sinemaya, ortalama insanın hallerini konuşuyor Alper Kırklar Onur Ünlü ile.

Üretmek için önce endişe mi etmeliyiz? Kafamızda kırk tilki dolaşmalı fakat kırkının da kuyruğu sürtünme kuvvetinin etki alanına dahi girmeden birbirlerinden habersizce boşlukta salınmalılar mı? Belki inanmayacaksın sevgili okur ama Onur Ünlü endişeli* ve iki ayağını da bir pabuca sığdırabiliyor.

Ve işte biz bu endişeli hallerin sonunda muhteşem filmler izliyor, her defasında hayranlıkla kalkıyoruz yerimizden. Entelektüel birikimini ve zekasını yaptığı birçok işte gözler önüne seren Onur Ünlü’nün kafasının içindekilere birinci ağızdan ulaşmak isteyen herkes için adeta bir hazine olan bu çalışma raflarda yerini aldı bile.

Belki inanmayacaksın ama ben bu şiiri ellerimle yazıyorum sevgilim*

-Ah Muhsin Ünlü-

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin
Captcha verification failed!
Captcha kullanıcı puanı başarısız oldu. lütfen bizimle iletişime geçin!