Mezar Taşları Üzerine

mezar taşları

İçimizde gitgide derinleşen sükûtlarımız olmasa nasıl anlayabilirdik mananın bereketli dilini? Üstelik çağ kutsiyet kavramından oldukça uzak bir seyirde, kendi bunalımını kendi öz damarından beslerken… Üstelik modern sanat “modern” kavramına mahkûmken ve bu mahkûmiyet onun için bir cinayet olurken nasıl zamansız bir yaratıcılık hamlesi ile doğrulabilirdik?

Eski mezar taşlarından söz etmek istiyorum… Eski ama bir o kadar da her an ebedî bir şekilde manasını kendi hünerinden devşirecek kadar zamansız ve taze kalan eserlerden. Sükût ederek konuşan, her biri ses ötesi bir sesin; mana sesinin abidesi olan, muazzam bir ibret ve tarih vesikası. Tarih bir ibretler manzumesi değil midir ne de olsa?

mezar taşlarıEkseriyetle, fevkalade bir estetik ölçüsü ve maharetli bir ustanın ellerinde tevekkülün ve sabrın timsali olan bu abideler, bakmaktan ziyade görmenin, yaşamaktan ziyade ölmenin en berrak çizgilerini, tarihin göğsünden bizlere bahşederken bizler kıymet hükmünde, onları göz ardı ediyoruz çoğu zaman. Belki de güneşli bir günde, yıllar görmüş bir servi ağacının dibinde, toprağından sökülmüş, devrilmiş ve belki de kırılmış bir şekilde rastlıyoruz onlara. Üzerlerinde bilmediğimiz bir dilin, nakış nakış raks eden harfleri ile mahzunca duruyorlar. Bakıyoruz onlara lakin anlamıyoruz… Toprağından sökülmüş, kırılmış, devrilmiş bir halde de olsa, ebediyet soluğunu her zaman soğuk gövdelerinde taşıyacak olan bu abideler ile münasebetimiz bir bakıştan öteye geçemiyor. Üzerlerinde hat sanatının tüm inceliklerini barındıran bu muazzam eserlerin birer sanat eseri olduklarını bile bilmiyoruz. Ömrümüz üzerine biçilmiş olan faniliğin hırsını, ölümü gözlerimizin önüne seren bu eserleri unutarak mı alıyoruz? Bilmiyorum… Yoksa ölen için, birer mühim vesika, birer hüviyet olan bu eserleri ölümün acı yüzü olarak gördüğümüz için mi böyle öteliyoruz? Anlamıyorum. Aslında ne bilmek, ne de anlamak istiyorum… İnsanoğlu geçip gitmekte olana hayıflanmayı, “son” diye nitelenen kavramların ötesinde kendisine açılan yolları tercih etmemeyi nereden öğrendi böyle?

mezar taşları
Pierre Loti, sevdiği kadın Aziyade’nin mezar taşının başında.

Oysa insan, ibret ile tecrübelerini harmanlayan ve “tek damla kan ve bin türlü endişe”yi kendisine şiar edinen hazin bir varlık değil miydi? Yosun bağlamış kayalardan, üzerindeki heceler ile sahibini anlatan taşlara ve nemli topraktan gül goncasına, bir bahardan kışa, bir musalla taşından yeniden doğmuşa baktığımızda neyi görürdük biz. Modernizm denilen ve hep yanlış anlaşılan metalik kabalıklar şöyle dursun, ben; Doğudaki Hayalet adlı romanında, sevdiği kadının mezar taşının peşine düşme serüvenini anlatan ve hatta gerçek hayatında bile bu mezar taşının bir replikasını kendi evine yaptıran kadar mahzun lakin umutluyum.

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin