Mrs. Dalloway Üzerine Bir İnceleme

Sezar Keşişoğlu

Mrs. Dolloway

1920’li yılların ortalarına doğru I. Dünya Savaşı henüz sona ermiş ve İngiliz toplumu savaş travmalarını atlamaya çalışmaktadır. Artık yeni bir çağ başlamıştır. Savaş tüm düzenleri ve geçmiş dengeleri değiştirmiştir. Modern medeniyette makine sevgisi, bilim sevgisi, hızlı şehirleşme ve yeni sosyal sınıf oluşumları ön plana çıkar. 

Bu oluşumlar içinde Virginia Woolf, romanı Mrs. Dalloway’de tüm İngiliz toplumunu oluşturan karakterleri bir araya getirir. Başkahramanı Clarissa Dalloway “üst ve yönetici” sınıfa ait bir kadındır. Tüm toplumun savaştan etkilenip değişim geçirdiği bir gerçektir ama romandaki karakterlere bakılınca İngiliz üst sınıfının bu travmadan hiç etkilenmediği, tüm sıkıntıları alt sınıfın yaşadığı da net bir şekilde görülür; ancak romanın ana karakteri Clarissa Dalloway, parti vereceği gün (13 Haziran 1923, Çarşamba) öyle veya böyle savaşın bittiğine şükretmektedir. Geçirdiği bir rahatsızlıktan dolayı rengi oldukça solgun olsa da canlı, hayat dolu ve sağlıklı bir halde şehir merkezinde hem dolaşmakta hem de vereceği parti için çiçek almaktadır. O gece yine eski talibi Peter Walsh’ın kendisini aşağılamaya varan suçlamasında olduğu gibi o “mükemmel ev sahibesi” olacaktır. Ancak Clarissa, Peter’ın ön gördüğü gibi bir “başbakanla” evlenememiş sadece bir Parlamenterin “Richard Dalloway’in” karısı olarak kalmıştır. Muhafazakar Parti’nin bir üyesi olarak Richard başarılı bir politikacıdır fakat gençliğinde elde edeceği ümit edilen parlak geleceği de tam olarak yakalayamamıştır. Zaten savaş sonrası İngiltere’sinde de Muhafazakar Parti gücünü yitirmeye, yerini Sosyalist Partiye bırakmaya başlamıştır.

Mrs. DallowayTüm bu değişimler arasında Clarissa hala gençliğinde olduğu gibi partiler vermekten hoşlanmakta, her partide o “mükemmel ev sahibesi” olmakta, yine parti için elinde makası ve iğnesiyle elbisesini tamir etmekte (ki bu Peter’ın zihnindeki hep hatırladığı Clarissa imajıdır – “yalnız gezgin” Odisseus’u bekleyen Penelope figürü), partisi için çiçekler almakta, hâlâ Peter’ın düşündüğü kendisini küçümsediği gibi, partileriyle kendisini insanlara kabul ettirmekten ve etrafında ünlü insanlar görmekten hoşlanmaktaydı. Evet Clarissa’nın güçlü bir “sosyal içgüdüsü” vardı ve bununla da eski talibi Peter Walsh ve eski arkadaşı Sally Seton alay ederlerdi. Nihayetinde de artık Clarissa adı olmayan bir kadın halini almıştı. O artık her yerde kocasının soyadı ile anılan “Mrs. Dalloway”di. Peki ama bu kadar çalkantılı bir dönemde elinde bu kadar çok sayıda renkli karaktere sahip bir roman yazarı neden Clarissa Dalloway gibi düz, gelişmeyen ve değişmeyen bir karakteri romanının ana karakteri yapmış ve hatta işi bir adım daha ileri götürerek romanına onun adını vermiştir? Romandaki diğer karakterlerle olan ilişkisini incelemeden Clarissa Dalloway’i tanımak imkânsızdır.

Clarissa Dalloway, romanda adı geçen tüm kahramanların bir karşıtı, bütünleyicisi ya da ulaşmak isteyeceği bir amaç gibidir. Clarissa’nın, gençliğinde de yukarıda sözü geçen o güçlü “sosyal içgüdüye” sahip olmasına rağmen, o sıralarda daha kişilikli bir dönem geçirdiği söylenebilir. Özellikle Sosyalist Peter Walsh ile olan sonsuz tartışmaları, Peter’ın kendisini küçümsemeleri (Peter hep Clarissa’nın günün birinde bir başbakanla evlenip mükemmel bir ev sahibesi olacağını söyler) onu muhafazakâr Richard Dalloway’a iter; bunun kararını kendi verir çünkü bilmektedir ki (ve bugün elli iki yaşında hâlâ St. James Parkı’nda kendi kendine de tartıştığı gibi) bir evlilikte birlikte yaşayan insanlar arasında az da olsa bir bağımsızlık, bir özgürlük olmalıdır ve yine bilmektedir ki Peter Walsh ile bu imkânsızdır çünkü söz konusu Peter olunca her şey paylaşılmalıdır. Bu bağlamda Clarissa ve Peter bir araya gelemez bir çifttirler. Peter’ın hayatının bir başarısızlık olması da Clarissa’yı ayrıca kızdırmaktadır. Çünkü o sadece Clarissa’nın gözünde değil, aynı zamanda Dalloway kriterlerine göre de başarısızdır. Nedeni ise Peter’ın gençliğinde kapıldığı sosyalizm akımının başarısızlığa uğramış olması ve daha da vahimi Clarissa’nın kendisini reddetmesi ve Peter’ın İngiltere’yi terk edip Hindistan’a gitmesi yatmaktadır. Aslında hepsi Clarissa’nın Peter gibi bir adamla evlenecek cesarete sahip olmamasından kaynaklanmaktadır.

Mrs. DallowayDiğer taraftan bir dönem hayatlarına giren Sally Seton’a duyduğu hayranlık ve arzu, hayatı boyunca hiçbir erkeğe duyamayacağı kadar güçlüdür. Onunla başkaldırır, onunla ukalalaşır, onunla William Morris, Shelley ve Platon’un (büyük olasııkla) Devlet’ini okur ve ilk kez özgürlük, eşitlik, eşit paylaşım ve özel mülkiyetin kaldırılması gibi konularda fikirler geliştirir. Ancak Sally’nin evlenmeden hamile kalması o çok değer verdiği “toplumsal uygunluğa” ters düşer ve bir daha kendisiyle görüşmez. Sally ise zengin ve kel bir iş adamıyla evlenir ve beş oğlu olur, hiçbiri savaştan etkilenmez ve her biri üniversitede okumaktadır. O da o gece partide olacaktır, çünkü bunca sene sonra Clarissa’yı görmelidir. Partide Peter’la yan yana gelirler ve etraftaki insanları görünce, her ikisi de her geçen yıl daha tutkulu ve daha derinden hissettikleri için memnun olmaları gerektiğine karar verirler. Ne de olsa hayatlarını gençliklerinde umdukları kadar bağımsız ve başarılı bir şekilde kuramamışlar ama yine de yüzeyselleşip sistemi eleştirme yeteneklerini de kaybetmemişlerdir.

Peter Walsh ve Sally Seton, Clarissa’nın olmayı deneyip de olamadığı ve geçmişte bıraktığı yönleridir. Neticede o “insanları karnıbaharlara tercih” eden “toplumsal içgüdüsü” gelişmiş olan bir kadındır. Bunların yanında Richard Dalloway ona “iyi” gelen, onu sakinleştiren ve mantık sınırlarına getiren tutarlı bir adamdır ve Clarissa’nın da hayatının seçimidir. Richard onunla evlenmiş olmanın bir mucize olduğuna inanır. Oysa Peter, Richard’ın Clarissa’yı asla kendisi gibi tanıyamayacağını bilmektedir. Ona aldığı hediyeleri Clarissa’nın beğenmemesi, aralarında uçurumun Clarissa tarafından doğal algılanması, sanki Peter’ın bu kanılarını doğrular gibidir. Hatta ilk tanıştıklarında Clarissa’nın Richard’ın soyadını Wickham (Jane Austen’ın romanı Aşk ve Gurur’da Elizabeth’in kız kardeşi ile kaçan şarlatan asker) olarak telaffuz etmesi ve bu yanlış anlaşmanın üç arkadaş arasında bir alay konusuna dönmesi de Richard’ın Clarissa’yı tam olarak mutlu edecek tipte birisi olmayacağının ilk işareti gibidir. Ama Lady Bruton’ın verdiği ve Clarissa’nın davet edilmediği bir öğle yemeğinden sonra ona ne alacağını bilemeyen Richard, kucak dolusu güllerle ona giderken ona onu ne kadar çok sevdiğini söylemek için planlar kurup bunu dile getiremese de Clarissa kocasının kendisini ne kadar çok sevdiğini bilmektedir. O gün için Richard’ın hayatı bir “başarı,” Peter’ınki ise yukarıda bahsi geçtiği gibi “başarısızlıktır”.

Clarissa’yı Canlı Tutan Nefret Duygusu

Tüm bunların yanında bugün Clarissa çok ciddi bir tehlike ile karşı karşıyadır. Kendi gençliğine hiç benzemeyen kızı Elizabeth, tarih öğretmeni Miss. Kilman’ın etkisi altındadır ve ona karşı kendisinin Sally’ye duyduğu hayranlığa yakın bir hayranlık hissetmektedir. Dindar Miss. Kilman üst tabakaya ait birisi değildir zaten bunu da istememektedir. Sahip olduklarından dolayı onları zavallı bulur ve yaşam tarzlarını onaylamaz. Bütün istediği “dünyevi olanı” yani insani arzularını kontrol etmektir. Onları umursamayan ve eleştiren tavırları anne ile kızı neredeyse birbirlerinden uzaklaştırmış, aralarına bir duvar örmüştür. Clarissa dini küçümser, onun “ruhu ele geçirip yok ettiğine” inanırken, Miss. Kilman Elizabeth’i din ve sevgi ile etkilemektedir. Bu tipik Pürütan endüstrileşmiş düzenin bireyleri ele geçirmek için kullandığı yöntemlerin doğrudan referansıdır. O, kızını baştan çıkartan, onu kendisinden çalan bir düşmandır; Clarissa ondan nefret etmektedir ve onu canlı tutan da bu nefret duygusudur. Miss. Kilman, Clarissa için insanın gece gördüğünde boğuşacağı türden bir görüntü gibidir. Halbuki, Clarissa güzelliği ve feminenliği ile Miss. Kilman’ın içten içe ulaşmak istediği bir hedef halini almıştır. Çünkü Clarissa bir keresinde kendisi ve görünümü ile alay etmiştir.

Yukarıda sözü geçen karakterlerin hepsinin Clarissa Dalloway’le uzak veya yakın bir ilişkileri varken, romanın kahramanlarından biri, kendisi ile hiçbir ilgisi olmamasına rağmen partide ismen de olsa bir varlık gösterir: Septimus Warren Smith. Edebiyat çalışmaları yapan üniversiteli bir gençken, Emperyalizmin baskıları altında savaşa katılıp, savaştan İtalyan karısıyla dönmüş bir gazidir Septimus ve her savaş gazisi gibi suçluluk duygusundan ve psikolojik travmalardan muzdariptir. Gözetiminde olduğu doktorları insan doğasını kontrol etmeye, insanı “kurulu düzene uydurup değiştirmeye” çalışan canavarlar olarak görür. Aslında bir açıdan kendisine hissetmemeyi öğrettiği için de savaşa minnettardır. Sık sık intihar etmekten bahseder ve sonunda da bunu başarır. O artık doktoru Mr. Bradshow aracılığıyla partiye katılabilecektir. Çünkü doktor “intihar eden bir hastasından” dolayı partiye geç kalmıştır. Çok ilginçtir ki intihar eden bu genç adamı duyan Clarissa kendisinin bir şekilde ona çok benzediğini hisseder ve kendileri yaşarken her şeyi bir kenara itip bunu başardığı için de tuhaf bir şekilde memnun olur. Woolf büyük olasılıkla Septimus ve Clarissa’yı birbirini bütünleyen bir çift olarak düşünüp yaratmıştır. Ancak Septimus alt, Clarissa üst sınıfa aittir. Septimus medeniyetin çarklarında gerçeklik duygusunu yitirirken Clarissa’nın yaşamak için tutunacağı partileri vardır. Politikadan anlamamakta, düşünememekte, yazamamakta hatta piyano bile çalamamakta, ve hatta daha “bugün” “ekvatorun ne olduğunu sorsanız bilememekteydi” ama insanları partileriyle bir araya getirmekte üstüne bulunmamaktaydı. Bu onun becerisiydi ve aynı zamanda hayatta kalmasının da anlamıydı. Yaşı ilerlediği ve üretkenliğini de yitirdiği için görünmez ve bilinmez olduğuna dair garip bir duyguya sahipti. Hayatını tekrar yaşama şansı olsa bir erkek kadar politikadan anlamaya çalışır, şehir dışında bir evde oturur, daha asil ve daha samimi olurdu ama bu hayatta şehri Londra’da dolaşmayı, insanlara kendini kabul ettirmeyi, partiler vermeyi, iyi giyinmeyi ve medeniyetin nimetlerinden faydalanmayı (arabalar, uçaklar, vb.) sevmekteydi. Ancak yaptığı seçim konusunda ise kendi içinde hâlâ mücadele halindeydi.

Septimus da Clarissa gibi bilimde ve bilimin yarattığı medeniyette bir güzellik bulur. Medeniyetini savunmak için giriştiği savaşta ise büyük bir travma ile karşı karşıya kalır ve gerçeklikle baş edemez olur. Çünkü tarihçi Eric Leeds’in de tespit ettiği gibi Septimus’un yaşadığı travma “genel olarak savaşın etkileri değil, endüstrileşmiş savaşın etkileridir. Siperlerdeki zorunlu hareketsizlik ve sürekli ateş altıda olarak, bombardımana maruz kalan ve yüzünü görmedikleri bir düşmanla karşı karşıya bir durumda askerlerin pasif kalmaları” daha önceki savaşlarda görülmemiş psikolojik sonuçlar yaratıyordu” (Elaine Showalter-Giriş 1991). Clarissa’yı hayata bağlayan diğer insanlar Septimus için bir cehennem oluşturmuştu. Bu noktada Woolf ve Jean Paul Sartre, diğer insanların bizim aynamız olduğu ve bizim metnimizi başkalarının yazdığı konusunda hem fikir oldukları görünmektedir. Emperyalist ve endüstrileşmiş bir dünyada akli dengesini kaybeden Septimus’un karşısında; partileri, yaşam tarzı, mükemmel olmasa da seçimi, sevdikleri ve nefret ettikleri ile bir şekilde hayatta kalmayı başarabilmiş bir Clarissa vardır. Bu yeni şartlara uyum sağlama yeteneğiyle ilgilidir. Bir şekilde doğal seçilimdir.

Sonuç olarak, umut dolu bir kadın olan Clarissa ile idealist bir şair olan Septimus’u bıkkınlık ve intihar noktasına getiren yolculuk tüm insanlık içinde pek eğlenceli olmamıştır. Bir savaşın etkilerinden daha hayal kırıklığı yaratan ise insanların bu kendilerini ezen sisteme katlanmak zorunda kalmalarıdır. Clarissa’nın boyun eğen bir kadın olmayı öğrenmesi onun kurtarıcı noktası olmuştur ve bu da onu Woolf’un romanının başkahramanı yapmıştır.


* Bu makale, ROMAN KAHRAMANLARI Ekim/Aralık 2010 4. sayıda yayımlanmıştır.

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin