Mukadderat: Yabancılaşmak!

Mukadderat Yabancılaşmak

“Zaten, bir felakete sükûn ve itidalle tahammül edenlerin manzarası,
o felaket için ağlayıp çırpınanların manzarasından çok daha korkunç ve ezicidir.”

Sabahattin Ali’nin ilk romanı Kuyucaklı Yusuf, Anadolu’nun o dönemde çekilmiş bir fotoğrafı gibidir. Devri sosyal, duygusal ve ekonomik olarak tahlil eder. Roman karakterleri içinde bulundukları şartlarla şekil almış, düzenin çarpıklığı, sınıfsal ayrımının yapısına uygun şekilde kurgulanmış. Gücü elinde bulunduran hâkim tarafın dinmeyen hırsı, doyurulamayan egosu, güçsüz tarafın türlü hile ve kötülükle sürekli yenilgiye mahkûmluğu ve nihayet tüm tarafların cereyan eden tüm olaylar sonunda yalnızlaşması, uzaklaşması ve savrulmasını anlatıyor Kuyucaklı Yusuf.

Romanda adını öğrendiğimiz ilk karakter kaza kaymakamı Salâhattin Bey. Otuzlu yaşlarının ortasında, beyaz saçlı, iyi giyimli, merhametli bir memur. Gençliğini gezerek, eğlenerek geçirmiş; toplumun dayatmalarına karşı koyamaz hale geldiğinde evlenmiş. Okurun romanda karşılaştığı felaketlerden ilki eşkıyaların işlediği cinayet. Hemen ardından toplumun çarpık yapısının belki en temelinde duran, mutsuzlukların, yabancılaşmaların zemininde bulunan evlilikler tarif ediliyor ikinci bir felaket olarak. Tüm karakterleriyle, mekânları ve olay akışıyla yabancılaşmanın romanı diye tabir edebileceğimiz kitapta, keza kaymakamının kişisel savruluşu da işte bu evlilik ile başlıyor.

Mukadderat Yabancılaşmak“Evlendikten sonra bir adamın bütün gayesi ve istikbal düşüncesi, bir kere içine girmiş bulunduğu ve şimdi mukadder telakki ettiği bu belayı ses çıkarmadan ve dosta düşmana pek belli etmeden sürükleyip götürmek, onda herkes tarafından söylenen, fakat kimse tarafından bulunamayan meziyetler ve saadetler araştırmaktır.”

Evliliği, toplumun boyna geçirdiği ilk halka, yaşam yolculuğunda aşağı doğru sürüklenmenin belki ilk basamağı olarak anlatıyor yazar. Okumaya, yazmaya, yeni şeyler düşünmeye, zihninin içini dünyayı şimdi olduğundan daha iyi yerlere götürecek fikirlerle doldurmaya hevesli bir adamken, küçük, kapalı ve yıpratıcı bir toplumla kuşatılarak kendisine ait arzu ve eğilimlerden uzaklaşan bir adam Kaymakam. Evinin içinde müşterek bir gayeyi paylaşamadığı, hayat görüşleri kendisinden tümüyle farklı bir eş ile yaşamak, Kaymakam’ı tüm insanlardan şüphe etmeye itmişti. İçinde tümüyle yabancı hissettiği, görev telakki ettiği, mutsuzluktan boğulup durduğu bir düzeni nasıl sürdürmüştü peki Kaymakam? Elbette kabul ve boyun eğiş ile.

Kitap bu yönüyle çok başarılı bir dönem fotoğrafı oluşuyla birlikte, insan tabiatını da etkili bir şekilde analiz ettiğini gösteriyor. İnsan üstesinden gelemediği şeylerin sebep olduğu mutsuzluğu doğal görmeye, aşağı yönlü bu gidişatı kabul etmeye meyyaldir. Bu kabul edişi de daha çekilir hale getirecek sığınma yolları bulur insan. Salâhattin Bey’in sığınağı, hükümet dairesinden çıkıp mutsuzluğunun adresi olan evine hiç uğramadan gittiği rakı sofraları ve arkadaş eğlenceleriydi. İşte bu eğlencelerden birinde düştüğü sıkıntı, onu kendi varlığını tamamen lüzumsuz bulacağı vazgeçişe getirip bıraktı.

Zaten yorgun sinirleri yaşadığı hadise ile daha da yıpranan Kaymakam bir gözü kapalı, bir kulağı sağır yaşamaya başladı. Bu kadar kabul edilmiş bir ümitsizlikten sonra insanı yaşam sevinciyle doldurabilecek ne olabilirdi? Hele insanlarından umut kesilmiş bu küçük Anadolu kasabasında? Ne evlat sevgisi ne istikbal kaygısı kalmadı bir zaman sonra Salâhattin Bey’de.

“Hayatının bütün hatıraları lüzumsuz ve manasızdı. Ömrünün her vak’ası olmasa da olabilir, hayatına her giren insan girmese de olabilirdir. Bütün mazisinde kendisine “Ah, neden böyle yaptım?” veya “Ah, niçin şöyle yapmadım!” dedirtecek bir şey bulamıyordu ve bu, ömrünün pek tatlı geçtiğinden değil, ömrünün her kısmına şu anda pek lakayt olduğundandı. Hayattan daha ne isteyebilirdi? Doğmuş, büyümüş, okumuş, devlet hizmetine girip memleketi dolaşmış, ihtiyarlamış, evlenip kavga ve dırıltı içinde bir hayat geçirmiş ve nihayet bu hale gelmişti…”

Başına geçen pek çok şeye ağırbaşlılıkla boyun eğen, sessiz Yusuf’un merhametli ve umursamaz velisi Kaymakam Bey de romanın tüm yabancıları arasında yerini almış, yaşamla irtibatını böylece kesmiş ve sonunda kalbinin hastalığına yenilerek ölmüştü. Öldüğünde yaşama dair tüm beklentisi, gözünü bir an daha açık tutabilmek arzusu çoktan bitmişti.

Salâhattin Bey, kalbinin tıkırtısının durmasından çok önce, yaşamı devam ederken hayatı son bulan iyi yürekli bir devlet memuruydu.

“Herkes başka türlü mü yaşıyordu sanki?”

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin