Italo Calvino, 1923-1985 yılları arasında yaşadı. Küba’da İtalyan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Örümceklerin Yuvalandığı Patika yazdığı ilk romanı… Kitap hakkında şöyle söylüyor:
“Bu, yazdığım ilk roman; birkaç öyküm bir yana bırakılırsa, yazdığım ilk şey olduğunu bile söyleyebilirim. Şimdi elime aldığımda, nasıl bir etki yaratıyor üzerimde? Onu kendi yapıtlarımdan biri gibi değil de, daha çok İkinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra, bir çağın genel ikliminden, ahlaki bir gerilimden, bizim kuşağımızın benimsediği bir edebiyat beğenisinden anonim olarak doğmuş bir kitap gibi okuyorum.” (s. 7)
Roman kahramanımız Pin, çevresi tarafından dışlanan, alaycı davranışları olan ve bu davranışlara maruz kalan bir çocuktur. Şen şakrak, umursamaz davranışlarının sebebi yüreğine çöreklenen yalnızlık sisini dağıtmak içindir. Örümceklerin yuva yaptığı yeri gösterebileceği yahut nehir kıyısında kamışlarla dövüşebileceği arkadaşları olsaydı bu kadar yalnız olmazdı belki de… O zaman dikkat çekmeye çalışmaya sebebi kalmazdı. Pin için Alman ırkına mensup olanlar kötüdür. Calvino’nun sunuş yazısında belirttiği üzere roman kahramanlarının eylemlerinde tarihsel anlam içeren düşünceler taşıması bunda etkilidir. Pin o kadar yalnızdır ki çevresindeki yetişkinlerin sevgisini saygısını kazanmak adına onların söylediği talimatı yerine getirmeye çabalar. Adam yerine konmak onun için önemlidir. Kendisinden silah getirmesi istenir. Yetişkinlere bir silah götürürse çok büyük iş başarmış olacağını sanarak işe koyulur. Fahişelik yapan ablasına gelen Alman subayın silahını almaya uğraşır. Bu çaba bir anlamda değer görme arayışının eseridir. Terk edilmiş çocukluğunun teslimidir. Tabii kendi çocuk dünyasındaki arayışına büyük anlamlar yüklediğini, yetişkinlerinse silahı getirip getirmemesiyle ilgilenmediklerini, öylesine söylemiş olduklarını görünce hezimete uğrar, hırçınlaşır. Dört tarafını kuşatan ezilmişlik hissinden kurtulmak ister. Varlığıyla kabul görme ihtimalini yitirmiştir kendi gözünde. Kaçış yahut kurtuluş yolu bulabilmek adına örümceklerin yuvalandığı yere gider. Orayı bir tek kendisi biliyordur. Ona ait ve onun ait olduğu alanın içinde hem kendisine hem yalnızlığına sığınır. Aslına bakılacak olursa yalnızlık Pin için kalabalık olmaktır. Sevgisizliğin ördüğü ruhu kendisiyle kavgalı; aldırışsız ve öfkeli tavırlarının ardında kırılgan bir çocuk yaşamaktadır. Belki bir arkadaşı olsaydı örümceklerin yuvalandığı yeri ona gösterir, eşsiz bir sevgiyle kuşanırdı. Böyle bir başına olmazdı o zaman. Hayatının şekillenmeye başladığı yer, yine örümceklerin yuvalandığı yer oluyor; yalnızlığını saran yalnızlığını sağaltan tüm bunlarla birlikte yalnızlığını derinden anladığı yer… Kendisine saklandığı bu yer, hayatının dönüm noktasında yürümekte olduğunu zamanla gösterecektir. İçsel çatışmaları onu öfkesini diğer canlılara yönelten, hayvanlara eziyet eden birine dönüştürür. Vahşiliğine rağmen silah ateş alınca duyduğu korku ve panik hâliyle uzağa, en uzağa, kendine bile rastlayamayacağı kadar uzağa gitmek isteğiyledir. Bu kaçışı kendine değil, kendinden kaçıştır…
Silah çalmak suçundan hapse atılır. Çocuk kalbi gelişmeleri kendi dünyasından görür hapishanede de olsa. Orada da tıpkı örümceklerin yuva yaptığı yeri bulduğu gibi kendine ait bir alan bulur. Sorgulama esnasında polislere silahı örümceklerin yuva yaptığı yere koyduğunu söyler fakat bu yerin neresi olduğunu söylemez. Çünkü orası Pin için herkesin bilmemesi gereken çok özel bir yerdir, belleğini gömmüştür her gidişinde… Yalnızca özel saydığı, onu gerçekten seven bir arkadaşına gösterebilir orayı… Silahsa dünyada Pin’e kalan tek varlık olmuştur artık… O da örümceklerin yuva yaptığı yere gömülüdür. Ona yalnızlığını unutturan mekân ve eşya birbiriyle tamamlanır:
“Namludan küçük bir örümcek telaşla dışarı çıkıyor: İçeriye girip yuva yapmış!” (s. 74)
Ablası onun yokluğundan haberdar bile değildir, rutin yaşayışını görünce kendisini hepten yalnız hisseder. Silah bir anlamda onu başkalarının gözünde değerli yapacak araçtır. Örümceklerin yuvalandığı patikaysa sadece Pin’in bildiği, kendisine saklı kalandır. Silaha yabancıdır, merminin nasıl koyulduğunu bile bilmiyordur. Onu herkes hor görmüş olduğundan iyiliğe alışmamış biridir Pin. İyi muamele görünce afallaması bundandır. Hapishaneden kaçtığında karşılaştığı -Kuzen diye seslenilen- iyi yürekli adamın sevgisi karşısında afallaması gibi… Çocuk kalbi kötü insanın da içinde iyi bir yön olduğunu bilebilecek kadar bilgedir.
“Pin, insanın düşmanının olmasının ne anlama geldiğini bilmiyor henüz. Pin’e göre, bütün insanlarda solucanları andıran iğrenç bir yan var, bir de onu insanlara çeken iyi ve sıcak bir yan.” (s. 91)
Kuzen aracılığıyla yeni bir ortama girer. Bu ortam İkinci Dünya Savaşı zamanında yaşanan çatışmaların, ideolojik çarpışmaların tam merkezindedir. Duyduklarını, gördüklerini çocuk dünyasında anlamlandırmaya çalışır. Yetişkin dilinde konuşulan sözler onun dünyasında başka kavramların karşılığıdır yahut soru işaretleri… Oysa yetişkinler Pin’le aynı dili konuştuklarını varsayarak onunla iletişim kuruyorlar. Belki anlamını söylerler diye düşünerek anlamını bilmediği kelimeleri cümle içinde kullandığı olur Pin’in… Kuzen’in yaşam alanı içinde onun dünyasının bir kesitinde ideolojik bir çatışmanın tarafı oluverir. Her ne kadar yaşadığının ne olduğuna tam olarak anlam veremese de… Böylelikle hayatına yeni yeni insanlar girer. Yetişkinlerin dünyasına konuşlanan “İyiler hep iyi kötüler hep kötü” algısı Pin’de yok. Hele ki bulunduğu ortam gereği dünyayı sadece kendi ideolojisiyle donatmak isteyen anlayış onda hiç yok. Genişleyen çevresinde Pin’in –belki de- gelecekteki yansımasının Komiser Kim olduğunu görürüz. Onun da Pin gibi henüz olgunlaşmamış, masumiyetini korumuş bir yanı vardır.
“Kim ise öğrenci, en büyük arzusu nedenlerle sonuçları belli bir mantığa, kesinliğe oturtmak, ne var ki zihnine her an yanıtlanmamış sorular üşüşüyor.” (s. 121)
Kuzen’se bilge kişinin temsilidir. Hayatına aldığı kadının ona yaptığını tüm kadınlara mâl etmektedir. Bir nevi kadın düşmanı bir görüntü çizer. Pin de annesi öldükten sonra babasının da evi terk etmesiyle yapayalnız kalmıştı. Var fakat aslında yok olan ablasının umarsızlığı da eklenince yalnızlığına, kendini eğlenceye vurmuştu. İlerleyen zamanlarda temelde anne sevgisi eksikliğini yaşayan çocuğun kadın düşmanı figürüyle karşılaşması, onu kendi içinde çatışmayla baş başa bırakır. Bir yandan da Kuzen’in şefkatli sevgisi ona iyi gelir, alışık olmasa da…
“Hepimiz intikamını almak istediğimiz gizli bir yara uğruna savaşıyoruz.” (s. 130)
Belki bundan olacak, kendisine anne edasıyla yaklaşan biri onu tedirgin ediyor. Böyle durumlarda hissetmesi gereken duygu sevgiyken nefret oluyor. İnsanlara karşı duyduğu öfke, kendisiyle kavgalı yönlerinin dışavurumudur. Bazen de öfkesini neşeyle takas ederek konuşur yetişkinlerle. Tüm bu uğraşı yalnızlığından ve terk edilmişliğinden kurtulmak adına unutmak için…
Çatışma ortamından sıyrıldığında yine yapayalnız kalmıştır Pin. Tek yoldaşı yalnızlıktır. Örümceklerin yuva yaptığı büyülü yere gitmek ister, her yalnız kaldığında olduğu gibi… Orası Pin’in kendini bulduğu sadece kendisinin bildiği için değerli gördüğü tek yerdir. Ona itibarı teslim edecek olan silahın (pe otuz sekiz) orada olduğunu sanmaktadır. Patika yollardan, çalılıklardan geçerek boğazında düğümlenen hüzünle yürümeye devam ederken ihtiyar bir çiftle yolları kesişir. Onların şefkatli ilgisi Pin’i yine rahatsız eder; içindeki sevgi eksikliği yine kendisini kaçışa dönüştürür. Saman yığınları arasına oyduğu oyukta uyur. Tüm bunlar olurken korkuyor da çocuk oluşuna sığınıyor. Sığınacağı başka bir şeyi olmadığı için belki de… Biliyor ki “Ben bir partizanım!” dese bile hiç kimse ona inanmaz. Partizan olamayacak kadar çocuktur Pin… Nitekim yolunu kesen Almanlara da çoban taklidi yapıyor. Koyununu kaybettiğini ve aramaya çıktığını söyleyecek kadar zeki… Almanlar inanıyor, Pin koyununu aramaya devam ediyor.
“Koyun. Koo-yun. Meeee… Meeee…” (s. 161)
Nihayet evine geri dönüyor. Ablası, Uzun Sokak’ın Kara Kız’ı, Pin’i gördüğünde saçlarının uzadığını, kılığının kıyafetinin perişan halde olduğunu, çok uzun zamanın geçtiğini anlıyor. Durup dururken ablasına “Silahın var mı?” diye sorduğundaysa P38’in ablasında olduğunu, ona bu silahı bir Alman subayın verdiğini öğreniyor. Pin’in örümceklerin yuvalandığı yere sakladığı silahtır bu! Silahı alıp kapıyı çarpıp evden çıkıyor yine. Yapayalnızlık hissi dört bir yanını kuşatıyor, çaresiz. Yüzüne sessizce dökülen gözyaşları git gide hıçkırıklara dönüşüyor. Olumsuzda oyalanan duygusunu rahatlatma ihtiyacından mıdır, bilinmez, karşısına Kuzen çıkıyor. Pin Kuzen’e örümceklerin yuva yaptığı yeri göstermek istiyor. O kadar çok değer vermiştir ki Kuzen’e, kendisi için en değerli olan büyüleyici yuvayı onunla paylaşır. Kuzen’se uzun zamandan beri bir kadınla birlikte olmadığını, Pin’in ablasının fahişe olduğunu öğrendiğini söyler ve ondan aldığı izinle ablasına gider. Bu zaman zarfında Pin kendisini yalnız hissetse de umutsuz değildir. Yıllarca aradığı, örümcek yuvalarıyla ilgilenen bir dost bulmuş olmanın huzuruyla alır nefesini, sağalır. Yine de ablasıyla birlikte olmaya gittiği için hayal kırıklığı yaşar.
“Kuzen, Büyük Dost olduğu için değil –öyle değil artık, Kuzen de bütün ötekiler gibi bir insan-, dünyada Pin’e kalan son kişi olduğu için.” (s. 166)
Bir yandan Kuzen’in başına bir fenalık gelmesinden tutuklanmasından endişe eder onu beklerken… Beklediğinden daha kısa sürede gelir Kuzen, ablasıyla birlikte olmadığını söyler.
“Pin’in ağzı kulaklarında. Gerçekten Büyük Dostmuş Kuzen.” (s. 167)
Kendi içindeki dönüşümün en önemli aşamasını yaşama zamanı Pin için yaklaşmaktadır. Şefkat duygusu onu rahatsız etmez olur. Güvenle bağlanabileceği biri vardır nihayet: Kuzen.
“Şimdi kırlarda yürüyorlar ve Pin Kuzen’in o yumuşacık ve sakin elini, o ekmeği andıran koca elini tutuyor.” (s. 167)
Birbirlerine annelerinin iyi bir kadın olduğundan, her kadının kötü olmadığından söz ediyorlar. Kuzen’in kadın düşmanlığı sağalıyor. Pin ve Kuzen birbirinin aynası iki insan olarak ortak değerlerde buluşmuş oluyorlar. Düğümlenen duygular bu iki dostun karşılaşmasıyla çözülüyor. Pin, annesinin ölümü, babasının evi terk edişi, ablasının umursamazlığı ile maruz kaldığı bağsız duygudan arınıyor. Kuzen’se sevgilisinin kendisini aldatmasından sonra “Tüm kadınlar kötüdür!” algısını değiştiriyor. Birbirinin yansıması bu iki insan, hayatlarındaki kötü izle yine birbirleri aracılığıyla hesaplaşıyor, barışıyor.
“Ve dev adamla çocuk, gecenin içinde, ateşböceklerinin arasında el ele tutuşarak yürümeye devam ediyorlar.” (s. 167)
Bilincimiz, yaşanmışlıklardan izler bırakır, tortulu ya da berrak… Hepimizde biraz biraz vardır çaresiz kalma duygusu, korkusu… Bilincimiz, hem kurtarıcımız hem celladımız…
[1] Calvino, Italo, Örümceklerin Yuvalandığı Patika (4. Baskı), Çev. Kemal Atakay, Yapı Kredi Yayınları.
*Bu makale ROMAN KAHRAMANLARI Ekim/Aralık 2017 32. sayıda yayımlanmıştır.