Öykü Günlüğü Kasım 2017

Öykü Günlüğü Aralık 2017

Baba-oğul ilişkisi üzerinden ilerleyen öyküleri anımsamaya çalışıyorum. İlk aklıma gelen iki öykü oluyor. Defterime iki öyküyü de alt alta sıralıyorum.

Oğuz Atay-Babama Mektup
Erdal Öz-Babamdı

Öykü Günlüğü Kasım 2017Oğuz Atay’ın Babama Mektup öyküsü, oğulun, ölümünün üzerinden iki yıl geçtiğini babasına hatırlatarak başlıyor. Babaya olan özlem öyküdeki başat faktör olurken, diğer bir yandan baba figürünün gölgesinden yararlanmak ve yer yer o gölgeyi benimseyip, bir baba gölgesinden kendisini babaya eşitlemeye çalışan oğulu betimler yazar. Nitekim öyküde sık sık tekrarlanan konu da babayla kendisini kıyaslamaya girişen bir oğul profili oluyor.

‘Benzer taraflarımız olduğu gerçektir. Sen üstüne başına dikkat etmezdin; bense ne kendime bakıyorum ne arabama.’

‘Aramızda hiçbir zaman, alışılmış baba-oğul ilişkisi olmadı. Ne ben, bütün meraklı çocuklar gibi durmadan her şeyi sana sordum; ne de sen oturup bazı şeyleri bana açıklamak gereğini duydun’

Öykü ilerledikçe mektubu yazan oğul gitgide babaya öykünmeye çalıştığını da açık açık söylemekten çekinmez.

 ‘Seni sen olarak yaşamak istiyorum. İstiyorum ki evde annem gibi biri olsun ve ben de mutfağa giderek ‘’Burada gene bir şeyler kaynıyor Muazzez’’ diye seslenebileyim ve bana ‘’Kaynadığını görüyorsun altını kıs Cemil Bey’’ denilsin ve ben de hiçbir şey yapmadan mutfaktan çıkayım.’

Fakat babaya öykünen, babanın karakterini almaya çabalayan oğulun bazı konularda çok da başarılı olamadığını yine ondan dinleriz.

‘Senin gibi ben de artık aklıma geleni hemen herkesin yüzüne haykırıyorum. Eski pısırık oğlunun bu durumunu görseydin gurur duyardın diyemiyorum; çünkü sözlerime muhatap olanların tepkisine bakılırsa pek övünülecek durumda değilim galiba babacığım.’

Oğulun, babasıyla arasındaki yer yer rekabete varan ilişkisi bir iç döküm halinde ilerlerken, oğulun anlattıklarından ve itiraflarından yola çıkacak olursak; bu mektubu yazmak için babasının ölümünü beklemiş olabileceği görüşü baskın duruyor. Kendisinin de belirttiği gibi çok da cesareti olmayan bir karakter olduğu için, babasının ölümünden sonra onunla yüzleşmek daha sorunsuz ve kolay bir iletişim yolu gibi duruyor.

Öyküdeki bu baba-oğul arasındaki ilişki, çatışmaya varacak noktalarıyla ve oğulun babaya öykünüp, onun rolünü üstlenmeye çalıştığı bölümlerde, aklımıza Oedipus kompleksi kavramının gelme ihtimali bir hayli fazlayken, öyküde Oğuz Atay, kendine has üslubuyla ve olayları kavrayışıyla es geçmiyor bu yaklaşımı.

‘Aslında ‘ruhiyat’la ilgili yenilikleri ben bile doğru dürüst bilemiyorum babacığım. (Mesela egoist olduğun halde, sen de ‘ego’nun farkında değildin.) Bir yerde okumuş olsaydın da bana, ‘’Oğlum sende Oedipus kompleksi var mı?’’ diye sorsaydın ne karşılık vereceğimi bilemezdim sanıyorum.

Öykü Günlüğü Kasım 2017Erdal Öz’ün Babamdı öyküsü, ilk paragrafta eli yüzü kanlar içinde evin taşlığına kadar gelip kendi kendine ağlamayacağım diye tekrar eden anlatıcı ile başlıyor. Daha sonraki paragrafta arkadaşının bahçesinde erik topladıkları ân’ı anlatmasıyla beraber devam ediyor öykü. Bu arada anlatıcı, akşam babasının rakı sofrasındaki tabağına ceplerine doldurduğu eriklerden koyacağının ve babasının o erikleri yiyeceğinin hayalini kurmaya başlıyor. Bu noktada tabağa koymayı düşündüğü erikten yola çıkarak bütün bir akşamın tasarısını yapmaya kalkışıyor. Bu tasarısında da bir baba portresi çiziyor bizlere.

‘Alıp bir tane atacaktı ağzına. Yüzünü nasıl olsa ekşitecekti. Ama gülecek miydi, bilemem. Gülmesini ne kadar isterdim. Gülünce burnunun kocaman olacağını düşündüm. Ama hiç gülmezdi ki babam.’

‘Babam, tabağındaki peynir diliminin yanına bıraktığım bir avuç yeşil eriği kütür kütür yerken, ben gidip kapı önündeki soluk aydınlıkta onun her akşamki biçimsiz ayakkabılarını parlatacaktım.’

 Burada bir nokta dikkat çekiyor. Anlatıcı oğul, babasının portresini çizerken, zihnimizde baba karakteri neredeyse ifadesiz ve cansız bir varlık gibi canlanıveriyor. Oğulun da babasının ayakkabısıyla kurduğu ilişkinin, babasıyla kurduğu ilişkiden pek bir farkı olmadığını anlıyoruz. Öyküde dikkat çeken bir karakter de anne oluyor. Anne karakteri de görevini yapan bir insandan öteye gidemiyor. Onun da pek konuştuğuna şahit olmayız. Ama anlatıcı çocuk bu durumu belirtirken yine de baba odaklı ilerler.

‘Hiç konuşmazdık. Gariptir ama biz evde hiç konuşmazdık. Gülmezdik de. Neden böyleydik, bilmiyorum. Belki de sevmezdi babam bizi.’

Oğul, erik toplarken arkadaşının savurduğu küreğin kaşına çarpmasıyla yaralanır, ani bir sersemleme haliyle irkilir. Eve doğru koşar. Fakat buradan sonra, eve döndüğünde, bir şekilde babasıyla arasındaki rekabeti kazanmaya çalışan, fark edilmeyi bekleyen oğul profilinde bir değişiklik olmaz.

‘Beni öylece, o korkunç durumumda görsünler diye gömleğime de bulaştırdım kanları.’

‘Annem önce görmedi beni. Görmedi diye neredeyse hıncımdan bağıra bağıra ağlayacaktım. Kocasından, babam olacak o asık yüzlü adamdan başkasını gördüğü yoktu ki.’

Daha sonra annenin çocuğu fark etmesiyle kaşına yaptığı pansuman ve daha sonra öpüp yatağına yatırmasıyla tekrar düşüncelere dalan oğul, tabii ki bu halini en çok babasının görmesinin ve nasıl tepki vereceğinin düşünceleri içinde dönüp duruyor.


Kaynaklar:
Erdal Öz, Havada Kar Sesi Var, Can Yay., 8. basım / Aralık 2009
Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, İletişim Yay., 44. basım / 2016

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin