Öykü Günlüğü, Temmuz 2017

Öykü Günlüğü Temmuz 2017

Nilüfer Altunkaya’nın geçtiğimiz aylarda çıkan yeni öykü kitabı ‘Sen Buralarda Yokken’i (Alakarga Yayınları) okuyorum. Girişte bir Shakespeare alıntısı selamlıyor: ‘Bizler düşlerle aynı kumaştanız.’

Öykü Günlüğü Temmuz 2017On yedi öyküden oluşan kitap ‘Çeyiz’ öyküsüyle başlıyor ve bütün öyküler boyunca bir mahalle, Dere Mahallesi oluşuyor yavaş yavaş. Öykülerin ortak bir noktasını; günümüzde epey azalan ve sözgelimi dillere pelesenk olan 90’lar mahalle hayatı izlenimi veriyor.

Henüz daha ilk öyküde, çeyiz aşamasında olan Gülsüm’ün iç sesi bizi karşılıyor. Annesinin ve Ayfer ablanın çeyiz oluşturma telaşından bahsederken, bir yandan da büyüdüğünü, artık evlenecek yaşa geldiğinin kendisine öğretildiğini, hissettirildiğinden bahsediyor: ‘Artık erkeklerin saçımızı çektiği, bizim de onlara dil çıkarttığımız sokak oyunlarını bırakmıştık. Öbek öbek ayrılıp kuytu köşelerde yapılan aşk dedikoduları, adet olan genç kızların birden büyümüş haller takındığı cinsellikle ilgili konulara karışırdı.’

Gülsüm’ün mırıldanmalarını dinlerken de bütün bu çeyiz hazırlıklarına rağmen, içinde gezdirdiği bir erkek imgesini fısıldıyor okuyucuya. Ardından kendisini susması, ağlamaması, hatırlamaması ve unutmaması yönünde tembihliyor. Öykü boyunca da bu çelişik duygular sarmalı devam ediyor nitekim. Bütün bunların yanında, İleriki öykülerde karşılaşacağımız karakterlerden ve yaşamlardan ipucu fısıldıyor: ‘Dere Sokağı’nda kadınların yazgıları nasıl da birbirine benziyor. Mutsuz evliliklerden, onarılmaz yoksulluklardan geçmiş, birer anı olmuşlar çoktan.’  Serpil’in, Sevtap’ın, Ayfer’in, Zehra’nın, Salih’in, Mehmet’in, bütün Dere Sokağı sakinlerinin hayatlarının bir öykülük kısımlarına misafir oluyoruz kitap boyunca.

Dere Sokağı’nda ilerliyorum. ‘Salkım Saçak’ öyküsüne başlarken ilk paragrafı okuyorum: ‘Bütün kapıları aç, pencereleri aç, her yeri havalandır. Kuytular, tenhalar, serin yerler bul kendine. Bul kendine serin yerler. Bunca dertten, acıdan sonra alış bu sonsuz yasa. İçinin kavrulan toprağına dök bu yası. Bu yasla oyalan. Bu yasla avun.’

Neden bilmiyorum, birden Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık’ından bir pasajı anımsıyorum o an. Sonra, kitaplığımdan Gabo’nun, keşke yazmasaydım dediği, hüzünlendiren o kitabını çekip alıyor, işaretlediğim kısmı buluyorum: ‘Pencereleri, kapıları aç, biraz etle balık pişir, bulabildiğin en iri kaplumbağalardan al, varsın yabancılar gelip buldukları her köşeye serilsinler, gül fidanlarının dibine işesinler, canları kaç sefer çekiyorsa o kadar tıkınsınlar, çizmeleriyle her yanı lekeleyip çamurlasınlar, bize de ne yapmak isterlerse yapsınlar, ancak böylelikle mahvolmayı durdurabiliriz.’

* * *

Her öykü okurunun, kitaplığın alt raflarına koymaktan sakındığı, mümkün olabildiğince yukarılara, göze çarpacak bir yere koyduğu bir ya da birden fazla öykü kitabı vardır. Fakat bunun yanında, okurun, sözgelimi masasının başucunda bir öykü kitabı da okunmaya hazır bir şekilde bekler. Bu kitap kuvvetle muhtemel bir Sait Faik Abasıyanık kitabıdır.

Önümde, yine bir Sait Faik öyküsü açık. ‘Beyaz Pantolon’ (Şahmerdan-İş Bankası Kültür Yayınları). Bunun yanında aynı isimle bir öykü daha aldım önüme. Yine ‘Beyaz Pantolon’ (Sarı Sıcak.-YKY) başlıklı bir öykü. Bu sefer Yaşar Kemal’in.

Öykü Günlüğü Temmuz 2017Sait Faik’in Beyaz Pantolon’undan başlayalım. Daha ilk cümleden yine bir ada öyküsüyle karşılaşıyorum. Bu sefer öykümüzün konukları Çirozcular. Adaya baharda çalışmak için gelen çingeneler. Çirozcuların çocuk, genç, yaşlı, her yaştan özelliklerinden bahsediyor Sait Faik. Genel itibariyle öykülerindeki o giriş kısımlarında ince ince işlediği kişilik betimlemelerinde olduğu gibi. Yüzlerini, ellerini, vücutlarının kıvrımlarına varan kısa betimlemeleriyle Çirozcuları izliyorum ilerledikçe. Fakat ne olursa olsun hepsinin ortak özelliğini de vurgulamadan geçemiyor; Neşelerini! Aslında Sait Faik öykülerinde sık sık rastladığımız bir durum neşe. Sözgelimi bazı öykülerinde kırılgan bir durum olarak karşımıza çıkar neşe. Ama bazı öykülerinde de hişt hişt dercesine bir yaşam enerjisiyle. Bu öyküde biraz umut serpen bir havayla karşılaşıyorum neşeyle. Öykü ilerledikçe olaylar da gelişiyor.

Rüstem ile Zehra’nın arasındaki ilişki devralıyor öykünün gidişatını. Zehra’nın deniz kenarında yıkanmasını izleyen gençleri işletelim de paralarını alalım fikrini Zehra’ya söylediğinde Rüstem; Zehra olmaz diyor. Şöyle iki gülüver yüzlerine de diyor Rüstem. Sen fistan yapar, bilezik alırsın; ben kıçıma bir pantolon… Sonraki gece beyazlar içinde kalabalığa doğru gelen kişi, Rüstem; öyküdeki o konuşmadan sonra nihayet beyaz pantolonuna ve ayakkabısına kavuşur. Adanın akşamında, deniz kenarında çadırını kuran Çirozcuların arasında görünüyor sanki Rüstem. Öyküyü okurken gözümde canlanır gibi oluyor pantolonunun paçasına yapışan kum tanecikleri…

Gece yaşanan olayları üzeri kapalı anlatıyor Sait Faik. Kim bilir, belki de o da istemedi beyaz pantolona kan bulaşmasını…  Rüstem, ertesi sabah adadan ilk vapurla ayrılırken, gözü de aklı da beyaz pantolonu ve ayakkabısında oluyor; iskelede polisler onu bekliyor olsalar bile…. İşte o an Rüstem’in önüne doğru eğik bakışı gittikçe büyüyen bir imge olarak beliriyor sanki önümde. Büyüyor, büyüyor…

Öykü Günlüğü Temmuz 2017‘Çok sıcak vardı. Mustafa çocuk tere batmıştı.’ cümlesiyle başlıyor Yaşar Kemal’in Beyaz Pantolon’u. Önündeki yırtık bir ayakkabıyı tamir etmeye çalışan Mustafa’nın çalışmasını izliyorum okurken. Daha ilk sayfalardan Çukurova sıcağı bastırıyor. Mustafa’nın burnunun ucundan damlayan terler, hemen belli oluyor. Öyküdeki bunaltıcı hava okurken beni de etkisi altına alıyor sanki, okumam da hızlanıyor bu yüzden.

Ustasıyla beraber var gücüyle çalıştığı anda dükkana gelen Hasan Bey, ustadan Mustafa’yı üç günlüğüne tuğla ocağında çalışması için istiyor. Üç gün çalışıp kazanacağı parayı annesine anlatırken Mustafa, beyaz pantolonla, beyaz lastik ayakkabının hayalini kuruyor, bir yandan da annesiyle paylaşıyor. Ardından Mustafa’nın kavurucu sıcak havada alev alev yanan tuğla ocağında geçirdiği üç günü Yaşar Kemal, ustalıkla anlatıyor. Tuğla ocağındaki öfke yumağı Cumali. Sıcak hava. Mustafa’nın sıcakla imtihanı. Çıtır çıtır yanan yalımlar… Öyküyü anlatan değil, bizzat şahit olan bir gözle her ayrıntıyı kelimelere döküyor Yaşar Kemal. İç karartıcı, bunaltan bir havaya bürünen öyküde beliren umut ışığı ise Mustafa’nın beyaz pantolona kavuşma umudu oluyor.

Necip Tosun bir öykünün nasıl ortaya çıktığı ve nasıl yazıldığını kendi adına cevaplarken şöyle diyor: ‘Bir şeylerin eksikliğini, özlemini, acısını, mutluluğunu duyan insanlarla birkaç sayfada aynı havayı koklamak, aynı esintileri hissetmek, aynı tıkırtıları duymak arzusu.’ Aynı tıkırtıda, beyaz pantolonda buluşan iki usta yazar, aynı havayı farklı coğrafyalarda, farklı insanlarla, farklı yaşantılarla anlatıyorlar.  Sonra, öykünün ne kadar tekile inerse bir o kadar da çoğul olduğundan kim şüphe eder ki? Sorusunu mırıldandırıyorlar bizlere usul usul.

* * *

‘Zaten bu dünyada çoğunluğu, herkesin kendisine hayran olduğunu düşünenler ile kimsenin kendisini sevmediğini düşünenler oluşturur, geri kalanlar ise Vüs’at Orhan Bener okurudur. Diyor, Barış Bıçakçı. Haklı çıktı.

Öykü Günlüğü Temmuz 2017Gecenin bir vakti kalkıp Vüs’at Orhan Bener öykülerini karmaşık olarak okuyorum. En son yayımlanan öykü kitabı (Kapan-YKY) elimde. Vüs’at Orhan Bener’in kara mizahı her okumamda daha da derinine işliyor yüreğimin. Kendi kendime edindim, bu Vüs’at Orhan Bener gece okunur, geleneğini. Bu duruma da isim takayım dedim. Kara yazgı.

Ne yaparsın ustam. Seni okumak olsun benim de yazgım. Kara, kapkara. Yazgım, canım hiçliğim. Rastgele okuduğum öykülerde, ne kadar güldürüye kaçsa da dönüş hep hüzne diye fısıldıyor sanki kulağıma Vüs’at Orhan Bener. Bütün kırılgan cümleleri yakalamış gibi altlarını kalın kalın çizmişim önceki okumalarımda.
Üstüne biraz daha ekliyorum. -böyle giderse bütün kitap siyaha boyanacak-

‘Kendimle savaşta hep yenilgiye uğradım.’
‘Okunamayacaksın bir gün. Ansiklopedilerde üç beş sözcük ayrılır sana da belki. Yüz yılları aşabilen yazın dehaları bile unutulmaya hükümlüdür sonuçta. Sen necisin a zevzek dost.’
‘Seni öyküler dışı tutacağım. Öyküler ancak bizim dışımızda yaşanmışlık sanrılarında uyutacak bir kısa zaman için-içi sıkılanları. Onlara bir ölçü duygu da katacağım hatır için!
Yazık ki deliremeyeceğim.’
‘Beter uyanıklığın dipsiz kuyusuna düştüm.’
‘İnsan tragedyasının özü bilinmezlik oysa. Hangi ölçüte vurursan vur doğru ya da yanlış seçeneklerini kestiremezsin.’

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin