Perde Ar(k)ası

Perde Ar(k)ası

“Ne hoş bir güzelliği vardır hafif adımlarla dünyadan gülümseyerek geçenlerin.”
Virginia Woolf

Yaş aldıkça, yaşamı kavradıkça, malum yolculuğa ve beyaz kıyılara yaklaştıkça, güzelliği ve kıymeti anlaşılan gürültüsüz ayakları, o hafif adımları, dikkat çekmeyen yolculukları, sansasyon konusu olmayanları anlattı yazın hayatı boyunca Virginia Woolf.  Ağrılı bir yaşamı, yanı başımızda konuşulmayanları, küçük mekânlarda hapsolmuş karmaşık duyguları, gösterişsiz karakterlerin karanlık taraflarını onun penceresinden izledik kitaplarında. Öğrendik; anlamak bir yüktür, tartıda hafif çeker, ceplere dolup nehrin dibine çeken taşlara dönüşene dek.

Gördüklerinden sonra kalmaya katlanamayıp, gitmeyi tercih eden ve perdenin arkasına geçen Virginia Woolf’un son kitabı Perde Arası. Yayımlanma sürecini kendi başlatmadığı, ismine karar vermekte güçlük çektiği, son okumasını tamamlayamadan yaşama veda ettiği bu kitap, okuru Woolf’un buhranının zirveye çıktığı zamanlara götürüyor. Yazarın psikolojik durumundaki kötüleşmenin sebeplerini, Perde Arası’nın çevirmeni Tomris Uyar’ın “Bir Yazarın Son Serüveni” başlığıyla kaleme aldığı önsözden öğreniyoruz. Uyar, çevirmen kimliğiyle kitap ile birlikte yazarın iç dünyasını da okura tercüme etmiş, yazar kimliğiyle de Woolf’un güncelerinden alıntıladığı metinleri kendi zenginlikleri ile bütünleştirerek sunmuş. Uyar’ın çevirmen notu, henüz kitaba başlamadan okurda bir heyecan yaratıyor.

Woolf, evlerinin bombalanmasının ardından şu sözleri yazıyor 17 Eylül 1940 tarihli güncesine: “Bu sabah yüzeye çıkan sözcükle şunlar; ‘Ne kadar varsa, o kadar yürekliliğe ihtiyacımız var.’: Mecklenburg Alanı’nda bütün camlarımızın kırıldığını, tavanların çöktüğünü, tabak çanağımızın paramparça olduğunu öğrendikten sonra. Yine de P.H’u karalamaya devam ettim.[1]

Perde Ar(k)ası
Perde Arası, Virginia Woolf, İletişim Yayınları

Perde Arası, Woolf’un sadık okurlarının kitaptaki izleri takip ederek anlayacağı üzere; vedanın işaretlerini içinde taşıyor. Savaşın eşiğindeki kırsal kesim halkının, onları çevreleyen doğanın, karakterlerin ruhsal durum tahlilleri ile bezenmiş bir pastoral şölen.  Bilinç akışının keskin tadı, hemen tüm kitaplarında işlediği dünyanın yükünün katlanılmazlığı, baş edilemeyen karanlık, tüm yüzleriyle insanlar ve daha birçok tanıdık kavramla yeniden buluşuyoruz bu kitapta. Mrs. Dalloway isimli romanında olduğu gibi tüm roman kısacık bir sürede gerçekleşiyor. Woolf kendisinden beklenildiği üzere, bizi romanın konusunu oluşturan tiyatro oyunun karakterlerinin zihnine götürüyor. Öyle ki; tiyatro oyununa ait sahne düzenlemelerinin detayına bile vakıf oluyor okur. Oyuncuların iç dünyaları, oyunun tüm detayları ve izleyicinin perde arasında kafasına dolan düşünceler ile kısa bir sürede olup biteni roman boyunca işliyor Woolf.

Woolf’un anlatımındaki detaylar ve karakterlerin zihnindeki en kuytu köşeleri bile okura yansımada gösterdiği cesaret, bu kitapta zirveye ulaşmış. Hikâyeyi anlatmaya küçük bir aileden başlayarak, bir tiyatro salonunu dolduran tüm karakterlerin iç dünyasını okura detaylıca resmetmiş roman boyunca. Tüm karakter incelemelerine ve onca detaya rağmen, roman bittiğinde bile yüzeyde kalmış hissedebilir okur. Çünkü Woolf, daha derine gömdüğü başka anlamlar olduğu hissini okura ustalıkla ulaştırıyor. Bulmamızı istediği derin anlamları defaten okumalarda bile bulamıyor olabiliriz. Sadece bu hissi bu denli başarıyla iletiyor olması bile Woolf’u benzersiz kılmaya yetmez mi?

Gazeteyi elinden bıraktı; üçü de göğün meteoroloji uzmanının dediklerine uyup uymayacağını anlamak için havaya baktılar. Gerçekten de hava değişkendi. Bahçe bir an yeşilleniyor, sonra kararıyordu. Derken güneş çıkıyordu-her çiçeği, her yaprağı tek tek sarmalayan sonsuz bir coşku fışkırtısıyla. Sonra sevecenlikle geri çekiliyordu, yüzünü örterek, insan acılarını görmekten kaçınırcasına. Seyrelip seyrelip kabaran bulutlarda bir başıboşluk, simetri ve düzen yoksunluğu göze çarpıyordu. Uydukları kendi yasaları mıydı, yasasızlık mı? Bazıları dağınık beyaz saçlar gibiydi. Ta tepede çok uzaktaki bir bulut, sertleşip altın kaymaktaşına dönüşmüştü; ölümsüz mermerdendi.[2]

Tüm bu renkler, doğal hareketler, uzun betimlemeler, sesler ve şekiller gerçekte birer çevre tasviri miydi? Yoksa her biri bir başka ruh halinin metaforu olarak mı bulunuyordu romanda? Birbirine tezat tabiat görüntüleri aslında aynı karakterin ruhunda dolanan çelişkili duygular mıydı? Bu soruları okurun cevaplamasını istiyordu Woolf. Cevapları zahmetsizce ulaşılabilecek yerlere bırakmıyordu üstelik. Kimi zaman okurun yolunu kolaylıkla kaybedebileceği satırlarda gizleniyordu anlam, hatta kimi zaman tekrar tekrar bulunmak üzere saklanıyordu.

Sözü geçen bunca detay, romanı sıkıcı hale getiriyor mu? Bilinç akışı ile yazan yazarların ortak özelliği olan kara mizahı kullanmadaki ustalık işte burada devreye giriyor. Doğayı betimleyen cümlelerin arasında geleneksel yaklaşımda ısrarcılığa bir gönderme ile karşılaşıyoruz. Kimi zaman mekân tasvirlerinin birden bire dağılışında savaşın yıkımına dair bir sitemle. Dar bir çevrede üstelik sınırlı bir zamanda meydana gelen olaylar örgüsünde iç içe geçmiş analizlerle buluşmak okuru kitaptaki gizli motifleri bulmak için tekrar okumaya davet ediyor. Ayrıntılar denizinde küçük lezzetlerin peşinden koşuyor olsa da, kitabın kapağını kapattığında, savaş öncesi İngiltere’nin kırsal kesimlerine ait özenli bir kesit görmüş oluyor okur. Bu bağlamda eser, günümüz okuyucusu için tarihte bir keşif haline gelmiş oluyor. Yazarın gözünden ise savaşın korku ve karanlığa boğduğu devrine cesur bir hiciv.

Dünya Savaşı’nın kıyısında İngiltere, harbin psikolojik yıkımında kendi zihinlerindeki labirentlerde kaybolan karakterler, yine de sürmekte olan tiyatro oyunu ve bitmeyen bir seyrin ince ironisi. Perde Arası savaşın bittiğini göremeden henüz kalbi sevgi doluyken perdeyi indirip, başka bir oyuna dalan Virginia Woolf’un son eseri. Sıklıkla nükseden ve artık dayanılmaz hale gelen akıl ağrısından okurlara kalan son armağan. Sesiyle şiire, dizilimiyle müziğe dönüşen bir ustalık romanı. Defalarca değiştirdiği adında belki de bir sır yatan son kitap: Perdeli müzik aletlerinde perde arası bir ses çıkartmanın mümkün olmadığı yer. Bu romanla sessizliğe geçtiğini fısıldıyordu Woolf belki de okurlarına, en azından bu sahnede, bu oyunda.


Perde Arası
Orijinal Eser Adı: Between the Acts
Yazar: Virginia Woolf
Yayınevi: İletişim Yayınları
Türkçesi: Tomris Uyar

[1] Perde Arası, S: 10
[2] Perde Arası, S: 29

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin
Captcha verification failed!
Captcha kullanıcı puanı başarısız oldu. lütfen bizimle iletişime geçin!