“Sembollerin rolü, yayılma imkânı gerçekten sınırsız olan kavramlara destek olmaktır; ve her ifade, bir sembolden ibarettir. Demek ki, ifade edilemeyene ait kısım daima saklı tutulmalıdır.”
René Guénon
Zaman, soyut bir hüviyetin içine sığdırılmış, somut ifadelerden ibarettir. Zamanın hakikati, özünde, ifade edilemeyen sırları ve belirsiz bir süreci taşırken, insanoğlu ona zihin dünyasından ayırdığı pay ile, sayılara ve birtakım isimlere hapsetmiş, ona belirli kalıplarla bir “ifade edilebilirlik” niteliği biçmeye kalkışmıştır.
Bugün biz, direkt olarak zamana ait olan sürekliliği ve geçiciliği, “saat” ismini verdiğimiz birtakım sayılarla anlamlandırmaya, günlere, ekseriyetle etimolojik olarak kökleri yine sayılara uzanan birtakım isimlerle seslenmekteyiz. Misal olarak; “Perşembe” gününün ismi haftanın beşinci günü olması münasebetiyle, Farsça “beş” anlamına gelen “penç”den gelmekte, onun evvelindeki, yani dördüncü gün olan “Çarşamba” yine Farsça kökenli, manası tahmin edilebileceği gibi “dört” olan “çar” kelimesinden türemektedir.
Özet ile; sayılar, zaman gibi tam bir tanım ile ifade edilemeyen, sınırlı ve manası kendisine has bir olguda, sembolik açıdan mühim bir yer teşkil etmektedir.
Sayıların teşkil ettiği bu ehemmiyet sadece zaman olgusu ile sınırlı değildir. Özellikle inanç sistemlerinde belli başlı sayı ibarelerine rastlamaktayız. Hristiyan mistisizminde “üç” (tasfiye, aydınlanma, mistik tecrübe) sayısının ehemmiyeti ile İslam mistisizmindeki “üç” sayısının anlamsal olarak paralelliği ve akabinde Hinduların “Guna” (Sattva, Rajas, Tamas) anlayışı, tradisyonizm (gelenekçilik) hakkında bir bütünlüğün ve tartışılamaz bir etkinin olduğunu bizlere söylemektedir.
Ayrıca İbranice ve Arapça gibi dillerde bazı kelimelerin sayısal değeri üzerinde durulması gereken başka bir konudur.
Birkaç örnek ile açıklamak gerekirse, İbrani dilinde, “65” sayısı, tanrının adı anlamına gelen “Adonay” kelimesine, Arapçada ise “66” sayısı “Allah” ismine tekabül etmektedir.
Yine Arapçada “ebced” denilen, harflere sayısal değerler veren bir sistem vardır. Daha geniş bir perspektiften bakarsak eğer, yine Babil geleneğindeki yaratılış destanı Enuma Eliş’te geçen yedi rüzgar, fırtınanın yedi ruhu, yedi kötü hastalık, içinde yedi mühürlü yedi kapı, yer altı dünyasının yedi bölgesi ve gök aleminin yedi gezegeni gibi unsurlar ile İslam mistisizmindeki yedi nefis mertebesi ile, yedi kat gök ve yedi kat yer tabirinin sayısal açıdan uyum içerisinde olması, insanın kainatı anlama açısından kendisi ile içinde bulunduğu kainat arasında, ortak yönleri saptaması ve ifade edilemeyeni anlamlandırmaya yönelik kendi şuuru ile hakikat arasında transandantal (aşkın) özdeşlikler kurmasından ileri gelmektedir.
Özellikle sayıların; “bir” iken katlanarak kendisinden türemesiyle, yaratılış hakkında da benzerlik kurulmaktadır ki, burada daha geniş bir sahaya adım atacağımız için bu konuyu başka bir yazı dahilinde, daha geniş olarak ele almak isabetli olacaktır.
Sayıların sembolik olarak kendisinin gösterdiği ve ifade edilemeyenin ifade edilmesi açısından kullanıldığı bir başka alan ise sanattır. Bir tabloda yer alan figürlerin yahut bir mimari unsurun sayılara dayanan aritmetiği bizi o eser hakkında bir idrak refleksine, dolayısıyla bir yoruma sevk edecektir. Bir sanat eserinin meydana getirilmesinde mühim bir unsur olan “espas” mefhumu yine sayısal bir hesaba dayanmaktadır. Sayılar ile estetiğin birbiriyle bütünleştiği ve bir sistem dahilinde bir eseri var ettiği ifade edilememezlik, bizi eşyanın kapalı duran ve açıklanması ancak sembolik değerle mümkün olan tarafına yöneltecektir.
Yaklaşık 10 asır önce inşa edilmiş, bugün İran’da bulunan, Selçuklu mimarisinin en karakteristik eserlerinden olan “Tuğrul Bey” türbesi, dış cephesinde bulunan ve cepheye hareket kazandıran “24” yiviyle dikkat çekmektedir. Zamanı ölçme amacıyla, ışık ve gölge hareketlerini gözlemlemeye dayanan bu sistem yine bir aritmetikten beslenmektedir. Ayrıca genel manada Bizans kiliselerinin “3” neften oluşması yine daha önce sözünü ettiğimiz Hristiyan inancındaki “3” sayısının önemini bize hatırlatmaktadır. İnanç sistemlerinin bir ürünü olan ve ibadethane işlevi gören her mimari unsur, muhakkak, merkezi bir kaynaktan, çokluğa evrilen bir sistemi ihtiva etmektedir.
İnsanlık, var olduğundan beri keşfetmek, aramak ve idrak etmek için çeşitli yönelimlerle hem kendisinin hem de yaşadığı kainatın hakiki manasına ermeyi fıtraten şiar edinmiş, maddenin tabiatını tahlil etmiş, maddenin ötesine ulaşmak istemiştir. İnsanlık, varlığın ortasında, abidevi bir heybetle, tıpkı bir ağaç gibi arz-ı endam eden fiziğin, toprağın derinliklerindeki köklerini, yani metafiziği ifade etmeye çabalamış, onu kendi yaşamına ancak semboller ile tatbik etmiştir. Sayılarda; insanlığın varlık serüveninde, yine insanlığın göğsünden doğarak, mananın girift dehlizlerinde ona ışık olmuş, gerek maddeyi manaya, gerek manayı, maddeye aksettirmekte büyük rol oynamıştır. Sayılar, kelimeler, renkler, sesler topyekûn insanlığa dair ne varsa hepsi, mananın kadim izlerini kendi üzerlerinde taşımakta, yine insanlık kadar kadim bir yol üzerinde insanlığa rehberlik etmeye devam etmektedir.