“Görüntü bir dıştır. Hep içini merak etmişimdir.
Sanırım bir aklı başında sanatçı da bu içi arar.”
Ressam Şefik Bursalı
Kâinatın belki de en ulvi hissi olan sevginin dolu-dolu yaşandığı ve yağmur geçişlerinin -insanlığın muhtaç olduğu melankoliye ve romantizme dahil olarak- kendisine has endamıyla kalabalık meydanlara iştirak ettiği bir sevgililer gününde, içimizdeki sanat aşkıyla Bursa Kent Müzesinin kuruluşunun 15. yıl dönümü törenine davetliydik.
Şehir müzeciliği konusunda güzel projelere imza atmış Bursa Kent Müzesi, bugün Bursa şehrinin merkezinde, eski adliye binası olarak bilinen Atatürk Heykelinin arkasındaki binada hizmet vermekte ve Bursa’nın yaklaşık 7000 yıllık bir zaman diliminde seyreden tarihsel sürecini sergilemektedir. Ayrıca belli dönemlerde müze bünyesinde geliştirilen projeler Bursa’nın kültürel gelişimine katkı sağlamakta ve konumu dolayısıyla tarihle iç içe bulunan bir şehir olan Bursa’nın tanıtımında büyük rol oynamaktadır. Böyle mühim bir müzenin açılış yıl dönümünde güzel bir sürprize de tanık olduk.
Müzenin 15. yıl dönümüne özel, Bursa şehrinin yetiştirdiği sanatkarlardan olan Ressam Şefik Bursalı’nın bir tablosu ilk kez sergilendi.
Tablo’nun mahiyetinden bahsetmeden önce Ressam Şefik Bursalı’nın hayatı ve sanatçı kişiliğinin çehresi hakkında birkaç kelâm etmek doğru olacaktır.
1903 yılında Bursa’da doğan ressam, 1930’da Sanâyi-i Nefîse mektebinden (Güzel Sanatlar Akademisi) mezun olarak, öğrenimine Paris’te devam etti. Dönüşünde yurt içindeki birçok şehirde resim öğretmenliği yaptı. 1936’da Güzel Sanatlar Akademisi dahilinde akademisyenliğe seçildi ve 30 yıl bu kurumda birçok çalışmaya imza attı.
1937-1938 yıllarında Atatürk’ün desteğiyle birçok dünya ülkesinde sergiler açtı. Pek çok kez çeşitli ödüllere layık görülen ressam 1986’da Kültür Bakanlığı, Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü alarak sanatsal kariyerini taçlandırdı.
20 Nisan 1990’da aramızdan ayrılan sanatçı, öğrencilik yıllarında dahi Türk Ressamlar Birliği’nin sergilerine katılım teklifi alıyor ve ekseriyetle bu sergilere, resmettiği Bursa manzaraları ile katılıyordu. Manzara resimlerinin yanı sıra natürmortlar ve portreler üzerine de çalışan ressam, sanatında hiçbir akıma bağlı kalmamış ve sanatını bağımsız bir düzlemde icra etmiştir. Tablolarında sıcak renkler kullanan sanatçı, eserleriyle Bursa’nın tarihsel siluetine hâlâ ışık tutmakta ve eserleriyle gelecek nesillere ilham olmaya devam etmektedir.
Ressam Şefik Bursalı’nın törende ilk kez sergilenen eseri “Karagöz Seyri” ise tarihsel bir temayı işlemekte ve Osmanlı’da sosyal hayatın bir parçası olan “Karagöz ve Hacivat Seyri” kültürünü yansıtmaktadır.
Tablodaki sıcak renkler hemen göze çarpmakta ve ilk bakışta insana adeta tablodaki mekânın atmosferini yaşatmaktadır.
Tablodaki figürler; üçü kadın, dördü erkek olmak üzere dönemin giyim ve kuşam anlayışına uygun, figürlerin bulunduğu mekân ise, özellikle Karagöz ve Hacivat seyrinin yapıldığı sahnenin ve sol kısımdaki pencerenin kemeri, Osmanlı mimarisinin hüviyetini yansıtan sivri kemer kompozisiyonuyla betimlenmektedir. Tablodaki sahnede sırtı bize doğru dönük olmak suretiyle seyri izleyen figür “kâtibî” kavuğu ile dikkat çekmekte ve tabloya bakışımızdaki akışı Karagöz Seyri’nin sergilendiği sahneye yöneltmektedir.
Tablonun sol kısmındaki figür ise adeta “yûsufî” kavuğu ve sakalı ile devlet ricalinden olduğunu bizlere söylemekte, resmin sağ kısmında nargile içen bir figür ile ona hizmet eden bir başka figür ise kompozisyondaki bütünlüğü tamamlamakta. Tablonun topyekûn teması durağanlığın göğsünde gizlenmiş o sonsuz hareketi, bir anın dondurulmuş çerçevesinde, kendi içinde bölünmüş bir şekilde bize yansıtmakta ve sosyal hayata dair mühim doneler vermektedir.
Tablodaki kadın figürler ise, Karagöz Seyri’nin sergilendiği sahnenin hemen önünde yüzleri sahneye dönük bir şekilde oturmaktadırlar. Kadın figürler ile erkek figürleri ayırmak için kullanılan espası hissetmekte ve perspektif olarak derinliği, sanki bir nebze sahnenin üstünden bakarcasına algılamaktayız. Kadınlar üzerlerindeki zarafet ve endam ile o dönemin geleneksel modasını yansıtmakta ve yine kadın figürlerin birbirlerine yakın olmaları itibariyle erkekler ile aralarındaki o kesin ve keskin çizgi göze çarpmaktadır.
Tablonun ana mahiyetini oluşturan “Karagöz ve Hacivat Seyri” ise manası bakımından üzerinde durulması gereken başka bir konudur.
Karagöz ve Hacivat oyununun teknik olarak ortaya konulması için “Hayâlî” denilen ve bu geleneksel sanatta ustalaşmış bir ustanın olması gerekmektedir. Hayâlî, perde arkasında oynattığı figürlerin hareketinde ışık vasıtası ile bir gerçeklik algısı oluşturmakta, oyundaki her figürün nihai kaderi Hayâlî’nin elinde bulunmaktadır.
Işık vasıtası ile oluşturulan “gerçeklik algısı” bize İslam felsefesi tarihindeki “İşrâki” ekolünü hatırlatmaktadır. Kelime anlamı şark (doğu) kelimesinden türetilmiş işrâk kelimesi güneşin doğuşu sırasındaki aydınlık manasına gelmektedir.
İşrâki ekolünün kurucusu Şahabeddin Sühreverdî Maktûl ile Karagöz ve Hacivat oyununun mucidi Mehmed Kuşterî’nin İran’lı olması, gelenekteki ışık ve gerçeklik (varlık) mefhumunun kökenine dair mühim bir veridir. Mehmed Kuşteri İran’dan Bursa’ya gelmiş bir mutasavvıftır ve bugün mezarı ne yazık ki kayıptır.
Ressam Şefik Bursalı’nın birçok eserinde bu tür betimlemeler ve geleneğe ait izler bulunmaktadır. Sanat tarihi açısından Şefik Bursa’lı ustanın eserleri yıllar geçtikçe daha da anlaşılmakta ve bu eserler üzerindeki çalışmalar günden güne artmaktadır.
15. açılış yıl dönümünde böyle güzel bir sürprizi sanat severlere sunan Bursa Kent Müzesi gibi nice müzelerimizin kültürel hayatımızdaki tesirinin artmasını ve özellikle çağın bu incelikten yoksun hengamesinde bizlere, sanatın ve hayatın insanlığa yönelik birçok güzelliğini her daim yansıtmasını temenni ediyorum.