The Prayer at the Tomb; İkonografik Bir Yorum Denemesi!

The Prayer at the Tomb İkonografik Bir Yorum Denemesi

Ludwig Deutsch’un The Prayer at the Tomb (Türbede Dua) Adlı Eserine İkonografik Bir Yorum Denemesi!

Zaman, kendi sonsuzluğu içinde mutlak bir sonu ruh dünyamıza ilmek ilmek nakşederken farkında olmayız çoğu zaman… Nihayetsiz bir süreklilik gibi algılarız zamanı. Yaşamımıza biçilen vakit dolana dek, duygularımızın çevresinde dolanan ve en sonunda menziline erişen, mutlak sona tâbi bir yolcuyuzdur hepimiz. İnsan doğar, büyür, yaşar ve ölür.

Sonsuzluğun da bir sona mahkum olduğunu anlarız böylece. Şuur üstü gerçekleşen bir aydınlanıştır bu. Artık fark edilecek kadar ortada olan bir şeyi, yani kendi faniliğimizi idrak edip, gerçekleştirmek ile mükellefizdir. Giden geri dönmeyecek ve gittiğimiz yerden geri dönmeyeceğizdir. İşte yaşamına biçilen vakit içerisinde, Batı’nın mavi aydınlığından, Doğu’nun güneş sarısı kumlarına uzanan oryantalist bir ressamın mana açısından zengin ve birkaç çizgiden kitaplarca hissiyat çıkarabilecek mahiyette bir eserini inceleyeceğiz…

Süt kadar beyaz ve hayli büyük bir duvar düşünelim. Duvarımızın sathında tek bir leke yahut tek bir ışık ile gölgenin birbirine dolanan cilvesi olmasın. Hikmet kadar soyut, hakikat kadar çarpıcı bir duvar…

Kulağımızda kızgın çöl kumlarının esintili ve esrarı kendisine münhasır ürpertisi dolaşmakta. Düşündüğümüz duvarda önce birkaç cılız çizgi görmekteyiz. Bu cılız çizgiler gittikçe kalınlaşmakta, duvarımızın süt kadar beyaz sathında belli belirsiz lekelerden doğan birtakım şekiller ve suretler oluşmakta. Hemen ardından renkler teşrif etmekteler.

Kan kırmızısı, güneş sarısı, açık mavi, siyah, kahverengi ve envai çeşit bir çok renk, tonlar halinde tecelli edip, kendi coşkularıyla raks ederek şekilleri ve suretleri doldurmakta. İşte orada…

Başında, içindeki kırmızı libas* ile aynı rengi taşıyan işlemeli sarığı, çıplak ayakları ve esmer teniyle, doğu şehirlerinin köşe başlarında rastlayabileceğimiz kadar gerçekçi bir figür, sağ elini mermer bir panel ile yerden biraz yükseltilmiş, taş işçiliği ve motifleri gayet muhteşem bir lahitin üzerine koymuş, yüzünde heybetli bir sessizliğin süslediği  bir pişmanlık ve hiçlik ile önüne bakmakta…

Elini koyduğu lahitin taşıdığı çokgen ve şahidesi** manzaranın biraz daha arka planında kalmış bir mezartaşı, üzerinde İslam sanatının takdire şayan sülüs*** tekniği ile arz-ı endam etmekte. Mekân İslam mimarisinin içinde büyük önem taşıyan türbe kompozisyonunun bütün izlerini taşımakta. Çini süslemeler, sembolik açıdan ehemmiyeti bir hayli fazla olan hayat ağaçları, perspektif olarak ancak yarısı resmin içine dahil edilmiş muhtemelen çift sütunceli**** bir mihrap ve mihrabın içinde arabesk motifler ile bezenmiş süsleme unsurları…

İzlediğimiz manzaranın üst kısmından aşağı doğru uzanan bir kandil, mezar taşının tam da ön kısmında durmakta. Resmin geri planındaki şahide’nin alt kısmında üçü oturur, biri ayakta olmak üzere dört figüre rastlamaktayız. Ayakta olan figür ellerini iki yana açmış dua ederken, bu figürün hemen alt kısmında olan ve oturmuş bir vaziyette bulunan beyaz sakallı figür, yükselmiş çokgen şahideyi hayranlık ile izlemekte, adeta ölüme ve mutlak sona duyduğu özlemi böyle ifade etmekte. Bu figürün önünde yer alan ve yine oturmakta olan bir başka figür ise ilginç bir vaziyette, bütün çaresizliği ile bir elini lahite yaslamış, diğer eli ise lahitin yükseltisini sağlayan mermer panelin üzerinde, adeta vecd halinde durmakta.

Başında beyaz sarığı, üzerinde açık yeşil libası, vecd halinin getirdiği sarhoşluk ile adeta yarı baygın bir halde. Ölüm (mutlak son) karşısındaki acizlikten ziyade, sanki bu acziyetin omuzlarına bindirdiği yüksek şuurun külfeti altında ezilmekte. Bu figürde, doğu medeniyetinin ölüm karşısındaki tavrını izler gibiyiz. Kabulleniş ve teslimiyet ile perçinlenmiş mistik bir arzu. Bu figürün bize göre sağ, resmin ihtivasına göre ise sol kısmında olan figür; daldığı tefekkür dünyasıyla bize yine aynı hissiyatı vermekte ve ölüm ile zaman arasında tesis edilmiş uhrevi bağı böyle ifade etmekte.

Renkler mana bakımından her zaman ehemmiyetini muhafaza etmiş ve sembolik açıdan birçok şeyi anlatmaya her zaman muktedir olmuştur.

Eserimizdeki figürlerin giydikleri elbiselerin renklerine İslam mistisizminin özünü oluşturan Tasavvuf terminolojisinden ve sembolizminden söz ederek değinecek olursak, resmin geri planında ayakta duran ve elini iki yana açmış dua eder vaziyette bulunan figürün üzerindeki libasın rengi, yani mavinin tonu, İslam mistisizminde ilk mertebeyi, yani olgunlaşma, (kemale erme) yolunda atılan ilk adımı (Nefs-i Emmare) hatırlatmaktadır.

Bu figürün resmin arka planında, hatta resmin en uç noktasında bulunması buna bir atıf olabilir. Bu figürün hemen alt kısmında, oturan beyaz sakallı figür ise üzerindeki libas’ın açık kırmızı rengi ile olgunlaşma aşamasındaki ikinci mertebeye işaret ediyor olabilir (Nefs-i Levvame). Bu figürlerin biraz önünde duran ve koyu sarı (hardal) rengi libası ile, başının önüne eğmiş bir halde duran figür ise, kalbin keşfedildiği ve manevi olgunlaşma durumunun artık mistik bir hal olarak tecelli ettiği üçüncü adımı (Nefs-i Mülhime) fısıldar gibidir.

Vecd halinin sarhoşluğunu taşıyan ve elini lahite yaslamış figürümüz ise yeşil libası ile dünyevi olan her şeye sırt çevirmeyi, maddi olan her şeyle ilgisini kesmeyi, yaratıcının tasarrufunu görmeyi ve kendisine verilene teslimiyet içinde razı olmayı anlatıyor gibidir. Bu sebepledir ki, İslam mistisizminde bu mertebe yaratıcıdan razı olma mertebesidir. (Nefs-i Raziyye “Raziyye” kelimesi etimolojik olarak “rıza” kelimesi ile ilintilidir).

Resmin merkezinde duran ve kırmızı libasının üstündeki siyah hırkasına, tevazu halinde yere bakan merkez figürümüz ise, içinde kırmızı libası ile daha ulvi bir idrak seviyesine ve pişmanlığa yani olgunlaşma sürecindeki mertebelerin ikincisine işaret etmektedir (Nefs-i Levvame). Bu noktada belirtmek gerekir ki; merkez figürümüzün yüzündeki pişmanlık ifadesi bu mertebeyi anlamak için ipucu vermektedir.

İster olgunlaşma sürecinin içinde bulunsun, ister tam bir idrak ile olgunlaşmış olsun, pişmanlık hissinin, psikolojik açıdan ötelenmesi yahut tamamen silinmesi çetin bir deneyimdir.

Burada neden kırmızı renge, yani ikinci olgunlaşma evresine, resmin arka planındaki figürlerden birinde değinilmesine rağmen yeniden değinildiğini anlamamızın biricik reçetesi, “pişmanlık” ve “yaşanmışlık” mefhumlarında saklıdır.

İlerlenen yol üzerinde, uğranılan duraklardan edinilen tecrübe ve bu tecrübenin gösterdiği “yanlış” ve “hata” idraki, insanın hayat yolculuğunda, geleceğe dair muhakemesi için mühim rol oynar. Bu yüzden merkezdeki figürümüz kırmızı libası ile hâlâ ruhunda tecrübenin gösterdiği yanlışlıklar ile vuku bulan kendi öz pişmanlığının izlerini taşır. Ayrıca figürümüz kırmızı libasının üstündeki siyah hırkası ile yaratıcının da ondan razı olduğu bir mertebeye (Nefs-i Marziye) erişimini de bize söylemektedir.

Yukarıda bahsettiğimiz mertebeleri, tasavvuf terminolojisi ile eserin mistik çehresini anlamak için topyekün sıralamak gerekirse;

1- Nefs-i Emmare, mavi
2- Nefs-i Levvame, kırmızı
3- Nefs-i Mülhime, sarı
4- Nefs-i Mutmainne, beyaz (Bu renk eserimizde iki oturan figürün sarıklarında kendisini göstermiştir.  Bu iki figür vecd ve tefekkür halinde olmaları sebebiyle bu mertebenin özelliklerini ifade ediyor olabilirler. Çünkü bu mertebede manevi algılar maddi algıların önüne geçmektedir. Bu da her insanın içinde ve doğuştan gelen manevi duyumsamaları betimliyor olabilir).
5- Nefs-i Razıyye, yeşil
6- Nefs-i Marziyye, siyah
7- Nefs-i Safiyye, bu mertebede renk yoktur.

Oryantalizm akımının sanat dünyamıza bahşettiği muazzam eserlerden biri olan bu eser, bizce İslam ikonografisi içinde mühim bir yere sahip olmakla birlikte, ressamı Ludwig Deutsch’un gözlem yeteneğini de ortaya koymaktadır. Esere hâkim olan mistik hava, Doğu’nun manevi iklimini bir nebze de olsa bize tattırmakta ve içimizde modern dünyanın bunalımından kaçmaya ezelden niyetli olan mistiği adeta kendi dünyasında soluklanmaya çağırmaktadır. Sanat bu sebeple zaman ve mekân tanımayan bir coşkunluk ve insanlığın can damarıdır.


*Libas; Eski dilde elbise. Etimolojik olarak çoğul anlama gelen “Elbise” kelimesinin tekil hali
**Şahide; Mezar taşlarının ayaktaşı olan kısım, taş.
***Sülüs; Arap harfleriyle yazılan süslü yazı tekniği, hat sanatında altı güzel yazı (Âklâm-ı Sitte) çeşidinden biri.
****Sütunce; Mimari yapılarda süsleme unsuru, çoğunlukla taç kapılarda ve mihrap kısımlarında bulunmaktadır. Küçük sütun şeklinde olmakta ve mimari süslemeye hareket katmaktadır.

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin
Captcha verification failed!
Captcha kullanıcı puanı başarısız oldu. lütfen bizimle iletişime geçin!