Size Yunan coğrafyasını satır satır anlatabilmek isterdim. Yeryüzüne sığmayıp gökyüzüne kafa tutarcasına yükselen dağlarını, tüm dünyayı kucaklarcasına uzanan denizlerini, her bir köşe başında sizi bekleyen zeytin ağaçlarını, başka türlü parlayıp dört mevsim yüzünüzü gülümseten güneşini anlatmak isterdim.
Büyük ihtimalle bu anlattıklarım size bu güzelliği yaşatmaya yetmezdi. O zaman elinizden tutup bu coğrafyanın binlerce yıldır ev sahibi olan taşlarına dokunmanızı beklerdim. Bu birkaç saniyelik his sizi bir zaman tünelinin içine sokabilirdi. Bu zaman tünelinde belki biraz yorgun, biraz çileli ama her zaman umutlu bir insanlığın tarihine şahit oluşunuzu izlerdim. Tanrılardan ateşi çalan bir cesarete, tiyatroyu ortaya çıkaran asalete, felsefenin temellerini atan bilgeliğe, yıllarca arkası kesilmeyen işgallere karşı direnişe, insanlık emeğine ve tabii ki umuda, sevgiye yeniden tanıklık ederdik hep birlikte.
Bu ağaçlar katlanamaz daha basık bir göğe
Bu taşlar katlanamaz yabancı çizmelere.
Yalnız güneşe boyun eğer bu yüzler,
Yalnız Doğruluğa boyun eğer bu yürekler.(…)
Onlar alevlerin ve demirin içinden geçmişler.
Onlar oturup taşlarla söyleşmişler.
Onlar atalarının kafataslarıyla sunmuşlar
Ölüme ısmarladıkları rakıyı.
Gördüğünüz gibi bunları anlatmak en çok şairlerin kalemine yakışıyor. O yüzden size tüm bunların yerine bu coğrafyanın yetiştirdiği, bu coğrafyanın ve insanının sesi olan ve yukarıdaki dizelerin sahibi şairden bahsetmek isterim: Yannis Ritsos’tan.
Yannis Ritsos, 1 Mayıs 1909’da Peloponez Yarımadası’nda Monemvasia kasabasında varlıklı bir toprak sahibinin oğlu olarak dünyaya geldi. Atina’ya yolu ilk kez 16 yaşındayken düştü. Ve burada kısa bir süre hukuk bürosunda çalıştı. Ancak vereme yakalanmasıyla birlikte Monemvasia’ya geri döndü.
Doğduğu kasabada gördüğü tedavi Ritsos için yeterli değildi. Bu sebeple 1927 yılında Atina’ya dönerek sanatoryumda 3 yıl tedavi gördü. İlk şiirlerini bu yıllarda yazmaya başladı. Yine bu yıllarda Marksizme bağlandı.
Ritsos’un sağlık sorunları ilerliyordu. Atina’nın ardından 2 yıl da Girit’te iki ayrı sanatoryumda tedavi gördü. Bu iki yılın ardından Atina’ya geri dönen şair çeşitli tiyatro topluluklarında para amaçlı oyuncu ve dansçı olarak çalıştı. Ritsos bu yılları hep utanarak hatırlayacaktı.
İlk şiir kitabı Traktör’ü 1934 yılında yayınladı. İkinci şiir kitabı olan Piramitler hemen bir yıl sonra geldi. En çok yankı uyandıran şiiri Epitaphios 1936 yılında yayınlandı.
Epitaphios, normalde İsa’nın çarmıha gerilişine işaret eden, Ortodoks Yunan kiliselerinde Paskalya yortusundan önceki cuma günlerinde söylenen bir ağıttır. Kelime mezar ağıtı anlamına gelmektedir. Ancak Ritsos’un bu ağıtında ölümle birlikte yeniden doğuş da müjdelenir. Üzüntü, umutla birlikte uzaklaştırılmaya çalışılır. Şiirin başında acı çeken, oğlunun siyasal mücadelesini kavrayamayan anne, şiirin sonuna doğru değişir. Umut dolu bir sesle oğlunun savaşını sürdüreceğine yemin eder.
Bir Mayıs günü beni terk ettin,
Mayıs’ta bir gün seni kaybettim
Bu bir bahardı oğlum
sen onu el üstünde tuttun ve yukarıya doğru yükseldin.(…)
Oğlum, yoldaşlarına katılmaya,
öfkemi onlarınkine eklemeye gidiyorum
Senin silahını aldım;
Uyu şimdi, uyu, oğlum.
Selanik, işçi mahallesiyle Yunanistan’da uzun yıllar komünizmin odak noktalarından biri oldu. 1936 yılında Selanik’te tütün sanayisinde çalışan işçiler haksız maaş denetimlerini protesto etmek için greve gittiler. Polis olay mahalline gelmekte gecikmedi ve silahsız grevcilere ateş açtı. On kişiyi öldürdü, yüzlerce işçiyi yaraladı.
Ertesi gün gazetelerde, Selanik’te bir caddede ölmüş oğlunun başında ağlayan siyahlar giymiş annenin fotoğrafını gören Ritsos çok duygulandı. Yoğun ve yaratıcı bir çalışmanın ardından bu uzun ve destansı şiiri kaleme aldı.
1936 aynı zamanda diktatör Metaksas’ın göreve başladığı yıldı. Bu sebeple Epitaphios da rejime aykırı duran diğer tüm kitaplarla birlikte Atina’daki Olimpian Zeus Tapınağı’nda büyük bir törenle halkın karşısında yakıldı.
Zamanla Epitaphios siyasal bir şiir olmakla birlikte Yunan siyasi tarihinin birçok aşamasında sembolik bir şiir oldu. Yunan bestekar Mikis Theodorakis, Epitaphios’u bestelediğinde şiir daha da geniş kitlelere ulaştı. Böylece Ritsos’un umut dolu ağıdı buzukinin sesiyle birleştiğinde mucizevi bir bütünlük oluşturdu. Şiir ve bestesi zamanla Yunan Solu’nun gayri resmi marşı durumuna geldi. Epitaphios sonsuza kadar yaşayacak bir konuma ulaştı.
Epitaphios Ritsos’un müzikalitesi en kuvvetli şiiridir.
Ve tam anlamıyla liriktir. Peter Bien’in de belirttiği gibi onun bu lirizmi Yunan halk ezgisi demotiko traghoudi’nin kaynağına dayanmaktadır. On beş heceli dizeler ve uyaklı beyitler kullanarak sürekli işgal edilen, aldatılan, tecavüze uğrayan bir halktan ve onun tarihsel ve mitsel geçmişinden bahsetmiştir. Bunları anlatırken biçim konuyla uyumludur. Yani bitkinlik ve güçlüklere katlanmaktan bu enerjiye uyumlu bir ritimle bahsedilir.
Ritsos, 1939-1944 yılları arasında yani II. Dünya Savaşı zamanında hep Atina’daydı.1945 yılında iç savaşta bir taraf aldı ve EAM’a (Ulusal Kurtuluş Cephesi) katıldı. Varkiza Antlaşması’yla birlikte de Atina’ya geri geldi. Üç yıl boyunca yayıncı Govostis’in yanında düzeltmen olarak çalıştı.
1948 yılından 1952’ye kadar tutukluluk ve sürgün hayatı yaşayan Ritsos sırasıyla Lemnos, Makronissos ve Ayios Efstratios adalarındaki kamplara gönderildi. Bu dört yıl boyunca kitaplarının yayımlanması ve dağıtılması yasaklandı. Tutukluluk süresinde yılmayan Ritsos 1952 yılında hemen Atina’ya döndü. Döner dönmez de EDA’ya (Birleşik Demokratik Sol) katıldı. Avgi gazetesinde çalışmalara başladı.
1954 yılında Samos adasında doktorluk yapan Falitsa Georgiadis’le evlenen Ritsos’un bir yıl sonra kızı Eri dünyaya geldi. Bundan sonraki yıllar Ritsos’un şairliğinin ve şöhretinin yükseldiği yıllardı. Yapıtları birbiri ardına yayınlanmaya devam ediyordu. Ayışığı Sonatı adlı yapıtı 1956 yılında Ulusal Şiir Ödülü’nü kazandı.
Üretken şairin tüm eserleri 1961-1964 yılları arasında 3 cilt halinde toplu olarak yayımlandı.
Yine bu dönemde çevirileri ve denemeleri basıldı. Ritsos’un ünü uluslararası bir boyuta ulaşıyordu. Rusya ve Doğu Avrupa ülkelerini gezen şairin eserleri Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinde yayımlandı ve büyük ilgi gördü.
Papadopulos Dönemi’nde 1967 yılında tutuklanması onun hareketli ilerleyişine engel oldu. Önce Yaros daha sonra Leros’taki toplama kamplarına gönderilen şairin kitapları ülke içinde yeniden yasaklandı.
Tutukluluk süresinde Ritsos’un peşini bırakmayan sağlık sorunları ilerliyordu. Atina’da bir ay hastanede kalan şair daha sonra Samos’a sürgüne gönderildi ve bu süreçte eşinin gözetimi altında yaşadı.
Ritsos’un şiirlerine getirilen sansür devam ediyordu ancak Ta Nea Keimana dergisi 1971 yılında Ritsos’un şiirlerine yer vererek büyük yankı uyandırdı.
Tutukluluk, sansür, sürgün ve ardı arkası kesilmeyen hastalık Ritsos’un üretkenliğine engel değildi. O bu süreçte umutla yazmaya devam etti. Onun bu umudu elbette geleceğe ve geleceği ellerinde tutan insanlığaydı. 1972 yılında sansür yumuşamaya başlayınca çoğunu toplama kamplarında yazdığı şiirlerden oluşan yedi farklı kitabı yayımlandı. Yine aynı yıl Belçika Knokkle-Zout Bienali’nde Uluslararası Büyük Şair Ödülü’ne layık görüldü.
1977 yılında Nazım Hikmet için yazdığı Bir Ad Müzik ve Evrene Dönüşünce şiirini kaleme aldı.
(…)
Nâzım,
sen bizi öyle çok sevdin
biz seni öyle çok sevdik ki
küçük adınla çağırır herkes seni
herkes sen der sana
(…)özgürlük ki adlarından biridir senin
o senin en güzel adın.Merhaba Nâzım
Bu süreç içinde şairliğinin mükafatı olarak aldığı ödüllerin ardı arkası kesilmiyordu. 1974’te Bulgaristan’dan Uluslararası Dimitrov Ödülü’ne, 1975 yılında Fransa’dan Alfred de Vigny Ödülü’ne, 1976’da Uluslararası Etna-Taormina Ödülü ve Seregno-Brianca Uluslararası Şiir Ödülü’ne, 1977’de Lenin Ödülü’ne, 1978 yılında Premio Letterario İnternazionale ‘Mondello’ Ödülü’ne layık görüldü. Elbette ki en manalı ödülünü 1979 yılında aldı: Dünya Barış Konseyi tarafından verilen Uluslararası Barış Ödülü. Çünkü Yannis Ritsos “barış”ın en güçlü sesiydi.
“Çocuğun gördüğü düştür barış. Ananın gördüğü düştür barış. Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış. (…) Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler, geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun arkasından cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi; barış budur işte.”
Ritsos, 11 Kasım 1990’da dönüp dolaşıp ayrılamadığı şehir Atina’da gözlerini yumdu. O ana kadar şiir yazmaktan, resim yapmaktan asla vazgeçmedi.
Görüldüğü gibi Ritsos yaşamında göç, diktatörlük, dünya savaşları, işgaller, iç savaş, cunta gibi toplumsal acılara şahit oldu. Bununla birlikte bireysel de pek çok acı yaşadı. Fakat onun satırlarında tüm bunları sineye çekerek hayata dört elle sarıldığını fark ederiz. Çünkü “şiire, aşka ve ölüme inanır” ve tüm bunları sahneye koyan insanlığa. Bundandır ki onları kaleminin ucundan eksik etmez. İnsanları günlük yaşamın içinde en sıradan halleriyle yansıtır. Onun temel kaygısı “güneşin altındaki ağaçlar kadar basit insanları” anlatmaktır. Güneş elbet bu güzel insanların üzerinde yeniden doğacaktır. Ve uzun süren karanlık ve soğuk gecelerin ardından geri geldiğinde üşüyen elleri elbet ısıtacaktır.
Peki tüm bu umuda rağmen insanlık bu noktaya nasıl geldi? Nasıl oldu da Tanrılardan çaldığı ateş onun kitaplarını, düşüncelerini yakar oldu? İnsanlığın içine bu kötülüğü kim soktu? Bunu bilemeyiz. Bizim tek yapabileceğimiz Ritsos ve onun gibi tüm güzel yürekli şairlerin bizde yarattığı umuttan vazgeçmemek.