Yaşar Kemal… Türk edebiyatının dev çınarı, belki de roman sanatımızın en önemli yazarı. Türkçeyi motif motif işleyerek zenginleştiren, günlük sınırlı kelime dağarcığımızın çok ötesinde rengarenk bir anlatımla bezeyen dil cambazı, Feridun Andaç’ın deyimiyle “sözün büyücüsü”. Biz daha çok romancı kimliğiyle tanırız onu. Ancak bir de öykücü Yaşar Kemal vardır ki, şiirsel anlatım gücü ile Türk öykücülüğünün kilit taşlarından birini oluşturur.
Yazı hayatına röportajları ve öyküleriyle başlar Yaşar Kemal. Tek öykü kitabı olan Sarı Sıcak ilk kez 1952 yılında, bugüne kadar kırktan fazla dile çevrilen romanı İnce Memed’den önce basılır. Romancı Yaşar Kemal’in ilk yazınsal izlerini bu öykülerde görürüz. Daha sonra kimi yeni öykülerin eklenmesi, romanlarında kullandığı kimi öykülerinse çıkarılmasıyla yeni baskıları yapılır. Türk insanını, toplumsal sorunları anlatır toplumcu gerçekçi bir yaklaşımla. Bu nedenle onun öykülerini değerlendirebilmek için yazıldıkları döneme ve o yılların Türkiye’sine aşina olmak gerekir.
1950’li yıllar İkinci Dünya Savaşı’nın yeni sona erdiği, savaş ekonomisinin insanları derinden etkilediği bir dönemdir. Türkiye tek parti rejiminden yeni çıkmış, çok partili sisteme geçilmiş ve Demokrat Parti iktidara gelmiştir. Savaş ekonomisi bir yana bırakılarak liberal bir politika benimsenir. Toplumsal yapı hızla değişirken kapitalist pazar ekonomisi ülkeye hâkim olur. Alınan kararlar ve yeni yasalarla beraber hızlı makineleşme sonucunda toprak sahipleri zenginleşir, ağalık sistemi köklenir. Fakir köylüyse daha da yoksullaşarak ırgat olarak çalışmak zorunda kalır. Bunun sonucunda kasaba ve kentlere göç başlar. Bu değişim özellikle toprağa ve tarıma bağlı Çukurova’da çok şiddetli hissedilir. İşte Yaşar Kemal’in öykülerinde anlattığı insanlar bu hızlı değişimin ezdiği, yoksullaştırdığı, yurdundan göçmek zorunda bıraktığı kadınlar, çocuklar, ırgatlardır. Onun öyküleri, böyle bir coğrafyanın anlatımıdır.
Aynı dönemde Türk edebiyatında Orhan Kemal ve Sabahattin Ali’nin başı çektiği toplumcu gerçekçi romanlar ve öyküler yazılmaktadır. Yaşar Kemal de bu akıma dâhil olur. Ancak onun yazını kendinden önceki yazarların hiçbirine birebir benzemez; farklı ve özgün bir ses yükselir Çukurova’dan. Toplumcu gerçekçidir ama üstten ve dışardan bakarak yazmaz olayları, tam içinde, göbeğindedir, anlattığı kahramanlardan biridir. Bu nedenle eleştirel bir dille değil, göstererek, çelişkilerin özünü yansıtarak, sezdirerek anlatan bir iç sestir onun sesi. Yaşadığı toprağın insanını resmeder. Köyde, kırsalda yaşayanları ya da kente göç etmek zorunda kalmış yoksulları anlatır. Bu nedenle sahici, içten ve doğaldır anlatımı.
Yaşar Kemal’in hem romanları hem de öyküleri için getirilen bir eleştiri de anlatımının çok detaylı ve uzun oluşu üzerinedir. Onun uzun ve şiirsel anlatımının, özellikle de doğa tasvirlerinin detaylara fazla girerek anlatımı sündürdüğü yolundadır bu eleştiriler. Ancak öykülerine bakıldığında o güne kadar alışılagelmiş klasik öykü yapısının çok ötesinde, günümüz modern öykülerinin özelliklerine sahip, özgün ve kalıpları kıran öyküler olduğunu söylemek mümkün.
Okuru uzun uzun anlatıma hazırlayan ve giriş, gelişme, sonuç sıralamasına sadık kalan öyküler değil çoğunlukla bunlar. Sarı Sıcak öyküsünde olduğu gibi kimi zaman bir diyalogla başlıyor anlatıma, okur öyküde yol aldıkça olaylarla ve karakterlerle tanışıyor. Ya da Yatak öyküsünde olduğu üzere “Şimdiki gibi aklımda” diyerek, âdeta bir durumun tam ortasında oraya gelmişiz ve başını kaçırmışız hissiyle bizi dâhil ediyor anlatıya. Bazen de Ekin öyküsünde olduğu gibi hiç anlatmadığı, susarak sezdirdiği detaylarla şekillendiriyor ve anlatıyı “Öylesine bir açlık duydu ki…” cümlesiyle bitirerek okurun beyninde öykünün devam etmesini sağlıyor. Bu yazınsal özellikleriyle de modern birer kısa öykü yaratıyor daha o yıllarda. Böylelikle öykülerine derinlik katıyor. Anlatı ufak detaylarla katman kazanıyor.
Gene Ekin öyküsünde bakacak olursak, kahramanın yaşı, adı, yaşadığı yer, olay anlatımı ya da diyalog olmadan, sadece iç konuşmayla ve bir tarlada yatarak hareket etmeyen, kulağını toprağa dayayıp sesleri dinleyen ve susayan bir adamın düşüncelerinden tüm öyküyü okur kendi imgeleminde tamamlıyor. İşte, dil ustalığı dışında anlatım ve biçem ustalığı da burada yatıyor. Uzun detaylar ve betimlemelerse genellikle epik doğa anlatımlarında karşımıza çıkıyor. Çünkü doğa, Yaşar Kemal yazınında ana öykü/roman kahramanı olarak hayat buluyor.
Doğa; Çukurova’nın zorlu doğası, sarı sıcak bir coğrafya onun öykülerinin baş kahramanlarından biri. Doğa motifi ile anlatıya hem mekân hem de ritim kazandırıyor. Rüzgâr, güneş, sıcak, kuraklık ya da ekinlerin hareketi gibi doğaya ait özellikler öyküyü gözümüzde canlandırarak gerçeklik kazandırdığı gibi insanların yaşamına etki eden, fakirleştiren, hayatı zorlaştıran canlı bir karaktere dönüştürüyor. Pamuk tarlaları, karpuz tarlaları, börtü böcek sesi, toprak ve sıcak. Her an hissedilen bir sıcak. Ağalar ya da sistem kadar insanları çaresizliğe sürükleyen, aç bırakan, susuz koyan bir sarı sıcak.
Yaşar Kemal’in öykülerinde çocuklar, onların ucuz emeği ve emeğin sömürülmesi çok önemli bir yer tutar. Aileleri özellikle de babaları tarafından da çalışmaya zorlanan, çocukluklarını yaşayamayan karakterleri özellikle Sarı Sıcak ve Beyaz Pantolon öykülerinde görürüz. Toprak-ırgat-ağa ekseninde tutunmaya çalışan, ezilen, yaşama adapte olmaya çalışan çaresiz çocuklardır onlar. Kadınlar, yoksullar, kent varoşlarında yaşamak zorunda kalan insanlar diğer önemli öykü kahramanlarıdır. Ezilen, sömürülen işçiler, ırgatlar… Hem saf hem de kurnaz olan köylüler… Açlık, hayal kırıklığı, çaresizlik…
Yaşar Kemal, halk edebiyatının en önemli temsilcilerinden birisidir. Türk edebiyatına yön verdiği gibi dünya edebiyatına da dâhil büyük bir sanatçı.
Romanlarıyla, öyküleriyle, kahramanlarıyla…