Otuz altı yıl kaç ay, kaç hafta, kaç saat eder? Otuz altı yıla kaç kelime sığdırılır diye de düşündüm. İnsanına göre değişirdi bu. Kimisi az kelime kimisi çok. Kimisi de bir ömür sığdırır otuz altı yıla.
Sait Faik’i, Tanpınar’ı, Melih Cevdet’i, Oktay Rıfat’ı sığdırır. Garip akımını, onlarca kitabı sığdırır. Moliere’den Rimbaud’ya, La Fontaine’den Musset’ye uzanan çevirileriyle, şiirlerindeki yalın diliyle, sıradan yaşantıların şiirde yer bulacağını gösteren, her şiirinde bir öykü olan adam. Ağlasam sesimi duyar mısınız? derken İstanbul’u dinleyen adam, Aşkın Resmi Geçidi’nden geçerken Beni Bu Havalar Mahvetti, diyen adam. “Birdenbire”liği en güzel anlatan adam. Bir Garip Orhan Veli geçti bu dünyadan. Altmış yedi yıl önce bugün, cebinde sadece yirmi sekiz kuruşla hayata veda eden, Bir Garip Orhan Veli geçti.
“Orhan Veli’nin şiiri yaşamından ayrı düşünülemez.”
Kendisi özgeçmişini şöyle özetler: “1914’te doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 2 yaşında gurbete çıktım. 7’sinde mektebe başladım. 9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım. 13’te Oktay Rıfat’ı, 16’da Melih Cevdet’i tanıdım. 17 yaşında bara gittim. 18’de rakıya başladım ve şarkı söylemesini çok sevdim. 19 yaşından sonra da avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25’te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok âşık oldum. Hiç evlenmedim. Ben Orhan Veli. “Yazık oldu Süleyman Efendiye” Mısra-i meşhurunun yazarı… Duydum ki merak ediyormuşsunuz, hususi hayatımı, Anlatayım: Evvela adamım, yani sirk hayvanı falan değilim. Burnum var, kulağım var, pek biçimli olmamakla beraber. Bir evde otururum, Bir işte çalışırım. Ne başımda bulut gezdiririm, ne sırtımda mühr-ü nübüvvet. Ne İngiliz kralı kadar mütevazıyım, ne de Celâl Bayar’ın ahır uşağı gibi aristokrat. Ispanağı çok severim, puf böreğine hele biterim. Malda mülkte gözüm yoktur. Vallahi yoktur. Oktay Rıfat’la Melih Cevdet’tir en yakın arkadaşlarım. Bir de sevgilim vardır pek muteber; ismini söyleyemem. Edebiyat tarihçisi bulsun. Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım, meşgul olmadığım ehemmiyetsiz, sadece yazarlar arasındadır. Ne bileyim, belki daha bin bir huyum vardır. Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya? Onlar da bunlara benzer.”
Tam da kurduğu cümleler gibidir Orhan Veli. Hayatı cümlelere, cümleleri şiire dökülür.
“Bir Garip Orhan Veli Geçti”
Orhan Veli, 14 Kasım 1950’de vefat etmiştir.
Lisedeki edebiyat hocası Ahmet Hamdi Tanpınar, Kanık’ı hastanede ziyaret etme fırsatı bulur ve hastanede gördüğü Orhan Veli’yi şöyle anlatır:
“Daha orta mektebin birinci sınıfında talebem olan Orhan’ı Cerrahpaşa Hastanesi’nde son defa oksijen çadırının altında yarı çıplak, güçlükle nefes alır ve o kadar güzel hayallerin yakaladığı dünyamızı yalnız akı görünen gözlerinden boşanırken gördüğüm günü hiçbir zaman unutamam. Şiirimize tatlı anlaşmazlığı ve lezzeti getiren zekâ, kendisi olmaktan çıkmıştı.”
Ölümünün ardından, Yüksel Pazarkaya ve Helmut Vader tarafından Almanca’ya çevrilmiş olan seçilmiş 49 şiiri, 1965 yılında Frankfurt’taki Suhrkamp Verlag yayınevi tarafından Poesie ismiyle yayımlanmıştır. Şairin şiirleri Almanca’nın yanı sıra İngilizce ve Özbekçe’ye de çevrilmiştir. Orhan Veli’nin çevirdiği Jean Anouilh’ten Antigone ve Jean-Paul Sartre’dan Saygılı Yosma ölümünden önce yayınlanamamıştı. Antigone şairin vefatından sonra İstanbul Devlet Tiyatrosu’nca sergilenirken Saygılı Yosma ise 1950 sonunda “Saat 6 Tiyatrosu” tarafından bir kez temsil edilmiştir. Haluk Oral ise Orhan Veli’nin hayatını, hayatının hiç bilinmeyen ve yanlış bilinen yanlarını “Bir Roman Kahramanı Orhan Veli” adını verdiği kitapta toparlamıştır.
“Son şiir fırçası”
Orhan Veli’nin son şiiri tamamlanmamıştır. Yarım kalan şiirin müsveddesi ölümünden sonra diş fırçasına sarılı bir şekilde bulunmuştur. Kim bir geçidi böyle güzel anlatabilirdi? Bir Garip Orhan Veli…
Aşkın Resmi Geçidi
Birincisi o incecik, o dal gibi kız,
Şimdi galiba bir tüccar karısı.
Ne kadar şişmanlamıştır kim bilir.
Ama yine de görmeyi çok isterim,
Kolay mı? İlk göz ağrısı.İkincisi Münevver Abla, benden büyük
Yazıp yazıp bahçesine attığım mektupları
Gülmekten katılırdı, okudukça.
Bense bugünmüş gibi utanırım
O mektupları hatırladıkça.Dördüncüsü azgın bir kadın,
Açık saçık şeyler anlatırdı bana.
Bir gün de önümde soyunuverdi
Yıllar geçti aradan, unutamadım,
Kaç defa rüyama girdi.Beşinciyi geçip altıncıya geldim.
Onun adı da Nurinnisa.
Ah güzelim
Ah esmerim
Ah
Canımın içi Nurinnisa.Yedincisi, Aliye, kibar bir kadın.
Ama ben pek varamadım tadına.
Bütün kibar kadınlar gibi
Küpe fiyatına, kürk fiyatına.Sekizinci de o bokun soyu.
Elin karısında namus ara,
Kendinde arandı mı küplere bin.
Üstelik …….
Yalanın düzenin bini bir para.Ayten’di dokuzuncunun adı.
İş başında şunun bunun esiri,
Ama bardan çıktı mı,
Kiminle isterse onunla yatar.Onuncusu akıllı çıktı
……. gitti ………
Ama haksız da değildi hani.
Sevişmek zenginlerin harcıymış
İşsizlerin harcıymış.
İki gönül bir olunca
Samanlık seyranmış ama,
İki çıplak da, olsa olsa,
Bir hamama yakışırmış.İşine bağlı bir kadındı on birinci,
Hoş, olmasın da ne yapsın,
Bir zalimin yanında gündelikçi.
………leksandra
Geceleri odama gelir,
Sabahlara kadar kalır.
Konyak içer sarhoş olur,
Sabahı da işbaşı yapardı şafakla.Gelelim sonuncuya.
Hiçbirine bağlanmadım
Ona bağlandığım kadar.
Sade kadın değil, insan.
Ne kibarlık budalası,
Ne malda mülkte gözü var.
Hür olsak der,
Eşit olsak der.
İnsanları sevmesini bilir
Yaşamayı sevdiği kadar.