Bir Suç ve Ceza Okuması

dostoyevski - selimcan

Bir akşamdı… Uzun bir müddet sonra roman okumaya karar vermiştim. Kütüphaneme göz atarken Dostoyevski’nin Suç ve Ceza‘sına takıldı gözlerim… Aslında niyetim, şu çetin günlerde daha kısa ve hemen hemen bir gecede bitirebileceğim bir romanın sayfalarında kaybolmaktı. Ama düşünmeye fırsat bile bulamadan Raskolnikov’un sancılı fikirleriyle yüzleşmeye başlamıştım. Raskolnikov…

Şairin deyimiyle “müthiş bir Allah ağrısı çeken” genç adam… Bu ağrının izlerini Raskolnikov’un isminin köklerinde aramak lazım diye düşünüyorum. Raskol, 17. yy ortalarında Rus Ortodoks kilisesinin bölünmesiyle eski inananların oluşturduğu bir mezhebin adı. Eski inananlar… Bozulmuşluğun, solmuşluğun ve yıpranmışlığın ortasında, insanlık adına eski bir vicdan muhasebesini kendi suçuyla çekmeye mahkûm olan bir genç değil miydi Raskolnikov? Tıpkı isminin kökleri gibi. İsminin bu minvalde bir mana hükmü taşıması şüphesiz tesadüf değildi. Sayısız bölünüşün ortasında, her parçası yüce bir vicdan hissiyatının tecellisini kendisinden devşirmeye muktedir olan ulvi bir planın parçasıydı o.

Sayfaları iştahla bir bir çevirirken, Raskolnikov’un gördüğü bir rüyada takılıp kalmıştım. Rüyasında çocukluğuna dönen Raskolnikov, meydanda acımasızca linç edilen bir at görüyordu. Çığlıklar, sarhoş kahkahalar arasında aşağılanan garip ve çaresiz bir at. Herkesi çekmeye uğraşıyor, sahibi ve gençler tarafından kırbaçlanıyordu. Hatta atın çevresindekilerden biri, “Bir baltayla biter işi.” diyordu. Balta… Raskolnikov’un meşhur suç aleti. En sonunda at, sahibi tarafından vahşice katlediliyor ve Raskolnikov bu rüyadan korkuyla uyanıyordu. Peki, rüyada atla özdeşleşen şey neydi? Yeni tarafından ötelenen eski mi? Yoksa Raskolnikov’un kendi öz vicdanı mı? Ya rüyada bir şimşek hızıyla yanıp sönen balta fikrine ne demeli?

Raskolnikov, işleyeceği cinayeti kendi bilinçaltında, rüyasındaki vahşete karşı duyduğu üzüntüyle karşılıyor ve ona bu derin kaygı ile bakıyordu. Ama gerçek hayatı ile çelişen hissiyatları onu Dostoyevski’nin de bahsettiği gibi garip bir kader tecellisi olarak bu cinayete sürüklüyordu. Freud’un, “Rüyalar bir arzu gerçekleştirme aracıdır.” ibaresi Raskolnikov’un bilinçaltında bu şekilde yorumlanıyordu. O kendi düşünceleri karşısında dehşete kapılsa da bölünen benliğinin kıvrım kıvrım uzanan dehlizlerinde kendisini meşru kılmaya yarayacak sebepler arıyordu. Raskolnikov ahlak reçetesi ile bireysel çıkmazlarının açtığı yaralara şifa olmaya çalışırken karşısına çıkan etik mefhumuyla suçunun toplum nezdindeki onulmaz marazından utanıyordu. Bu çelişki, en küçük nispetten en büyük misale kadar insanlığın her daim tecrübe ettiği müthiş bir mesele… Yaşanan ve yaşanacak olan nice buhranın tıpkı bir ağaç gibi dallanıp budaklanan gövdesinin saklı olduğu mümbit bir tohum âdeta… Jung’ın “Persona” kavramıyla gizlenen değer ve davranışların, sosyal hayatta karşılığının ötelenmek, kınanmak olması ve bireyin kendi özüne istemsizce yabancılaşması kimliksiz tüm Raskolnikovların kaderi âdeta… Raskolnikov’un, insani berraklığı; ötelenmiş ve toplumsal normlara aykırı olan ve önünde, insanlığın acıları karşısında eğildiği Sonya’da bulması ise üzerine düşünülmesi gereken ayrı bir mesele… Gül bahçesine giden yolun çamuruyla kirlendikten sonra o güller ile arınmış vicdanların, doğuştan tertemiz olan vicdanlara nazaran daha kıymetli oluşunun sırrı burada gizli belki de… Kaybolan, bulunduktan sonra farklı bir kıymet hükmü kazanır elbet…

Bir akşamdı… Geceye döndü. Suç ve Ceza’yı bu düşüncelerle kütüphaneme bıraktım. Gecenin sessizliği, nice Raskolnikovların vicdan muhasebesine örtülen ince bir örtüydü âdeta.

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin