Derviş ve Ölüm’ün Üzerine: Ahmed Nureddin’in Hikayesi

derviş ve ölüm

Ahmed Nureddin… Meša Selimović’in, Derviş ve Ölüm eserinde, yıkılmaya yüz tutmuş düzenin ortasında bir muhasebe abidesi olarak yükselttiği ve her sözü hesapsız, çilesiz kimselere bir tokat gibi çarpan o mağrur karakter… Yaşadığının kaydını belirsizliğe emanet edecek, zamanı da tanıklığına çağıracak kadar da cesaret timsali…

Bursa Büyükşehir Kütüphanesinin ikinci katı… Pencereden şöyle bir bakınca karlı bir kış gününün süzüldüğünü görüyorum Setbaşı Caddesi’nde. Çocuksu telaşlarım var… Henüz dünyanın hakiki telaşı sarmamış beni. Önümde açık duran Derviş ve Ölüm‘ün ilk sayfalarında dolaşıyor gözlerim. Bir ara şu beyana kapılıyorum: Ben Ahmed Nureddin…

O günü müteakiben birkaç günde bitirdim bu eseri. Bu eserin tesiridir: Alelacele, bir yanıyla kutsiyete inancını yitirmemiş, bir yanıyla büyük haksızlıklara maruz kalmış, tabiri caizse çelişkili, kuşkulu, tetik bir şahsiyet aramaya başladı gözlerim. Belki Ahmed Nureddin’i, belki teslimiyet ile bir şeyleri kabul etmeme seçenekleri arasında dimağını son raddesine dek geren bir şahsiyeti arıyordum ben. Edebiyatın belki de en tuhaf, en sürükleyici yönüdür, okuduğumuz kitaplarda hakiki hayatımızdan bir yansıma bulmayı umarız. Ekseriyetle böyledir bu…

Ahmed Nureddin, Osmanlı döneminde, Bosna’daki bir Mevlevi dergâhının şeyhidir. Yaşadığı toprağın içinde erimesini bilmiş, ötelerle bağını muhafaza edebilmiş, çevresi tarafından saygı duyulan bir karakterdir. İnancın dinamizmi Ahmed Nureddin’in şahsiyetinde çarpan kanlı canlı hakiki bir kalp gibidir. Arar, sorgular, teoriyi pratiğe döker. Gerektiği yerde konuşur… Gerektiği yerde susar. Eserin ilk sayfalarında Ahmed Nureddin kendisini tanıtır… Hem de öyle bir tanıtır ki, insan onu hep tanıyor gibidir. Meša Selimović’in maharetidir bu şüphesiz. Zaten eser Meša Selimović’in kendi hayatına 22 senelik bir bakışı üzerine yazılmıştır.

derviş ve ölümTıpkı Meša Selimović’in kardeşinin haksız bir şekilde öldürülmesine paralel, kahramanımızın da kardeşi zindandadır. Hem de kardeşinin neden zindanda olduğunu bir türlü öğrenememektedir kahramanımız Ahmed Nureddin… Bir yanı insanlara tasavvufi öğretiler ile doğruyu göstermeye çalışan bir âlim, bir yanı haksızlık kavramını âdeta yeni yeni kavrayan bir beşer aklıdır onun… Çelişki yumağı… Bu çelişki yumağı romanın sayfalarında git gide daha da girift bir hâl alırken Ahmed Nureddin en sonunda derdini anlatacak, kendisini dinleyecek bir insan  bulamaz. Kardeşi de ölmüştür üstelik. Mutlak çaresizlik… Çetin bir sorguya sürüklenir Ahmed Nureddin. Toplum içindeki konumunu, kendi karakterini, içinde bulunduğu topluma yararını düşünür lakin karşılığını böyle bir haksızlıkla alması şuurunda derin yaralar açar… Bir değişimin hazin hikâyesidir bu… Ahmed Nureddin’in kalbi, insanlık tarihinde tıpkı çevresinde kendi yansımasını, layığını bulamayan nice kalpler gibi istikametini değiştirmiştir artık.

“Kalb” kelimesinin kökü, “takallüb” yani değişme ve dönüşme kelimesiyle aynıdır… Öyleyse değişmek, dış dünyada yansımasını bulamayan her kalbin fıtratıdır. Davranışçı psikoloji kuramları da destekler bunu. Toplum, bir insanın benliğini şekillendirme konusunda yadsınamaz bir tesire sahiptir. Bu kaideyi olumlu yanıyla ele alıyoruz elbette. Toplumsal bilincin sorumluluklarına uyum sağlamayı, entegre olmayı düşünüyoruz. Bir de bu meseleyi Ahmed Nureddin’in tarafından ele alalım… Toplumda karşılığını bulamamış, anlaşılamamış, boşa harcanmış iyi niyetlerin, hepsinin birer kat’i sorguya dönüşmesi, toplumun kaidelerine uymayanlara ait cehenneme uzanan yolun taşlarını oluşturması ne acı değil mi? Şöyle bulunduğumuz yerden dikkatlice izleyelim Ahmed Nureddin’in panoramasını…

Gözümüze derhal, kahramanımızın içinde doğan büyük sorgulama ateşine karşı, bir zamanlar onu baş üstünde tutan toplumun, ona nasıl sırt çevirdiği çarpacaktır. Tazelenemeyen ve adaletsizliğin kol gezdiği bir toplum her zaman büyük buhranlara gebedir oysa… Ya büyük haksızlıklara karşı Ahmed Nureddin gibi değişen kahramanları olacaktır toplumun ya da cinnet krizleri ve mücadelelerinden yorgun düşerek vazgeçmiş ve çoktan yitirilmiş hayatları… Değişim demişken bahsetmekte fayda var, Meša Selimović’ romanının sonunda büsbütün ele vermez Ahmed Nureddin’in akıbetini, ruhunu, mücadelesini… Teferruatı romanı okuyacak olanlara kalsın…

Biz Ahmed Nureddin’i romanın sonunda, bir odada ölümünü beklerken buluruz… Katline ferman verilmiştir çünkü. Ahmed Nureddin’i ölümü beklerken alır ve kendi hayatımızdaki boşluğa oturturuz. Artık o, neticeden ziyade ebedî tekrarıyla bize daima çelişkiyi ihtar eden bir olgudur. Sürekliliği, zamanın her sathında gösterir kendisini… Zaten eser baştan başa, Ahmed Nureddin’in zamanı tanıklığa çağırmasından ibarettir…

Ben ise şimdi yine aynı kütüphanenin ikinci katında oturuyorum… Pencereden görünen caddede taze bir sonbaharın mahzun kıpırtısı… Otomobiller, gülen insanlar, sarı yapraklar… Çocuksu telaşlarım yavaş yavaş, tek tük ağarmaya başlayan sakallarıma yenik düştü… Ahmed Nureddin’i arıyorum hâlâ… O belki yan masada, belki de şu caddede gülen insanların arasında, ya da belki de “taşrada arar iken ol can içinde can”idir?” Kim bilir?

1 Yorum

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin