Ahmet Cemal’i Uğurlarken!

Ahmet Cemal’i Uğurlarken

Alacakaranlıkta
Yine kurşun dökmekte göz yaşlarının kazanında,
sana bir kadeh için –kutlamaktır önemli olan yitirilmişi-
bana da isli cam kırıklarım için –ateşe saçılmakta.
Ve sana kadeh kaldırıyorum gölgeleri çınlatarak.

Ingeborg Bachmann
Çeviri: Ahmet Cemal

Büyük söz söylememek gerek hayatta, biliyorum. Ancak Ahmet Cemal’le beraber edebiyatımızda bir dönem kapandı demeye cesaret edeceğim bu kez. O bir çevirmen olmanın çok ötesindeydi. Bir düşünü dehası, cumhuriyet aydını, sanat insanıydı. Adını taşıyan her eser bu dehânın uzantısı oldu. Nazım Hikmet Akademisi’nde verdiği derslerin başlıkları bile onun düşünsel evreninin enginliği konusunda fikir sahibi olmamıza yetiyor: ‘’Sanatın, Bilimin ve Edebiyatın Toplumsal Tarihi’’, ‘’Başlangıçtan Günümüze Eleştirel Düşüncenin Gelişmesi’’ ve ‘’Estetik’’.

Sadece bir çevirmen değildi Ahmet Cemal. Yazdığı kitaplar, tiyatro eserleri, gazete yazıları ve akademide verdiği derslerle bir sanat ve bilim insanıydı. Türkçeye tutkun bir dil işçisiydi. Ama onu unutulmaz yapan en önemli özelliği nitelikli çevirileriydi denilebilir. Yazar ve okurla beraber üçlü sac ayağını tamamlamasına rağmen çeviri, ülkemizde değerince özen gösterilmeyen bir alan denilebilir. Yazar ve kitap ismi kadar çevirmenin adı da önem taşır oysa. Yazarın sesi çevirmen sayesinde ulaşır okura. Bu, kulaktan kulağa oyunudur bir bakıma. Yanlış bir kelimenin fısıldanması tüm anlamı bozabilir. Yazarın dil ve anlamla kurduğu sırça köşk bir anda yerle bir olabilir.

Çeviri incelikli bir iştir. Kelimeleri bir dilden diğerine tercüme etmek değildir sadece. Dil bilmek yetmez. Her iki dilin içine doğmak, dilin kendisi olmak gerekir bazen. Dil bilinci ister. Kimi zaman bir şairin bazen de bir akademisyenin sözcükleriyle konuşmayı, kitabın sayfalarını değil ruhunu okumayı ister.

Ahmet Cemal’in deyişiyle’Bu çevirmen yabancı dilde tanıştığı bir edebiyat metnini kaynak-dilden amaç-dile getirirken, o metnin kaynak dildeki sanatsal kurgusunu amaç-dilde yeniden ve bu kez o dilin kurallarının sınırları içersinde oluşturmayı hedefler/hedeflemelidir. Edebiyat metinleri gibi, her edebiyat metninin çevirisi de bir sanatsal eylemdir. ’’ (Notos Dergi 62. Sayı)

Edebiyatımızda nice nitelikli ve başarılı çevirmen var elbette. Ancak bir kez daha büyük söz söyleyerek çevirdiği kitapların ruhunu, yazarların anlam katmanlarını onun kadar iyi çözümleyebilen az kişi olduğunu ileri sürmeye cesaret edeceğim.

Her çeviri bir yeniden yaratımsa eğer, dünya edebiyatının büyük yapıtlarını, aşığı olduğu Türkçede yeni baştan yarattı Ahmet Cemal.

Hangi yazarı çevirirse onun anlatımına sadık kalarak. Kitabın iç dinamiklerine, biçemine, anlam katmanlarına özen göstererek. Kelimeleri gelişigüzel yerleştirmek yerine bir şair bakışıyla seçerek.

Eserlerini çevirdiği yazarların, şairlerin, filozofların sadece adını zikretmek bile onun büyüklüğünü anlatıyor: Ingeborg Bachmann, Walter Benjamin, Bertolt Brecht, Hermann Broch, Elias Canetti, Paul Celan, Ernst Fischer, Goethe, E.H. Gombrich, Friedrich Hölderlin, Franz Kafka, Heinrich von Kleist, Georg Lukacs, Robert Musil, Friedrich Nietzsche, Novalis, Erich Maria Remerque, Rainer Maria Rilke, Friedrich Schiller, Anna Seghers, Manes Sperber, Georg Trakl, Stefan Zweig.

Kimi insanlarla şahsen tanışmasanız da öyle yerlerde dokunurlar ki hayatınıza, artık onlar sizin için bir değerdir. Bakış açımı değiştiren onca yazarın ve nice kitabın hayatıma girebilmesi Ahmet Cemal sayesinde oldu. Oldukça zor ve kapsamlı eserlerle onun sayesinde tanıştım. İlk kez Kafka ile tanımıştım onun çevirilerini. Dava ve Dönüşüm romanları üzerinde çalışırken hayran kaldım Türkçede yeniden yaratımına.

Dava’nın önsözü Kafka’yı anlayabilmek ve anlamlandırabilmek adına izleyeceğim yola ışık tuttu bir bakıma. ‘’Kafka’nın eserleri bir bütün olarak incelendiğinde Goethe’den bu yana kavramlaşmış olan dünya edebiyatı söyleminin, bitmekte olan yüzyılımızda temellerine en gerçekçi biçimde belki de bu yazarda kavuştuğu saptanır. Kafka gibi yazarlar gündeme geldiğinde salt kalıcılıktan söz etmek, onları anlatabilmek bağlamında çoğu kez yetersiz kalır. Önemli olan bu kalıcılığın nereden kaynaklandığı konusunda belli bir çözümleme yapabilmektir.’’

Evet, Ahmet Cemal sadece çevirileriyle değil yazdığı önsözlerle de anlatının içine dahil eder okuru, çıkılacak yola ışık tutar. Bir çevirmenin hem kitabı özüne uygun şekilde tercüme etmesi hem de yazarın, eserin, edebiyat tarihindeki öncüllerinin, edebiyat kuramlarının ışığında yorumlaması hallice bir birikime sahip olmasını gerektirir.

Buna bir diğer örnek de Elias Canetti’nin Körleşme romanına yazdığı önsözdür: ‘’Canetti’yi gereğince kavrayabilmek için belki bir yandan Erasmus’un değerler evrenini tanımak, öte yandan da bu insan değerlerimizin yüzyılımız kargaşasında uğradığı değişim ve yıkımı iyi saptayabilmek gerekir.’’ Ve daha niceleri; Brecht, Broch, Rilke, Zweig… Ama en çok da Musil’in eseri Niteliksiz Adam. Üçüncü cildin yayınlanmasını dört gözle beklediğimiz dev eser.

Sadece sözcükler değil bütüne yayılan biçim ve anlam da özüne uygun olmalıdır bir çeviride. Bu da detaylı ve ince bir çalışmayı gerektirir. Kimi kitaplarda on yıllara uzanan bir sürece ihtiyaç duyar Ahmet Cemal. Bu çalışma şeklini 15 Haziran 2012 tarihli ‘’Niteliksiz Adam Biterken’’ adlı köşe yazısında dile getirir: “Vergilius’un Ölümü ile yola çıktığımızdan bu yana aradan tam otuz sekiz yıl geçmiş. Bu yıllar boyunca elbette gece gündüz bu kitabı çevirmedim; ama kitap ve onun çizdiği dünya, düşüncelerimde beni gece gündüz bırakmadı. Bu yaz başı sona ulaştığımda ise, geride kalan otuz sekiz yılın ancak ‘tek’ bir çeviri sürecinin çatısı altında yer alabileceğini fark ettim. İşin tuhaf yanı, yolculuğumuzun başında ortada herhangi bir yayınevinin bulunmamasıydı. ‘Vergilius’un Ölümü’nü ‘kendim için’ çevirmeye başladım.’’ Otuz sekiz yıllık bir çalışma, hem de henüz ortada eseri yayımlayacak bir yayınevi yokken. Sanırım bunun tercümesi de iş disiplini, öz saygı, sanata duyulan aşk olmalı.

Aynı köşe yazısında Niteliksiz Adam’ın çeviri sürecine de değinir Cemal ve bu süreçte kendi ruhsal ikliminin kitapla birlikte değişimini, kendisini eserin ruhuna adamasını anlatır: ‘Ben, Musil’i çevirdiğim yıllar boyunca farkına varmaksızın onun ortamına, Orta Avrupa’nın çok zengin bir kozmopolit kültürle beslenmiş iklimine taşınmış ve beklentilerimi de böyle bir iklime ait ölçütlerle şekillendirmeye başlamıştım. Oysa gerçekte içinde yaşadığım, aslında çoktandır düşünmeyi ve araştırmayı geniş ölçüde terk etmiş, onun yerine en olmayacak konuları bile ‘magazinleştirmeyi’ seçmiş bir ortamdı. ‘Niteliksiz Adam’ da yakasını bu tiryakilikten kurtaramadı. İkinci cildin yayımlanmasından sonra çıkan yazılarda romanın içeriği değil, fakat neden iki cilt arasında on bir yıl gibi bir sürenin bulunduğu tartışıldı.’’

Türk Edebiyatından bir Ahmet Cemal geçti. Daha nice söyleyecek söz, çevrilecek kitap varken henüz Ahmet Cemal’i kaybettik. Ne yazık. Hem de ne yazık. Haziran ayında yazdığı son gazete yazısında, ‘’Bu yıl ölümün kıyılarına yaptığım üçüncü yolculuk. Ve bir geri dönüş daha. Ve yine garip bir güven duygusu: Bu hikâye daha bitmedi’’ demişti. Söyleyecekleri, söylemesi gerekenler varken henüz daha.

Ve biz nice geri dönüşleri beklerken. Şimdi bu hikâye bitti mi?

Işıklar içinde uyu sevgili Ahmet Cemal.

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin