Kuyucaklı Yusuf, ilk kez toplumsal sorunlara değinen bir roman diye tanımlanıyor. Gerçekten de Sabahattin Ali’nin, o dönemin üst tabakasıyla bürokratların dirsek temasını ve halkla aralarındaki çatışmalara yer verdiği muhalif bir roman aynı zamanda. Sabahattin Ali’nin romantik başkaldırısını da görürüz bu yapıtta.
1900’lü yılların ilk çeyreğinde Edremit kasabasında geçen olayların bir aile ya da Yusuf üzerinden anlatımı. Günümüzün de ince dokunarak yaşanan, yaşatılan sosyo-psikolojik, politik, ekonomik gerçeği.
Cinayetin işlendiği Kuyucak köyüne gelen Kaymakam Salâhattin Bey’in, anne-babası öldürülen Yusuf’u yanına almasıyla başlar hikâye. Onu evlat edinir. Eşi Şahinde Hanım önce bağırıp çağırsa istemese de fazla direnmez. Evde bir de Muazzez adında kız çocukları vardır. Sürekli gezmeye giden anne için Yusuf’un varlığı Şahinde’nin işini kolaylaştırır. Zaten Muazzez ile Yusuf iyi anlaşıyordur. Yusuf onu korur kollar. Kız büyüdüğünde ona âşık olanlar, isteyenler olunca Yusuf’la Muazzez birbirini sevdiklerini anlarlar. Kaçarak evlenir, daha sonra da baba evine yerleşirler.
Yusuf’un yaşamdaki tutku ve istekleri aslında fiziki isteklerinin ötesine geçmez. Gelecek kaygısını düşünmeden basit ihtiyaçlarını karşılayarak kendi başına yaşamını sürdürmek, doğayla bütünleşik doğaya, Muazzez’e, bir iki dostuna şefkat ve sevgi duyarak yaşamak onun için yeterlidir. Güçlü kuvvetli, akıllı olmasına, kaymakamın üvey de olsa oğlu olmasına rağmen kibirli değildir. Sınırlı istek ve arzuları olan, kötülük yapmaktan çok kötülükten kaçan biridir. Saygı, değer verme, yüceltme gibi konularda da aşırılığa kaçmayan, sakin biridir. Fazla bilgili değildir, zaten okulunu da bitirmeden ayrılmıştır. Bilme ihtiyacı da duymaz.
J. J. Rousseau, bilgi hakkında şöyle der: Bilginin, çoğu zaman insanları erdemli kılmak için kullanılmadığı söylenebilir. İnsanın varlığının niyeti, maksadı veya yönelimi, özellikle de saflığı ve içtenliği içinde, onun davranışına bakmak doğru olur. Bu bağlamda, bir eylemin iyi bir eylem olma koşulunun failin gerçek maksadını, özellikle de iyi olma yönelimini açığa vurmalıdır. Bilgi insanlara eylemlerine, gerçek amaçlarını gizleyecek veya mevcut yönelimlerini saklayacak tarzda nasıl şekil vereceklerini öğretmiştir. Dolayısıyla, bilgi hakikati gözler önüne sermek yerine, onu gizlemeye yarar. İşte bundan dolayı, doğal insanın hakikaten iyi olduğu halde, uygar insanın hilekâr olduğu iddia edilebilir. Bilimlerin ve sanatların ilerlemesi insanlığın gelişimine istenilen-arzu edilen bir katkı sağlamamıştır. Tam tersine gelişme, bilgisel birikim, modernleşme, toplumsallaşma beraberinde daha büyük sorunları getirmiştir…” Ben, buna ek olarak bilginin faşizan kullanımı diyorum.
Yusuf, kendi halinde, kendi çıkarından maddi kaygılardan uzak, özgür olarak yaşamak ister ama (doğa durumundaki insan hali, kendi yarattığı eserle (düzen) ya da dertlerle huzurunu ve yapısını bozduğu için) doğasından kopartılmıştır bir kere, yapamaz. Çünkü onun eline bakan çok sevdiği karısı Muazzez ve onun annesi vardır.
Gösterenler zincirinde bir gedik olan Yusuf, simgesel ile gerçek arasında açılan boşlukken, Muazzez de ötekilerin arzularının nesnesidir. Simgesel düzen ya da yapay düzen, insanın kendiliğini ortadan kaldırmıştır. Muazzez, on beş yaşında şekilsiz, oturmamış, doğal, seven yani henüz kendiliğinden olandır. Erkek dünyası, ulaşamadıkları bu şekli elde edip şekil vermeye çalışır. Onu değersizleştirip dışarı atmak, sokağa düşürmek ister. Nesneleştirip hayvan gibi kullanmak isterler.
Hayvanlarda da bilinçsizlik durumu var, rasyonalize edilmesi gerekir. Doğayı şekillendirmesi gibi. Muazzezi de onlara zarar vermemesi için değersizleştirmek, kullanmak isterler. Korkusuz Yusuf’tan ancak bu şekilde intikam alabileceklerdir. Yusuf, bu düzenin adamı değildir. Hiçbir kural ve düzen onu cezbetmez. Bir harabenin üzerinde çıkan incir ağacı gibi sıkıntılı, şekilsizdir.
Yusuf’un köylere tahsilatçı olarak gönderilmesini sağlayan kasabanın söz sahipleri, kendileri gibi olmaya özenen Şahinde’yi de kullanarak Muazzez’i masalarına meze yapmaya başlamışlardır. Muazzez önceleri karşı çıksa da sık sık yalnız kaldığı için annesinin isteğine boyun eğer. Zaman zaman Yusuf’a gitmemesini yanında kalmasını söylemek istese de maddi sıkıntılar ve annesinin ona kötü gözle bakmaması için söyleyemez. Yusuf’un Muazzez’e olan tutkusu, sevgisi bildik bir sevgi gibi değil, adeta tanrısaldır. Sadelik, güzellik, masumiyet, doğallık gibi kavramların hepsini onda görür.
Muazzez bu sevgiyi bilir düzen koyucuların oyununa alet olduğu için vicdan azabı duyar ancak alıştığı alkolün etkisiyle hayatı akşına bırakır. Kucaktan kucağa dolaşırken yitirdiği masumiyetini yazar şöyle betimler. “Muazzez’in yüzü yağlı yağlı parlıyordu. Saçları pösteki gibi dolaşmış ve yer yer terli yüzüne yapışmıştı. Burun delikleri genişlemiş gibi duruyor ve nefes aldıkça kanatları oynuyordu. Ağzı sırıtmaya benzer bir şekilde yarı açıktı. Gözlerinin etrafı çürük ve yorgundu. Kaşları hafif çatılmıştı. Fakat Yusuf’u asıl korkutan, bu çehrenin kirli sarıya benzeyen rengiydi.”Kirli sarı renk aslında biraz da ölümü çağrıştırır. Kopartılmış taze bir çiçeğin elden ele dolaşmasıyla canlılığını yitirip solması gibi.
Sonunda ölür, o toprağa, Yusuf doğasına döner. Romantik, henüz kendisi olmayan, oldurulamayan, seven genç bir yaşamın ‘güçlüler’ eliyle yaşamdan dışarı atılmasıdır.