Seyirci Kalırsan Sonsuz Adalet Suçuna Çarptırılırsın!

Seyirci Kalırsan Sonsuz Adalet Suçuna Çarptırılırsın

Dizi izleyebilme yeteneğine pek de sahip olamayanlardanım. Hatta öyle ki televizyonla ilişkim yok denecek kadar az. Televizyon reel bir kimlik olsa ve benimle bir şekilde ilişkisi olsa kesinlikle beni terk edip gitmişti. Dolayısıyla herkes için fenomen olan birçok şeyi izlemeyi kaçırdım. Ancak zevkine ve yorumuna güvendiğim bir arkadaşımın önerisiyle Black Mirror dizisi ile buluşmayı geç de olsa başardım.

Dizinin adının öncelikle anlamı ve bana sunacaklarını düşündüm. Zira ilk bölümü ile de zihnimde bir fotoğraf oluştu. Hepimiz için geçerli büyüleyen (!) bir ekranın tutsağı olarak sürdürüyorduk ömrümüzü. Televizyon, telefon, bilgisayar… Bu teknolojik aygıtların rahatlığını yaşadıkça bağımlılık derecemizin arttığı ortada. Rahatlığını yaşamamıza gerek dahi yok, verdiği zevk yeterli çoğumuz için.

Black Mirror işte tam da bu kara aynaların hayatımıza getirdiği görünüşte iyi ama uygulamada feci sonuçlar doğuran noktalarına değiniyor.

Yıllar önce Zeitgeist belgeselinde teknolojinin altında yatan kötülüğü birey ve toplumsal noktalarıyla izlemiştim. O zamanlar belgeselin içeriğinin distopya (kurgulanan kötü gelecek senaryosu) olduğunu düşünmüştüm ancak o belgeselden yıllar sonra bu yazıyı yazarken bilgisayarımın kamerasının üzerine bantla kağıt yapıştırmış haldeyim. Çünkü tıpkı George Orwell’in Bin Dokuz Seksen Dört romanında dediği gibi “Big Brother Watch You”.

Seyirci Kalırsan Sonsuz Adalet Suçuna ÇarptırılırsınBlack Mirror genel olarak teknolojik gelişmelerin bireysel etkilerini daha doğrusu bireysel kırılmalarını ele alıyor. Dizinin benim için en önemli noktası konuların orijinalliği kadar her bölümünün birbirinden bağımsız konulardan oluşması. Böylece her bölümde yeni bir film izlemişsiniz tadı alıyorsunuz.

Ufak bir bilgi de eklemekte sakınca görmüyorum şu an. Dizinin 3. sezon 4. bölümü “San Junipero” bu yıl Emmy Ödülü ile de taçlandırıldı.

Gelelim bu yazıyı yazmama neden olan bölüme

sezonun 2. bölümü olan “White Bear” dizinin tartışmasız beni en çok etkileyen ve bölümleri arasında bir sıralama yaptığımda ilk üçe giren çarpıcı bir bölüm. Bölüm sonunda birçok kavramı sorgularken buldum kendimi. Konusu itibarıyla tetikte beklemeniz gereken bir özelliğe sahip.

Bölümün konusunu ayrıntılı olarak yazacağım çünkü hemen ardından söz edeceğim kavramlar aksi halde anlamsız görünecekler.

Bölüm siyahi bir kadının gözlerini bir sandalyede açması ile başlar. Kadının sandalyesinin altında bir sürü ilaç vardır ve kadın kendine dair birçok şeyi hatırlamakta güçlük çeker. Yavaş yavaş sandalyesinden kalkarken televizyon ekranındaki amblem dikkatini çeker. Kadın tedirgin bir şekilde etrafı inceler, evin alt katına iner ve bir kız çocuğunun fotoğrafı ile karşılaşır. Bir şeyler hatırlamaya çalışır, parça parça görüntüler gözünün önüne gelir ama hiçbir şey net değildir. Bu sırada bir şey daha dikkatini çeker. Bu katta da televizyon açıktır ve ekranında biraz önce gördüğü amblemin aynısı vardır. Kadın televizyonu kapatarak evin dışına çıkar. Bir yardım bulma umudunda olsa da umutları kısa sürede son bulur. Dışarıya çıktığında yakınında bulunan evlere seslenmesine rağmen insanların yaptığı tek şey cep telefonu ile kayıt yapmaktır. Kadın anlam veremez. Bir araba sesini duymasıyla arabaya doğru yardım isteğiyle koşar ancak arabadan elinde tüfeği olan ve suratında televizyonda gördüğü amblemin aynısı olan kar maskeli bir adam iner. Adam kadına doğru ateş eder. Bu sürede kadına çok yakın insanlar bulunmaktadır ancak kadına yardım etmek yerine cep telefonları ile görüntü almaya devam eder.

Seyirci Kalırsan Sonsuz Adalet Suçuna ÇarptırılırsınKadın yardım haykırışlarıyla kaçar ve bir benzin istasyonunda genç bir kadın ve erkek ile karşılaşır. Bu genç çift, siyahi kadından uzaklaşmaya çalışsa da eli silahlı adam rast gele ateş ettiği için siyahi kadın, genç kadın ve adam benzin istasyonundaki markete sığınırlar. İnsanlar yine her yerdedir ama yine yaptıkları tek şey görüntü almaktır. Siyahi kadın, genç kadına insanların neden böyle davrandığını sorar dehşet içinde. “Bir görüntü vardı. Bir anda bütün televizyonlarda, bütün bilgisayarlarda, ekranı olan herhangi bir şeyde ortaya çıktı,” sözleriyle genç kadın duruma açıklık getirir.

Siyahi kadın birçok kötü an yaşar, defalarca ölümden kurtulur. Bu süre içinde parça parça görüntüler gelir gözünün önüne. Bir kız çocuğu olduğunu ve bunu kaybettiğini düşünür. Ama hiçbir şey net değildir. Küçük kızı hatırladığı her sahnede beyaz oyuncak bir ayı da görmektedir.

Genç kadın bütün bu süreci sonlandırmak için sinyalin yayıldığı yerin yok edilmesi gerektiğini söyler ve başlarından geçen birçok ölüm tehlikesine rağmen oraya ulaşmayı başarırlar. Kadın ateş ettiği anda alkış sesleri duyulur ve spot ışıklar yanar. Çünkü her şey bir tiyatro sahnesindeki oyundur. Siyahi kadın bir sandalyeye bağlanır ve suçu ile büyük bir kalabalığın önünde yüzleştirilir.

Siyahi kadın, nişanlısının küçük bir kız çocuğunu öldürmesine şahit olmasına rağmen engellememiş hatta cep telefonu ile bu anları kaydetmiştir. Bu davranışı neticesinde hakim tarafından “eşsiz günahkar ve kötü niyetli bir birey” olarak etiketlenmiştir.

Kadın bu yüzleşmeyi kaldıramaz. Ağlar, kendisini öldürmelerini haykırır. Ancak ona verilebilecek en büyük ceza her gün bu yaptığı şey ile yeniden, yeniden ve yeniden yüzleşmesini sağlamaktır. Gösterinin sonunda cam bir kafese konularak büyük bir kalabalığın içinden geçirilir ve bu topluluktan diledikleri kadar görüntü almaları istenir.

Kadın sonsuz adalet cezasına çarptırılmıştır ve yaşadığı her gün bu cezanın kefaretini öldürdükleri küçük kızın bulunmasına vesile olan küçük beyaz ayının isminin verildiği “Beyaz Ayı Adalet Parkı”nda ödeyecektir.

Bölümün bitiminin hemen ardından aklınıza gelecek ilk soru: Adalet nedir?

Adaleti sağlamak belki de dizide olduğu gibi “her gün” sağlanabilecek bir mekanizmaya dönüştürülmelidir!

“Beyaz Ayı Adalet Parkı” metaforik bir olgu olarak karşımıza çıkar. Dizinin sonunda insanların adalet kavramını anlamak için değil, cezalandırma işlemini gerçekleştirmek için orada olduğunu düşündüm. Nihayetinde suratlarında yer alan ifade sadece gülümsemedir. Halbuki ortada olan suç bir hayli dehşete düşürebilecek özelliktedir.

Bu noktada cezalandırıcı olmak, bireylere sunulmuş bir tatmin noktası olarak karşımıza çıkmaktadır.

Seyirci Kalırsan Sonsuz Adalet Suçuna ÇarptırılırsınPeki ortada bir suç varsa adalet nasıl sağlanmalıdır?

Dizide “adalet” kavramı sorgulanırken özellikle bir kavrama dikkat çekilir: “İnsanların kötülüğün bir virüs gibi bulaştığı her yerde (dünyanın her yerinde) kötülüğe karşı sadece seyirci kalması.”

Şüphesiz her kültürde adalet farklı işler. O toplumun kültürel ve dini özellikleri adalet anlayışlarını oluşturmada belirleyicidir. Medeniyetler geliştikçe adalet anlayışları da değişiklik gösterir. Eski çağlarda bir hırsızın cezalandırma şekli ile günümüz hukuk sisteminde cezalandırma biçimi farklıdır. Şüphesiz artık gelişmiş hiçbir toplumun adalet kavramında hırsızlık yaptığı elin kesilmesi söz konusu değildir.

Ancak burada yeni bir soru gündeme gelmektedir: “Hukuk, cezaların karşılığını doğru olarak tayin edebilmekte midir?”

Özellikle ülkemizde basına yansıyan haberlere baktığımızda bir hırsızla bir katilin aynı yıl hapis cezasına çarptırıldığına tanık olabiliyoruz. Hakimler tarafsızlık ilkesiyle hukukun uygulayıcıları olarak karşımıza çıksa da aldıkları kararlarda vicdan nerededir?

Nitekim dizinin konusunu Türkiye bazında düşünürsek böyle bir olayın sonucunda verilecek ceza birçoğumuzun canını acıtabilir. Bunu uzun uzun örneklendirmeme gerek olduğunu düşünmüyorum. Ülke gündemini minimal düzende takip etmeniz bile yeterlidir.

Bu nedenle dizideki suç-ceza kavramının uygulanışındaki haklılığın sunuluş biçimine hayran kaldığımı vurgulamak istiyorum. Aynı zamanda alt metninde sunduğu “seyirci kalma” kavramı sorgulamamız gereken belki de en önemli unsur olarak belleğime yerleşiyor. Dünyada bunca kötülüğün haber merkezlerine ulaşma biçimi tahmin ettiğiniz üzere amatör kameralar. Herkes gönüllü muhabir, herkes kötülüğün aktarılmasında gönüllü çalışan. Kötülüğün kodu herkesin ortak çalışması ile yayılıyor.

Hayat dizideki gibi bir tiyatro sahnesi değil, acılar ise birilerine verilen ceza ya da acı ile giderilecek bir unsur değil.

Kamu spotu ile noktalayayım yazımı: “Seyirci kalmayın!”

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin