Yetişkin Dünyasına Bir Başkaldırı

Melisa Ceren Hasmaden

Çavdar Tarlasında Çocuklar
Fotoğraf: İhsan Sercan Özkurnazlı

Holden Caulfield ile ilk karşılaşmamız üniversite sınavına hazırlandığım yıllara rastlar. Sanırım o sınav cenderesinden geçmek zorunda kalan pek çokları için olduğu gibi benim de hayatımın en sıkıcı yıllarıydı diyebilirim.

İkinci el kitaplar satılan dükkânların olduğu pasaja girerken niyetim birkaç test kitabı satın almaktı aslında. Sonra, kapağında sarı sweatshirt’ü ve mavi jean’iyle, bir metropol karikatürü önünde duran Holden’e rastladım. O zamanlar kitabın adı “Gönülçelen”di. Eh, tahmin edersiniz ki okur okumaz çarpılmıştım. O günlerde beni cezbeden ne din ne de sistemle ilgili eleştirileri, ne cinsiyetle ne de ilişkilere dair söyledikleriydi; Holden’in cesaretine tutulmuştum ben. Ta ki bu yazı vesilesiyle kitabı yeniden okuyana dek. Bu kez elimdeki yeni basımın kapağında ne Holden vardı ne de bir metropol silüeti; sadece “Çavdar Tarlasında Çocuklar”.

Holden, Salinger’ın sadık yoldaşı

Holden biraz sıradışı bir “roman kahramanı” olarak karşımıza çıkıyor. Onun varlığı bir romanla sınırlı değil. Her ne kadar Çavdar Tarlasında Çocuklar’ın ilk baskı tarihi 1951 olsa da Holden Caulfield öyküleri 1941 yılına dek uzanıyor. Daha sonra 1940’lar boyunca yayımlanmış ya da yayımlanmamış pek çok hikâyesini Holden üzerine kuruyor Salinger. Böylece Salinger, on yıla yakın bir süre Holden’i yanında, yakınında, zihninde, notlarında yaşatmayı; yavaş yavaş onu ete kemiğe büründürmeyi sürdürüyor. Belki de Holden’in bir karakter olarak çarpıcılığını biraz da buralarda aramak gerek; yıllar süren yaşamışlığında.

Tamamı 26 bölümden oluşan ve 200 sayfayı geçmeyen roman boyunca Holden kâh kadınlardan, ilişkilerden ve cinsellikten dem vurur kâh dinden; kâh New York burjuvazisine sövüp sayar kâh ahlak sorgulamalarına girişir. Bölümlerin yazımının geniş bir zamana yayıldığı bu konudan konuya geçişlerde de kendini gösterir. İşte biz de bu geçişlerde Holden’in içsel portresini yakalayabiliriz: fena hâlde üzgün, zaman zaman içinden ölmek geçecek kadar yalnız hisseden, cinsellik meselesiyle başa çıkamayan, antimilitarist, bir savaşta asker olmaktansa fırlatılmak üzere olan bir atom bombasının üzerinde oturmayı tercih eden, yetişkinler dünyasına inatla ayak direten bir ayrıksıdır genç Holden.

Noel arifesinde çöküş

Her şey Noel tatilinin arifesinde olup biter aslında. Holden bir kez daha okuldan atılmıştır. Ailesinin yanına dönmesine birkaç gün vardır. İçinde sıkışıp kaldığı okul, aile, öğütler, sözde arkadaşlar cenderesine daha fazla dayanamayarak tüm eşyalarını ve parasını toplayıp okulu Percey’den bir daha dönmemek üzere ayrılır.

Bundan sonra bize anlattığı her bir anında yalnızlığının daha da derinleştiğini görürüz: “Gece geç saatlerde New York’ta birinin kahkaha atması dehşet verici bir şeydir. Millerce öteden duyabilirsiniz. Bunu duyunca yalnızlığınız daha da artar, moral diye bir şey kalmaz insanda.”

İş bu noktaya geldikten sonra Holden var gücüyle tutunacak birini aramaya başlar. Eski dostlar, tanıdıklar, barda tanışılan kadınlar, hatta taksi şoförleri; her karşılaşma Holden için yeni bir hayal kırıklığı, umutsuzluğu derinleştiren başka bir adım olur. Bu adım adım kötüye gidiş, roman boyunca sık sık zikredilen ve Holden’in en sevdiği kitaplardan olan Thomas Hardy’nin “Yuvaya Dönüş”ünü anımsatır. Bu yineleme işlerin hiç de iyiye gitmeyeceğine dair okura bir hatırlatma gibidir.

Bütün bu sahte ilişkiler ve samimiyetsizlik içinde Holden’in mutlulukla andığı iki isim, kız kardeşleridir: Phoebe ve 18 Temmuz 1946’da lösemiden ölen Allie. Sözünü ettiği, yakındığı ve acılar içinde kıvrandığı bu yozlaşmış, kokuşmuş, samimiyetsiz dünyada Holden’e biraz umut veren sadece bu iki isim sanırım. Bunun nedenini Holden’in inatla yetişkinler dünyasına ayak direyişinde bulabiliriz.

Arafta

Holden bir arafta durmaktadır aslında. Ergenlik dediğimiz o arafın tam ortasında. Yetişkinler dünyasına adım atmak istemez, ama çocukluğun o mutlu ve tasasız günlerinin kapısı da çoktan kapanmıştır. Aradığı yalnızca bir kaçıştır. Uçurumdan yuvarlanmanın arifesinde olduğunu açıkça bilmektedir Holden:

“(…)Ben üniversiteye gittikten sonra filan gidilecek pek çok şahane yer olmayacak. (…) O zaman aşağıya elimizde bavullarla filan, asansörle ineceğiz. Herkese telefon edip hoşça kalın diyeceğiz ve otellerden kart filan atacağız. Ben bir büroda çalışacağım, bir sürü para kazanacağım, işe taksilerle veya Madison Caddesi otobüsleri ile gideceğim, gazete okuyacağım, durmadan briç oynayacağım, sinemaya gidip bir sürü kısa film seyredeceğim. O haber şeritleri, of Tanrım!(…) O zaman geldiğinde hiçbir şey kalmayacak.”

Üniversite diploması, maaşlı ve mesaili bir iş, bir eş, arabalar ve evler, maçlar ve bira şişeleriyle geçen hafta sonları ve elbette sinema… Bu Amerikan yaşam modeli Holden’in kâbusudur adeta. Kendisine bu yaşamı sunan, hatırlatan, dayatan her şeyden nefret eder. En başta da sinemadan. Sinemanın sahteliği midesini bulandırır. Amerika’da, değerlerini tekrar ve tekrar üretip yaydığı, sistemin işleyişindeki en önemli enstrümanlardan biri olduğuna göre, Holden’in sinemaya da yönelttiği öfkesi pek sürpriz sayılmaz.

“Lanet filmler. Sizi ne hâle getiriyorlar. Şaka etmiyorum,” diyen Holden, kitaplardan hiçbir zaman böylesi bir yargıyla söz etmez. Kitaplar onun tasvir ettiği yozlaşmış dünyadaki yegâne sığınaklarından biri gibidir. Roman boyunca verdiği referanslardan anlayabilirsiniz bunu. Thomas Hardy’nin “Yuvaya Dönüş”, Ernest Hemingway’in “Silahlara Veda”sı, Ring Landner’ın “Muhteşem Gatsby”si. Holden karamsarlığıyla ruhsal durumuna son derece uygun düşen “Yuvaya Dönüş” ya da “Muhteşem Gatsby” 1920’lerinin caz, içki yasağı ve fırsatlarla dolu Amerikasının bir portresidir. Holden her şeyde samimiyet aramaktadır. Bu arayışından edebiyat da nasibini alır elbette. Ona göre; “Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabilseydim diyorsanız” o kitap iyidir.

Çavdar Tarlasında ÇocuklarHolden’in ütopyası

Bu iki günlük kaçış, hayal kırıklıklarıyla dolu karşılaşmalar ve gittikçe kötüleşen ruhsal çöküşün içindeki genç Holden, son çare olarak kız kardeşi Phoebe’yi görmek için eve gider. Günlerdir ilk kez işler yolunda gitmektedir. Holden, sadece Phoebe’nin yanında kendi olma lüksüne sahiptir. İşte bu sayede ütopyası dile gelir: “(…) Hep, büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta -yetişkin hiç kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim.”

Buradaki uçurum, Holden’in de durmakta olduğu o araftan başkası olmasa gerek. Eğer Holden, radikal bir değişim karşıtı olmasaydı, bundan bu kadar emin olamazdım. Eğer buhranının en yoğun anında ölü kız kardeşi Allie’yi sayıklamaya başlamasaydı ve soluğu Phoebe’nin yanında almasaydı ve şunları hiç söylememiş olsaydı: “Bazı şeyler olduğu gibi kalmalı. Elinizde olsa da, onları büyük cam vitrinlere koyup oldukları gibi kalmalarını sağlayabilseniz.”

Bir Noel arifesinde Holden’in çöküşü, Noel ağacının etrafında toplanan mükemmel ailenin, Amerikan rüyasının, bütün o evler, arabalar ve süslü püslü kadınlar ile elinde biralarıyla sinemadan ve futboldan konuşan erkeklerle örülü sahte bir yaşantının çöküşüdür. On üç yıl sonra tekrar okudum Çavdar Tarlasında Çocuklar‘ı. İlk okumam ne kadar heyecan vericiyse, bu seferi de o kadar hüzünlüydü. 13 yıl önce, Holden kaldığı klinikten ya da rehabilitasyon merkezinden çıktığına başına neler geleceğini bilmiyordum. Ancak şimdi tüm bu çırpınmaların nihayetinde, yeni bir okula başlayacağını, sonunda mezun olacağını, belki üniversiteye gideceğini, illaki bir iş sahibi olacağını biliyorum. Er ya da geç bir ev, belki bir araba satın alacağını, tüm bunları almak için çalışacağını ve daha çok çalışacağını biliyorum. Aradığı samimiyeti ise, muhtemelen asla bulamayacağını ve, evet en korkuncu, samimiyetsizliğe alışacağını biliyorum.

İlk baskısı 1951 yılında yapılan Çavdar Tarlasında Çocuklar‘ın basıldığı yıllarda Amerika’da pek çok okul ve kütüphanece yasaklanması, bazı eyaletlerde bu yasakların hâlâ sürmesi, 60 yıldır pek çok dile çevrilmesi ve tekrar tekrar okunması, bugün yetişkinlerin bile Holden’de kendilerinden çok şey bulması bize çok basit, ama temel bir şeyi anlatır: 60 yıldır Holden’i hırpalayan, sıkıştıran, “iyice yamultan” sistem/dişliler tam gaz dönmeye devam etmektedir.


*Bu makale, ROMAN KAHRAMANLARI Ocak/Mart 2012 9. sayıda yayımlanmıştır.

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin