161 yıl önce 26 Temmuz’da, “birbirlerinin beğenilerini, uğraşlarını, ilgilerini hiç paylaşmadan yıllarını aynı evde geçirdikten sonra çok dostça ayrılan ve birbirini bir daha hiç görmeyen iki sevimli insanın” çocuğu olarak dünyaya geldi George Bernard Shaw.
20 yaşında Dublin’den ayrılıp Londra’ya yerleşmiş de olsa kendini hiçbir zaman İngiliz saymayıp İrlandalı özüne sımsıkı bağlı kaldı. Bir çocuk olarak Shaw, ressam olma hayalleri kuruyordu ancak büyüdükçe, British Museum’un kütüphanesine gidip okudukça, tartışmalara, farklı çevrelerdeki konuşmalara katıldıkça doğal yeteneğinin yazarlık olduğunu fark edip tamamıyla yazma eylemine yöneldi.
Bugün hâlâ edebiyat tarihinin en önemli yazar ve eleştirmenlerinden biri olarak kabul edilen Shaw’un İngiltere’deki ilk yıllarına doğru yolculuğa çıktığımızda ise ne yazık ki şanssızlıklar ve yoksul bir yaşamla karşılıyoruz.
Shaw’un yazdığı ilk beş roman başarısızlığa uğramış da olsa, sanatın farklı alanlarına dair yaptığı eleştirileri, dönemini büyülemiş ve birçok önemli isim tarafından “gelmiş geçmiş en iyi müzik eleştirmeni” sözleriyle övgüye boğulmuştur. Shaw aynı zamanda, Nobel Edebiyat Ödülü ve Oscar Ödül’lerinin ikisine birden lâyık görülen ilk ve tek kişidir.
Yazarlığı başka herhangi bir meslek gibi ciddiye alıp onu bir düzene oturtarak eyleme döken Shaw, yaşamına elli üç oyun, onlarca eleştiri ve yüzlerce deneme sığdırmıştır.
Nüktedan ve hatta zaman zaman alaycı sayılabilecek üslubuyla Shaw, yaşadığı dönemin cesur ve ilgi çekici isimlerinden biri oldu. Gerek oyunlarında gerekse eleştirilerinde anında göze çarpan gerçekçilikle harmanlanan bu üslup, Shaw’un basmakalıp her türlü düşünce ve kuruma karşı aldığı tavrın özü niteliğindedir. Victoria Dönemi tiyatrosuna doğrudan etki eden bu tavır, alışılmış ‘sahne’ anlayışını da değiştirerek; politika, sosyal hayat ve ekonomi başta olmak üzere hayata dair her şeyin anlatılacağı bir yer olması gerekliliğini fark ettirdi.
Kadın hakları, evlilik ilişkileri, toplumsal hayat, yoksulluk, eşitsizlik, politik düzen, meslek ahlâkı, din gibi döneminin önemli toplumsal konularını oyunlarında en ufak bir otosansüre gitmeden veren Shaw, tüm bu ‘ciddi’ konuları eleştirirken kendisinin de acımasızca eleştirilebileceği ihtimalinin farkındaydı: “güldürmesini beceremeseydim çoktan çarmıha gererlerdi beni…”
“Başyapıtları arasında sayılan oyunları, Candida, “bir gizem”; Silahlar ve İnsan, “bir anti-romantik güldürü”; Sezar ve Kleopatra, “bir tarih”, (büyük oyunculuğa bir boyun borcu); İnsan ve Üstün İnsan, “bir güldürü ve bir felsefe”; Binbaşı Barbara, “üç perdelik bir tartışma”, (“alegorik gerçek bir öykü”); Uyumsuzluk, “bir oturumluk tartışma”; Androkles ve Aslan, “bir masal oyunu”; Pygmalion, “beş perdelik bir romans”, (“orta sınıftan yaşlı bir sesbilim profesörüyle genç bir çiçekçi kızın aşk öyküsü”); Kırgınlar Evi, “İngiliz temaları üstüne Rus anlatısıyla bir fantezi”; Ermiş Jeanne, “altı sahneli, bir epiloglu bir oyun” ve Methuselah’ya Dönüş, “bir metabiyolojik kutsal kitap”tı Shaw’a göre…”
İngiltere’deki ilk yıllarında Shaw, yeni başlayan yazma serüvenin yanı sıra, bir duruş olarak benimsediği sosyalizm temelli konuşmalar yapıyor, tartışmalar yaratıyordu. On yıl boyunca konuşabileceğine inandığı her yerde konuştu; parklar ve meydanlar dahil!
1883’te kurulan Fabian Derneği’ne üye olan Shaw, sosyalizme yaygın bir eğitim yoluyla ulaşılacağını savunanlardan biri olarak derneğin sözcüsü olmuşsa da genel anlamıyla klasik ve resmî eğitimi her zaman reddetmiş ve eleştirmiştir:
“Bildiğimiz çocuk eğitimiyle ahlâklı budalalar yetiştirebiliriz ancak…” (Mahpusluk)
“Eğitim ve kültür dediğimiz şey, çoğu kez okumayı deneyimin, edebiyatı yaşamın, modası geçmiş düşleri ise çağdaş gerçeklerin yerine koymak demektir.” (İnsan ve Üstün İnsan)
“En çok öğretim görenler, en az bilenlerdir.” (Uyumsuzluk)
Shaw’un yazınsal üretkenliği özel yaşamında da kendine yer bulmuş; sayısı iki yüz elli bini bulan mektup yazmıştır. Eserlerindeki gibi pek çok konuya dair yazılan mektuplarda, kendi yaşamına dair ‘iç dökme’ satırlarına da rastlanır.
“Çocukken kimsenin yakınlık göstermemesi, bana müthiş bir güven duygusu, düşsel şölenlerle açlığa dayanma gücü verdi; ama gelişmemi büyük ölçüde engelledi ve şu ana kadar sevgiden yoksun bir yaban olmama yol açtı.”
“Shaw modası Almanya’da başladı… Dört oyunum o denli başarısızlığa uğradı, öylesine öfke ve nefretle sahneden kaldırıldı ki, ileri eleştirmenler beni çağımızın en seçkin, en usta sanatçısı ilân ettiler ve oyunlarım yüzünden zarara uğramamış tiyatro sahipleri kendilerinden utanç duymaya başladılar.”
İlk mektup tiyatro oyuncusu Janet Achurch’e, ikincisi ise Forbes Robertson’a yazılmıştır.
Kendisinden, “benim güldürme yöntemim, gerçeği açıkça söylemek. Yeryüzünün en büyük şakasıdır, gerçek…” diye bahseden George Bernard Shaw’u sevgiyle anıyor ve “Shaw’un oyunlarına duygusuz kalan bir dünyaya ancak acırım” diyen ABD’li yazar John Mason Brown’a katılmadan edemiyoruz!
Kaynakça:
Gülen Düşünceler, Şakir Eczacıbaşı, Remzi Kitabevi