Bacıyân-ı Rûm: Anadolu Bacıları!

Bacıyan-ı Rum Anadolu Bacıları

Dünyanın Bilinen En Eski Kadın Sivil Toplum Örgütü Bacıyân-ı Rûm (Anadolu Bacıları)!

Dünyanın bilinen ilk kadın sivil toplum örgütünün 13. yüzyılda Anadolu’da kadınların kurdukları Bacıyân-ı Rûm olduğu söylenir. Bu dönemde Anadolu’ya Rum diyarı denmesinden dolayı günümüz Türkçesindeki anlamı Anadolu Bacılarıdır. Kurucusu da Ahi Evren’in eşi Fatma Bacı ya da Kadıncık Ana’dır.

Şimdi o yılların Anadolu topraklarına kısa bir yolculuk yapalım.

Anadolu, Selçuklu Devleti 1. Alâeddin Keykubad yönetiminde içeride istikrarı sağlamak, öte yandan da komşu devletlerle olan ticari ilişkilerde yaşanan sorunları çözmeye çalışmaktadır. Sultan Alâeddin Keykubad ülkedeki refah ve istikrarı güçlendirmek amacı ile bilim ve sanatın gelişmesine destek olur. Bu süreçte Anadolu kapılarını dönemin önemli bilim insanları ve düşünürlerine açar. İbnü’l Arabi, Mevlânâ’nın babası Bahaeddin Veled, Abdüllatif el-Bağdadi, Kirmânî ve Ahi Evren ilk akla gelen düşünür ve bilim insanlarıdır.

Şeyhlerin şeyhi olarak kabul edilen Şeyh Evhadüddin Hamid el-Kirmânî, Fütüvvetçiliği yaygınlaştırmak amacı ile Anadolu’ya gelmiş, Kayseri’ye yerleşmiştir. Fütüvvetçilik kelime anlamı olarak kardeşlik, dayanışma, yiğitlik cömertlik anlamına gelmektedir. Aynı yıllarda Bağdat’tan gelen Ahi Evren de hocası Kirmânî gibi Kayseri’ye yerleşir. Ahilik teşkilatını ilk olarak burada hayata geçirir. Tam adı Ahi Evren Şeyh Hace Nasiru’d-din Mahmud’dur. Ahilik teşkilatı köklerini Fütüvvet anlayışından alsa da Kirmânî’nin kurucusu olduğu Fütüvvet tarikatında ticari bir birlik ve dayanışma yoktur.

Bu teşkilat Selçuklular döneminin en önemli meslek örgütüdür. Öyle ki Osmanlıların ilk yıllarında da Ahilerin çok önemli bir işlevi olduğu bilinmektedir. Ahiler arasında kadınlar, sanatçılar, zanaatkârlar, bilim adamları da bulunmaktadır.

Ahilik teşkilatı ile ilgili ilk bilgileri İbn Battuta ve Âşıkpaşazâde’nin seyahatnamelerinde görürüz. Ahilik teşkilatı bir meslek örgütü olarak üyeleri arasında dayanışmayı ve yardımlaşmayı ilke edinirken aynı zamanda zorbalığa karşı verdikleri mücadele ile de dönemin toplumsal bilincinin ve demokrasinin gelişmesinin önemli yapı taşlarından birisidir.

Ahilik teşkilatının yapısı ve kuralları ile ilgili bilgilerin yazılı olduğu fütüvvetnâmelerden öğrendiğimize göre Ahilik teşkilatı kendi içerisinde hiyerarşik bir düzene sahiptir. Ancak bu yapıların bulundukları bölgenin koşullarına göre farklılık içerdiği de dikkatten kaçırılmamalıdır.

Fuat Köprülü’nün incelemelerinden anlıyoruz ki yoldaşlık kültürü ve kendi içlerinde değişik derecelere geçerken uyulması gereken kurallar bulunmaktadır. Ahilik ile ilgili en önemli konulardan birisi de Bektaşilik ve Aleviliğin ritüelleri ile bu teşkilatın ritüellerinin benzerliğidir. Bu nedenle 14. yüzyıla gelindiğinde Ahiler artık Bektaşi adı ile anılacak ve kendilerini Hacı Bektaşi Veli öğretisine bağlayacaktır. Böylece Müslüman topraklarda doğan fütüvvet hareketi göçer Türkmenlerin yeni geldikleri Anadolu topraklarında yerleşik topluma geçişlerine uyum sağlamalarına yardımcı olmuştur.

Bu geçiş elbette kolay değildir. Kadın erkek birlikte hareket eden göçerler yerleşik hayatta da bu alışkanlıklarını sürdürmüşlerdir.

Şimdi 1200lere geri dönelim;

Kirmânî, Kayseri’ye yerleşir ve esir pazarından aldığı bir cariye ile evlenir. Bu evlilikten iki kızı olur. Yaramaz, söz dinlemeyen, küçük kızı Fatma Bacı’yı evlilik yaşına geldiğinde en sevdiği talebesi olan Ahi Evren ile evlendirir.

Ahi Evren yaklaşık 800 yıl önce bugünün organize sanayi bölgelerinin bir benzerinin kurulmasına öncülük ederek değişik iş kollarını bir araya getirmiştir. Dericilikten dokumacılığa kadar farklı meslek grupları kendi içlerinde mesleklerini geliştirmek için ortak kurallara uyarken aynı zamanda birbirleri ile de dayanışmaktadır.

Kayseri’de kurulan bu merkezde kadınlar da kendi örgütlerini kurmuşlardır; Bacıyân-ı Rûm. Fatma Bacı önderliğinde kadınlar; örgü, halı kilim ve kumaş dokumacılığı yaparken aynı zamanda okuma yazma, silah kullanma, ata binme, misafir ağırlama gibi farklı alanlarda da eğitim almaktadırlar. Ustalar mesleğe yeni başlayanları eğitmekte, dürüst ve mesleğin gereklerini bilen yeni ustalar yetiştirmektedir.

Onların erkekler ile birlikte çalışmaları, akşamları birlikte sohbet edip semah dönmelerinden rahatsız olanlar da bir yandan haklarında gerçek dışı söylentileri yaymaktadır. İslam’a uygun bulmadıkları bu yaşama biçimi onlar için kabul edilemezdir. Oysa göçer kültürünü yerleşik yaşama uyarlarken kadın erkek bir arada yaşamaya devam eden Türkmenler “yârin yanağından gayri her yerde her şeyde hep beraber” demeye devam ediyorlardı. Bugün çayda çıra olarak bildiğimiz halk oyunu akşamları yapılan bu sohbetler sırasında kadın erkek birlikte oynanan danslardan günümüze taşınmıştır.

Yeniçerilerin başlarına giydikleri Akbörk (bükme elif taç) bu örgütün ürettiği tarihi belgelerde bulunmaktadır. Ayrıca dokudukları halı ve kilimler de İstanbul’a ve farklı Hristiyan yerleşim yerlerine gönderilmektedir. Bugün Anadolu’daki pek çok halı ve kilim deseninin köklerinin bu bacılara dayandığını söyleyebiliriz.

Dokumacılık ve örgü dışında Bacıyân-ı Rûm üyelerine verilen eğitimlerden birisi de misafir ağırlamadır. Anadolu’ya yoğun olarak göçlerin olduğu bu dönemde gelen kişilerin barınması, göçün yarattığı toplumsal sorunlara çözüm bulma konusunda ahilerin çabaları göz ardı edilemez. Türkmenlerin bu göçler sırasında yeni geldikleri topraklara uyum sağlaması, kısa süreli de olsa barınma sorunlarının çözülmesi için ahilere ait tekke ve zaviyeler çok önemli bir işlev üstlenmiştir.

Rivayet odur ki yine böyle bir günde gelen konuklara sofra hazırlayıp yemek pişirirken Fatma Bacı’ya o sırada Hacı Baktaş’ın Anadolu’ya geldiği malum olur. Hacı Bektaş’ın Anadolu’ya ilk gelişinde Ahilere ait bir misafirhanede konakladığını yine Vilâyet-nâme’den öğreniyoruz. Ayrıca, Kirmânî’nin, Menakib-i Evhadeddin-i Kirmânî adlı eserinde verdiği en önemli öğütlerden birisi de yolcu ve kimsesizlerin yedirilip içilmesi ve barındırılmasıdır.

Bacıyan-ı Rum Anadolu BacılarıBacı Teşkilatı’nın bir diğer faaliyet alanı da askeri eğitimlerdir.

İslamiyet’in kabulünden önce kadınlar at binme ve savaş teknikleri konusunda ustalaşmıştır. Kadınlar bu becerilerini Bacıyân-ı Rûm örgütünde genç kızlara aktarmaya devam ederler.

Özellikle Moğolların Kayseri’yi kuşattıkları dönemde bacılar, erkek ahiler ile birlikte kenti savunmak için kahramanca savaşmışlardır. Dulkadiroğulları Beyliği’nin binlerce kadın askerden oluşan birliklere sahip olduğu Âşıkpaşazâde’nin kitabında anlatılmaktadır.

Bacıyân-ı Rûm örgütü görüldüğü üzere sadece bir meslek örgütü olmanın çok ötesindedir. Yukarıda saydığım işlevlerinin yanında bir tarikatın olmazsa olmazlarından olan dini ve tasavvufi bilgilerin aktarılmasına da büyük önem verilir. Elbette yine onların şeyhi olarak kabul edilen Fatma Bacı yol göstericileridir. Kadın erkek birlikte yapılan bu aktivitelere öncelikle Fatma Bacı’nın babası Kirmânî büyük önem verir.

Ahilik artık pek çok şehirde gelişmekte ve ahilerin sayısı artmaktadır. Moğol işgali ve Anadolu Selçuklu Devleti’ndeki yönetim boşluklarının ortaya çıkışına dek bu gelişme devam eder.

Moğol istilası sırasında Kayseri’yi işgalden kurtarmak için ahiler yiğitçe savaşırlar. Mevlânâ’nın oğlu da babasına rağmen bu savunmaya katılır ve yaşamını yitirir. Son anda kentin içinden işbirlikçilerin de yardımı ile Moğollar şehri ele geçirirler. Yüzlerce kadın erkek ahi ya öldürülür ya da uzak ülkelere sürülür.

Mevlânâ’ya oğlunun ölüm haberi ulaştığında, oğlunun cenazesini teslim almadığı gibi cenaze namazını da kendi kıldırmaz. Aslında Mevlânâ ile Ahi Evren arasındaki çatışmanın temeli Ahi Evren’in kayınpederi Kirmânî ile Şems arasındaki tasavvuf anlayışına dayanmaktadır. Kirmânî ve Ahi Evren’in dünya görüşleri dünyayı ve doğayı anlamaya yönelik olduğundan pozitif bilimlere daha yakındır. Moğolların Anadolu’yu işgali sırasında Ahilerin ve Türkmenlerin Moğollara karşı direnişi ancak bu direnişlerinin yenilgi ile sonuçlanması nedeniyle onlara ait tekke ve zaviyeler de Mevlânâ yanlılarına verilmiştir.

Prof. Dr. Mikail Bayram, eserlerinde bu yenilgi sonucunda uzun yıllar Kirmânî’nin kurduğu Evhadiyye tarikatının pek çok ileri geleni gibi Ahi Evren, Tapduk Emre, Yunus Emre gibi isimlerin öğretilerinin de unutturulmaya çalışıldığını belirtir.

Moğol işgali sırasında öldürülenler arasında Ahi Evren de vardır. Fatma Bacı ise belki de babası Kirmânî’nin toplum üzerindeki etkisi nedeni ile öldürülmez ancak Irak’a sürülür. Uzun sürgün yıllarından sonra yeniden Anadolu’ya dönen Fatma Bacı farklı bölgelerdeki Bacıyân-ı Rûm örgütü üyeleri ile gizlice iletişim kurup faaliyetlerine devam eder. Değişik yerlerde yaşadığı ve evlilikler yaptığı söylenir. Son olarak Hacı Bektaş’ın himayesinde bugünkü Hacı Bektaş ilçesine yani Suluca Karacahöyük’e yerleşir ve orada da yaşamı sona erer. Hacı Bektaş tarafından yaptırılan mezarı da buradadır.

Bacıyân-ı Rûm teşkilatının dağılan üyeleri gittikleri yerlerde derin izler bırakmıştır. Örneğin Konya yakınlarındaki Ulumuhsine ve Kiçimuhsine adlı iki köyün Selçuklulara uzanan geçmişi araştırıldığında adlarının iki bacıdan geldiği görülür. Bu köylerde dokunan halı ve kilim motiflerine de bu bacıların adı verilmiştir. Bu iki kardeşin Moğol işgali sırasında kaçıp bu köyün yakınlarında saklandıkları ve köylerin kurucuları oldukları söylenir. Araştırmacı Belkıs Acar yaptığı alan araştırmalarında bu görüşümüzü desteklemektedir.

Fatma Bacı’nın eşi Ahilik teşkilatının kurucusu Ahi Evren ile ilgili bir başka iddia da onun Nasrettin Hoca ile aynı kişi olduğudur. Bu konuda akademik çalışmaları bulunan Prof. Dr. Mikail Bayram özellikle Mevlânâ’nın Mesnevi’sinde, Arap kültüründe, halkı güldüren anlamına gelen Cuha olarak tanımladığı Ahi Evren ile ilgili küçültücü ve aşağılayıcı ifadelerde bulunduğu Ahi Evren Hace Nasirü’d Din Mahmut’un Nasreddin Hoca olduğunu iddia eder. Mevlânâ, kendisine muhalif olan bu kişinin kadın erkek birlikte yapılan sohbetleri ile ilgili Mesnevi’de anlattığı bazı hikâyelerinde bu davranışları kınar ve bunların yanlışlığı ile ilgili fetvalar verilir.

Öyle ki, Mesnevi’de Ahi Evren ile ilgili anlatılan ve bizlerin bugün Nasrettin Hoca fıkraları olarak bildiğimiz kimi hikayeler Prof. Dr. Mikail Bayram’ın araştırmalarında tespit edilmiştir. Üstelik Cuha’nın karısı olarak bu hikâyelerde sözü edilen kadın profili de Fatma Bacı’ya çok uymaktadır. Son olarak hepimizin bildiği hocanın eve getirdiği eti akşam yemekte göremeyince karısından “eti kedi yedi” yanıtını alan Nasrettin Hoca’nın “Eğer bu et ise kedi nerede, yok eğer kedi ise et nerede” fıkrası Mesnevi’de baş düşmanı ile alay eden Mevlânâ tarafından aktarılmaktadır.

Kuşkusuz bu konuda yapılacak yeni bilimsel araştırmalar ile konu daha da aydınlanacaktır. Ama Ahi Evren’in esprili ve bilge kişiliği, Mevlânâ ile aralarındaki uzlaşmaz çatışmalar göz önüne alındığında bu iddia da bence dikkate alınmalı.

Bu topraklarda kadının adının olduğu günlere yapmak istediğim kısa yolculuktan heybemde kalanları paylaşmak istedim. Fatma Bacı, Kadıncık Ana ya da Fatma Ana’ya onun Ankara, Kırşehir, Denizli, Konya ve diğer illerdeki bacılarına da selam olsun.


Kaynaklar:
Ahilik Kültürü Esnaf Teşkilatı, Emre Dilli, Fer Yayıncılık, İstanbul, Temmuz 2010
Alevi ve Bektaşi İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, Ahmet Yaşar Ocak, İletişim Yayınları,8.Baskı, İstanbul 2010
Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren, Mevlânâ Mücadelesi, Prof. Dr. Mikail Bayram, Konya 2005 (Yazarın kendi yayını)
Vilâyetnâme, Manâkıbı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Veli, Abdülbâki Gölpınarlı, İnkılap Yayınları, İstanbul 1995
Ahi Evren Tasavvufi Düşüncenin Esasları, Doç. Dr. Mikail Bayram, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara 2006
Tarihin Işığında Nasreddin Hoca ve Ahi Evren, Prof. Dr. Mikail Bayram, İstanbul 2001 (Yazarın kendi yayını)
Görseller:
Prof. Dr. Mikail Bayram’ın kendi yazmış olduğu “Fatma Bacı ve Bacıyân-ı Rûm” adlı kitabın ön kapağı ve internette konu ile ilgili yayımlanan bir makalesinden alıntılanmıştır.

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin