“Efendiler dinimiz bize kadınları öldürmemizi öğütler. Bazı özel kadınlar dışında kadınların öldürülmesi gereklidir. Onlar insanlığın yüz karasıdır. Benimle birlikte tekrar edin ‘Yaşasın Eresbos!’”. Orada dikilen aciz ruhlar tekrarladı beyinlere kazımak istermişçesine :”Yaşasın Eresbos”. “Yaşasın” diye tekrarlandı duvarlardan. Sonsuza kadar unutulmadı.
Tam o gün bir kız çocuğu doğdu işte. Babası da bunu öğrendi. Minik bebeğine karşı bütün sevgisi yok oldu oracıkta. Tabi ki arkasına bakmadan da gitti oradan. Hâlbuki çocuğu bir erkek olsun diye bebeği karnında taşıyan kişiye bütün üst seviye tedavileri uygulattırmıştı. Doktorlar ne demişti :”Gönlünüzü ferah tutun sonuç kesin.” Asıl sonuç ne peki? Bütün emekleri boşa gitmişti ya ne yapacaktı şimdi? Zaten duyulsa bir saate kalmaz şiddetli yancılar tarafından öldürülürdü. Yapması gereken tek şeyi yaptı. Karanlık ruhunu da aldı ve gitti oradan ama dünya karanlığından azıcık bir parça bile kaybetmedi.
O minik parıltının adı ise daha doğmadan koyulmuştu. Artemis. Anlamı ise Ay Tanrıçası. Tabii ona bu ismi koyanlar onun ne anlama geldiğini bile bilmiyorlardı. Sonuç olarak Ay tanrıçası Artemis parladı o geceye. O bu dünyayı değiştirmeye mi gelmişti? Ruhlara salmaya mı gelmişti aydınlığını? Bu karanlık dünyayı aydınlatabilecek miydi?
Nyks orta yaşlarında siyasetin din ile birleştiği noktada, insan hakları yazarı olan bir iş adamıydı. Yazdığı bildiriler direkt Dünya Yönetimi ve Düzeni Kuralları yani kısaca DYDK’ya kaydedilir ve anında hiç sorgulanmadan uygulamaya konulurdu. Tabi ki Nyks o bildirileri kendine göre yazmıyordu. Dünyayı o an kim yönetiyorsa onun isteklerine göre değişiyordu yazdıkları ancak temelinde yine aynı siyasi ve dini görüş oluyordu. Yönetim erkekler arası oy seçimiyle 3 yılda bir yapıldığından Nyks’in gündelik değiştirdiği kurallar genelde küçük çaplı oluyordu. Çalışma saatleri uzun sıkıcı ve boştu çünkü her 20 dakikada bir yeni kural isteği var mı diye bakanlığı aramak zorunda kalıyordu. Herhangi bir kural hatası durumunda ise geri dönülemez sonuçlara yol açabilirdi. Bu yüzden söylenilen bütün yeni kuralları kelimesi kelimesine anlamak zorundaydı. Bugüne kadar Eresbos yaşasındı ki hiç hata yapmamıştı bundan sonra da yapmayacaktı.
Saat 21:00. Nyks bu saatten sonra gelen kurallardan sorumlu değildi. Çalışma saatleri 06:00 ile 9:00 arasında hafif kaymalar yaşayarak değişiyordu. Ancak günde 15 saat çalışmak zorundaydı. Neyse ki çıkış saati gelmişti. Derin bir nefes alarak aptalca bir ses çıkaran eski sandalyesinden hızlıca kalktı. İşinin vermiş olduğu bıkkınlık ve yorgunlukla masanın üzerinden evinin anahtarını alıp çıktı. Herhalde bu dünyadaki en zor iş benimki diye düşündü. Gerçekten öyle miydi ki? İş arkadaşlarına selam verip yürümeye koyuldu.
Mutlu değildi, hem de hiç. Rengin yumuşaklığını hissedemiyordu. Evine giden kasvetli, renksiz ama bir o kadar da temiz yollardan geçti. Evine geldiğini ancak yürürken ayağıyla tekmeleyip durduğu taşı kaybedince anlayabilmişti. Eve girince tek istediği rahatlayıp zihnini dinlendirmekti. Bugün tamı tamına 9 tane kural 1 tane de ceza işleyiş sırasını değiştirmişti. Koltuğuna oturdu ve gerindi. Bir süre etrafı izlemeye devam etti. O an aklına izlemeyi çok istediği ama bir türlü cesaret edip izleyemediği 1900’lü yıllardan kalma film geldi. Filmi eski eşyalar satan tozlu ama ucuz bir dükkândan almıştı. Eski filmlerin satılması ya da alınması hele hele izlenmesi yasak olduğu için aklı o filmi izlemeyi reddediyordu. Ama ruhu her an o filmi izlemesini söylüyordu. Filmin adı paketinin üstünden silindi-silinecek bir şekilde gözüküyordu. Bütün cesaretini topladı. Eve birinin gelme ihtimaline karşı kapıyı kilitledi. Karar vermişti bile bu filmi izleyeceğine.
Film başlar başlamaz ekranda bir kadın belirdi. Kızıl saçları, bembeyaz teni ve çilli narin suratıyla o kadar melek gibiydi ki. Nyks bir elektrik akımına kapılmışçasına titredi. Üşüdüğünü hissediyordu. Filmi durdurdu. O kadın bugüne kadar görmüş olabileceği en güzel varlıktı. Elleri titreyerek filmi devam ettirdi. Kadın anlamadığı bir dilde konuşuyordu ama o kadar güzel geliyordu ki bu ses kulağına. Tekrar durdurdu. Kendine nefes almak için süre tanıdı. Tekrar başlattı ve tekrar durdurdu. Bütün filmi hiçbir şey anlamadan ama her şeyi anlarmışçasına izledi. Film bitince sanki kendini ömrü boyunca hiç uyumamış gibi yorgun hissetti. Vücudu ağırlaştı.
Tam o sırada kapı kırılacak gibi çalınmaya başlandı. Nyks olduğu yerde sıçradı, içini bir korku kaplamıştı. Hemen filmi kapattı. Etrafı kontrol etti. Kapı artık o kadar şiddetli çalınıyordu ki kapının üstünde yaşından dolayı birikmiş bütün tozlar yavaşça aşağı süzülmüştü. Vakit kaybetmeden kapıya doğru koştu ve kapıyı açtı. 50 yaşlarında hafifçe kamburu çıkmış huysuz ve bir o kadar sinirli, gözleri nedendir bilinmez kan çanağına dönmüş bir kişi ile karşılaştı. Saçları teni kadar olmasa da açık renkli gözleri ise bir tezat yaratmak istercesine deli gibi koyuydu. Gür bir ses tonuyla hızlı ama her tonlamaya dikkat ederek konuşmaya başladı :”Bir kız arıyorum. Özel olmayan kızlardan. Nasıl başardığını bilmiyoruz ama Moarte Evinden kaçmış. Kızı herhangi bir yerde görürseniz öldürmeniz bir emirdir. Bu arada elimizde evinizi aramaya dair iznimiz var. Bu nedenle evinizi de arayacağız.”
Nyks adam bunları söylerken bedeni orada ama aklı kesinlikle orada değil hala filmdeki kızdaydı. Onunla tanışmak istedi. Hatta tam şu anda hayatının merkezinde o olsun istedi. Sonra göğsünde bir acı hissetti. Ve bu kuvvetle geriye doğru sendeledi. Ne olduğunu anlamadan kendini evinin ortasında buldu. İçeriye aynı anda 5-6 tane uzunca ve kaba saba, insan olduklarına hiçbir zaman emin olamadığı güvenlik görevlileri geldi. Onları korkulası yapan asıl şey giydikleriydi. Gri renkte tek parça şeklinde tam donanımlı kıyafetler, içinde bulabileceğiniz tüm silah çeşitleri var. Görevlilerin yüzleri ise hiçbir şekilde gözükmüyor hatta vücutlarından herhangi bir parça bile gözükmüyor. Onlar en üst seviye güvenlik sorunlarında ortaya çıkarlar ve onun dışında asla görünmezlerdi. Umarım CD’yi bulmazlar diye düşündü Nyks çünkü bulurlarsa sonu belliydi.
Güvenlik görevlileri belli bir süre sonra tek tek ‘TEMİZ!’ diye bağırmaya başladılar. Sıra en son görevliye gelince görevli duraksadı. Grubun başı gibi görünüyordu. Yaşı küçük gözükmesine rağmen bakışlarındaki sertlik ve yüz ifadesindeki iğrenç durgunluk onun bu grupta bir yeri olduğunu resmen bağırıyordu. Evi dikkatlice süzdü, evde gözlerinin dokunmadığı sadece bir köşe kalmıştı. Yavaşça televizyona doğru yürüdü. Her adımının sesi Nyks’ın kulaklarında yankılanıyor ve her yankılanmada kalbi daha hızlı atmaya başlıyordu. ‘Ne izliyordun?’ diye sordu görevli. Nyks soruyu buğulu bir şekilde duydu. Bayılacakmış gibi hissetmeye başladı. Soruya cevap verememişti bile çünkü korkudan dili uyuşmuştu. “SANA NE İZLİYORDUN DİYE SORDUM!”. Bu ani çıkışla yerinden sıçradı Nyks. Bu filmin sonunu biliyordu. Görevliler adamı alır, onu Moarte Evine gönderir ve bir sonraki idam tarihinde sonu gelirdi. Görüşü bulanıklaşmaya başladı. Tam o sırada uzaktan geldiği belli olan ama sesi kulağınızın dibindeymişçesine bir siren sesi yükseldi. Odadaki bütün görevliler ritmik adımlarla siren sesinin geldiği yere doğru koşmaya başladılar. Elebaşlarına benzeyen genç gözlerini kısarak Nyks’ı son bir kez daha süzdü. Genç çıkmadan şu sözleri fısıldadı :”Seninle işim bitmedi.”.
Evde yalnız kaldığına tamamen emin olduktan sonra derin bir nefes aldı. Siren sesinin sağır edici yüksekliği hala kulaklarını deşiyordu. Koltuğuna oturdu ve üzerindeki şoku atlatmaya çalıştı. Ya yakalasalardı ne olacaktı. Bu CD’yi ya kimsenin bulamayacağı bir yere saklamalıydı ya da parçalayıp bütün parçalarını farklı yerlere atmalıydı. Ama ikincisini yapmaya gönlü el vermiyordu. CD’yi televizyondan alıp elinde bir süre onu izledi. Kalbi hala çok hızlı atıyordu. Bulunduğu odadaki halının altındaki parkede hafif bir boşluk vardı. O boşluğu daha geçen ay fark etmişti. CD’yi oraya koymaya karar verdi. En azından daha güvenli bir yer bulana kadar.
-Artemis-
Nefes nefese kalmıştı. Buna rağmen hala koşmaya devam ediyordu. Etraf karanlıktı ama uzun zamandır koştuğundan gözleri karanlığa alışmıştı. Koşarken uzun siyah saçları rüzgârla beraber dalgalanıyordu. Uzaklardan gelen bağırma sesleri onu daha çok korkutuyordu. Durmak için cesareti yoktu. Üstündeki yırtılmış eski üniforma ile koşmaktan terlemiş bir halde her yeri yara bere içinde kalmıştı. Ayaklarında ayakkabısı bile olmayan küçük bir kız çocuğuydu bu. Bileğinde isminin sayı olarak karşılığı bulunan plastik bilekliği ile o bu dünyadaki en değersiz varlıktı. Bunu hissediyordu. Ama buna hiçbir şekilde inanmıyordu.
Arkasından gelen bağırış sesleri kesilince biraz daha rahatladığını hissetti ela rengi gözleri etrafta bir kaçış yolu arıyordu. Bulunduğu yerde yan yana dizilmiş bir sürü iki katlı ev vardı. Evlerin hepsi insanın içini ürpertecek kadar korkunç ve eskiydi ayrıca bütün evlerin ön tarafında küçük toprak bir alan vardı. Yan sıradaki sokaktan sesler gelmeye başladı. Korkuyla etrafına bakındı ve tam yanındaki evin kapısı açık olduğundan oraya girmeye karar verdi. Sesler o kadar yakından geliyordu ki korkudan merdivenleri daha hızlı çıkmaya başladı. Nefesini tuttu. Tam o sırada alt kattan şunları duydu :”Ben bu kata bakarım sen üst kata bak. Onu bulursan direkt öldür. Öldürmezsen ben seni öldürürüm. Bu kız için uğraştığımız yeter artık.”
Yukarıya doğru gelen ayak seslerini duyunca telaşla etrafına bakındı. Evin tavanında küçük bir boşluk vardı. Adamın diğer odalara baktığını anlayınca boşluğun kenarındaki çıkıntılardan kendini yukarıya çekerek dışarı çıktı. Evin çatısındaydı ve gidebilecek pek bir yeri yoktu. Boşluğun oradan :”Galiba onu buldum.” diye bir ses geldi. Adam boşluktan kolunu uzattı. Ancak oraya değil kendisi kolu bile zar zor sığınca o boşluğu kırarak genişletmeye çalıştı. O an o küçük kızın aklına sadece bir şey geldi. Karşıya atlayacaktı. Geri geri yürüdü. Geri geri yürüyünce adam onu gördü ve var gücü ile bağırmaya başladı. Kız da var gücü ile koşmaya. Çatının tam ucuna gelince zıpladı ve ileri atıldı. Başka şansı yoktu. Diğer evin çatısına atladı ve çatının üzerindeki bacaya tutundu. Savrulmanın şiddeti ile ilk dengesini sağlayamadıysa sonradan bunu başardı. Sonra birden yüksek bir siren sesi duydu. O kadar yüksek bir sesti ki korkudan dengesini kaybetti. Çatıdan yuvarlanarak düşerken son gücüyle çatının kalan son kısmına tutundu. O küçük bedeni korkudan titriyordu. Tam o sırada çatıdan boğuk sesler gelmeye başladı.
Saklanması lazımdı bir plana ihtiyacı vardı. Korkuyla aşağıya baktı. Hızlı nefes alış verişlerinden doğru düzgün etrafına odaklanamıyordu bile. En sonunda fark etti ki aşağısında evin küçük, taştan yapılma bir çıkıntısı vardı. Bu çıkıntı evin dış kısmının bir parçasıydı ve süs olarak yapılmıştı. Artemis çıkıntının yanındaki camdan içeriye atlayabilirim diye düşündü. Kendini yavaşça o çıkıntıya bıraktı. Neyse ki çıkıntının üstüne atlayabilmişti. Öylece seslerin kesilmesini bekledi. Ne kadar yorulduğunu iliklerine kadar hissetmeye başlamıştı. Seslerin kesildiğini fark ettiğinde derin bir nefes aldı. Ama yine de etrafına büyük bir dikkatle bakınıyordu. Bir süre o çıkıntının üzerinde orada bekledi. Durgundu. Rüzgâr yüzünü okşuyor ve saçlarını hafifçe dalgalandırıyordu. Aklı karmakarışıktı. Dünyanın neden böyle olduğunu anlayamıyordu.
İnsanlar kutuplaşmış ve kendi kutbundan olmayana kin duymuş hatta onları öldürmek istemişti. Kimse birbirini tanımaya tenezzül bile etmiyordu. Herkes işine ne geliyorsa ona inanıyordu. Sorgulamak denilen şey o kadar unutulmuştu ki kadınlar bile kendilerini küçük duruma düşüren bu olayları normal sanıyorlardı. “Ben değersiz değilim.” diye fısıldadı.
Orada, o çıkıntının üstünde uzun bir süre kaldı. Daha sonra oradan uzaklaşması gerektiğine karar verdi. Çıkıntının kenarındaki camdan kendini içeriye attı. Pek beceremese de sessiz olmaya çalıştığı aşikârdı. Adımlarını ağır ağır atıyordu ve her adım attığında bilinçsiz bir şekilde nefesini tutuyordu. O sırada ayağı bir şeye takıldı. Yere düşmedi ancak biraz sendeledi. Dengesini sağladıktan sonra ayağına takılan şeye baktı. Üstündeki parkesi hafifçe yana kaymış bir boşluk gözüne çarptı.
Herhalde bu boşluğa takıldım diye düşündü ve meraklı bir şekilde bu boşluğa yaklaştı. İçinde deri kaplı büyükçe ve oldukça tozlu bir kitap vardı. Heyecanla içini açtı. Bu bir fotoğraf albümüydü. Ama çok garipti ki bu fotoğraflarda şimdiden çok farklı bir görünüm vardı. İlk baktığı fotoğraftaki iki küçük çocuk özellikle dikkatini çekmişti. “Acaba aynı yaşta mıyız.” diye mırıldandı Artemis. Biri kız biri erkekti ve birbirlerine bakıp gülümsüyorlardı. Bu o kadar güzel ve iç ısıtıcı bir fotoğraftı ki istemsizce gülümsedi. Ancak gerçeklikten bir o kadar da uzaktı. Diğer fotoğraflara bakmak için buruk bir heyecanla hareketlendi. Gözünden hiçbir fotoğrafın kaçmaması için elinden gelen her şeyi yaptı. O soğuk ve karanlık odada bu fotoğraflar onun içini sıcacık yapmaya yetmişti.
Kaçması gerekiyordu buralardan ama o an sonsuza kadar orada kalabileceğini düşündü Artemis. Dünyanın şu anki halinden o kadar uzaktı ki bu fotoğraflar. Bu düşünce Artemis’in gülüşünün solmasına ve gözlerinin dolmasına yetti bile. Ağlamak istemiyordu çünkü başlarsa sonu gelmeyecekti. Güçlü olması gerektiğinin farkındaydı. Şu küçücük yaşında başına belaların en büyüğünü almıştı. Moarte Evinde doğum günleri kutlanmadığı için tam yaşını bilmese de en fazla 12 yaşındaydı. Resimlerin hepsine baktıktan sonra ilk baktığı resmi katlayıp cebine koydu. Hızlıca etrafına bakındı.
-Nyks-
Günlerden perşembe saat 12:30 ve yemek saati. “Şunu dinle Moarte Evinden kaçan kızı hala yakalayamamışlar.” Elindeki gazeteyi masaya fırlatıp eliyle ittirdi Pitho. Daha sonra ellerini uzun kahverengi saçlarından geçirerek saçlarına şekil vermeye çalıştı. “Ufacık bir kızı bile yakalamayacaklarsa neden bu işten atılmıyorlar ki? Onca emeği çöpe atıyorlar resmen!” Diyerek devam etti. Nyks boş bulunarak “Ne emeği?” Dedi. Ancak yaptığı hatayı anlar anlamaz söylediği şeyi toparlamaya çalıştı. Pitho kaşlarını çatarak Nyks’a baktı ve şöyle devam etti “Hiç acımayacaksın bunlara. Moarte Evinden kaçmak ne demek, benim önüme çıksa öldürmekten zevk alırım.” Sonra ekledi “Sen de kendine çeki düzen ver Nyks.”. Nyks çok fazla tepki çekmemek adına kafasını salladı ve sessizliği tercih etti.
Saat 21:00. Nyks her gün yaptığı gibi gerindi ve derin bir nefes aldı. Şu sıralar aklı Moarte Evinden kaçan kızdaydı. Bu onun duyduğu ilk kaçış olayıydı. İster istemez kızın nerede ve nasıl olduğunu merak ediyordu. Daha sonra ne kadar zor olsa da bu düşünceleri kafasından attı ve her gün yaptığı gibi Pitho’ya ve diğer arkadaşlarına selam vererek iş yerinden çıktı. Yolunu o kadar çok uzatmıştı ki evine anca saat 23:00’de gelebildi. Tam kapıya yaklaşırken evinin tam üstündeki siren birkaç gün öncesi gibi tekrar kulakları sağır edici bir yükseklikte çalmaya başladı. Arkasından şiddetli yancılar ve asıl görevlilerin birleşmesinden doğmuş 10 veya 15 kişilik bir grup geçti. Bunlar olurken evinde olması onun açısından daha iyi olurdu. Tam içeri girecekken bir çift ela gözün ona baktığını gördü. Bunun o kaçan kız olduğunu gözlerindeki korkudan bile anlayabilirdi. Sonra o bir çift gözün yerini karanlık aldı. Nyks kendini o karanlığın peşinden koşarken buldu.
Ormana kadar onu takip etti. Bir anlığına onu kaybetti. Ancak çok uzaktan değil küçük bir ses duydu. Kız ağlıyordu. Küçük bir kız yerde oturmuş ağlıyordu. Pes mi etmişti şimdi bu küçük kız kaçmaktan? Kaç gündür yaşam savaşı veren bu küçük ne oldu da vazgeçmişti? Onu korkutmak istemiyordu ama içten bir savaş veriyordu. Bu kız günlerdir aranıyordu ve onu diri diri gömmek, yakmak daha nice şekillerde öldürmek isteyen bir sürü kişi vardı. Onu ölümün ellerine vermek istemiyordu hatta onu tanımak ve onunla vakit geçirmek istiyordu. Ama doğduğundan beri tek bir düşünce ile yetiştirilmişti. Ve inandığı dine göre bu kızı öldürmezse günahların en büyüğünü işlemiş olacaktı. Küçük kızın bacaklarındaki ve daha birçok yerindeki yaraları görünce aklındaki karmaşa bir anlığına da olsa durdu ve yerini hüzün aldı. “Sana zarar vermeyeceğim. Bana bak lütfen.”. Küçük kız yavaşça kafasını kaldırdı. Nyks o minik bedenin yanına oturdu. Onu tanımak istediğine kara verdi: “Adın ne?”. Kız korkuyla isminin sayı olarak karşılığı olan bilekliği gösterdi. Ne kadar üzücü diye düşündü Nyks. Bir insana bu kadar değersiz hissettirmek. O gün ilk defa kendini birinin yerine koydu ve küçük kıza yaklaşıp şunları söyledi: ”Asla pes etme.”. Kız anlamazcasına Nyks’a baktı. Tam o sırada arkalarından bir ses geldi. İkisi de korkudan oldukları yerde sıçradılar. Nyks ayağa kalktı. Küçük kız ise olduğu yerde donakalmıştı.
“Vay vay vay. Bay Nyks ve bizim günlerdir yakalamak için çabaladığımız şeytan.”. Artık Nyks’in de Artemis’in de sonu gelmişti. İçlerinden: “Sen bittin Nysk!”, “Eresbos’a yemin olsun ki seni diri diri gömeceğim.”, “Seni yakacağım.” gibi sesler yükselmeye başlayınca elebaşları: ”SESSİZLİK!” diye bağırıp sinirli bir şekilde nefes aldı ve gözlerini kapattı. Sonra da şöyle devam etti: “ Nyks değil mi? Her neysen umarım bunun için geçerli bir açıklaman vardır yoksa senin için yapabileceğim pek bir şey yok. Bak ben dinine bağlı bir adamım dinimin her öğütlediğini anında yerine getiririm ve dinim bana merhametli biri olmamı öğütler. Sadece bir kez soracağım burada ne işin var?” söylediği her kelimede sesi biraz daha sakinleşiyordu ama bu büyük fırtınanın sessiz habercisiydi. Nysk’ın buna verebilecek bir cevabı yoktu ve önüne bakarak sessiz kalmayı tercih etti.
Adam derin bir nefes alıp: “Bu böyle olmayacak senin yüzünden günümü berbat etmeyeceğim.” diyerek hızlıca bir şeyler düşünmeye başladı. Sonra aklına mükemmel bir fikir gelmişçesine gülümsedi ve elindeki silahı Nyks’e verdi. “Vur onu yoksa buradaki bütün askerlere seni vurmaları için emir veririm. İnan bana buradan kurtulmana imkân yok.” dedi. Nyks kararlı ama oldukça sessiz bir şekilde: ”Onu vurmayacağım.” dedi. Adam sabrı kalmamışçasına sesini yükselterek: “Onu vuracaksın.” Dedi. Nyks ise aynı şekilde ona karşılık verdi. Bu birkaç kez daha böyle gitti. Sesler o kadar çok yükselmişti ki Artemis konuşulanların her kelimesinde korkudan titriyordu. Bu sırada arkadan da sesler yükselmeye başladı. Artık herkes tek bir ağızdan: ”Vur onu seni kahrolası yoksa ben seni vururum.” gibisinden çığlık atıyordu. Bir saniyeliğine herkes sustu. Nyks her şeyi göze alarak var gücü ile bağırdı: “ONU VURMAYACAĞIM!” Artık bütün fikri değişmişti hayata karşı. Bu çirkinliği nasıl olur da daha önceden fark edememişti. Bugüne kadar yaşadığı her şey bir saniyeliğine de olsa gözlerinin önünden geçti.
Sessizlik kendini korurken bir silah sesi bütün her şeyi bozdu. Küçük kız yerde kanlar içinde yatıyordu. Nyks o anın verdiği şokla donakaldı ve o hariç herkesin günü neşelenmişti. Artemis ise yırtık eski kıyafetleri ve cebinde mutluluğun fotoğrafıyla oracıkta öldü. Nyks farkındaydı ki mutluluk; sorgulamayı unutan, renksiz ve kirli bu yerde karanlığın her yeri sardığı o an kalan tek ışık, ay ışığı oracıktan uzaklaştı. Ve sonra bir silah sesi daha sağır etti kulakları.
Yazan: Sena Özgür 11. Sınıf 16 Yaş
Mükemmel