“Çünkü sen varsın benim yanımda ve ben varım senin yanında…”
Mecburiyet, olması gerekenlerin dayatmasıysa; gerekliliğin, bencilliğin farkındalığı içerisinde yok sayılabilir mi? ‘Gerekenler’ fazlasıyla taraflı olduğunda, ‘biz’ kavramınca kabul edilebilir mi peki? Mecbur bırakılmak nasıl bunca gerçeklik doğurur ki o vakit? Yoktan var etmek mecbur bırakılanlarla yoğuruluyorsa, var olanlar esaretin özgürleri olmazlar mı?
‘’Koca göbekli, iriyarı bir adam içeri girdi. Yıkadığı saçlarından hala sular damlıyordu.’’ Belki ilk aşkının heyecanını karnında hissetti. Bir ihtimal sabah yediği de dokunmuş olabilirdi. Fark belirsizdi. Omzuna damlayan sular sinirini bozmaya başlamıştı. Hep böyle kıl payı kaybederdi dinginliğini. İnsanlar ile arasının iyi olduğu vakitler saçından sıktı. Bunu hayret vericidir ki o da biliyordu, kellik kabul görmezdi pek. Sonra kendini tanıdık yüzlerden daha yabancı hissettiği iki adama döndü. Adamlardan birinin boyutu ile alakalı esprisi bir iki işçi tarafından mecbur hissetmediği şekilde karşılık aldı. Galiba çok sık kandığını anlaması, daha az yabancılık çektiği işçinin, kadın dergilerinin hoşnutsuz zevkine olduğunu sezdiğinde ortaya çıktı.
Hava kararırken hep iriyarı bir adam için hoş hayaller kurardı. Cüssesi çok konu olmazdı ahaliye lakin bazen şikayetçi olurdu bundan. Kendine sorduğunda aldığı yanıt biraz da bencilce idi. Onun için o iriyarı çocukla dalga geçmek istemişti. Belki hatırlanırdı o vakit. Gençken ne kadar da aptaldı. Hep birilerinin buyruğuna girerdi. Şimdi daha özgür biriydi. Artık kendisine hükmediyordu.
“Dışarıda hava iyice kararmışken iriyarı Carlson içeri girdi.”
Neden ölmesinde kararlıydı? O acınasıydı, başkası olmadan yaşayamazdı. Ancak pis kokulu ve yaşlı olması vazgeçilmez kılıyordu ölümü. İntihar korkusu kapladı içini. Yaşlı adam çok alışmıştı. Öleceği vakti, ruhunun isyanlarına karşın kabullenmişti artık. Yürürken değiştiğini fark etti. Rüzgar ortamı geriyordu lakin onda huzur bulmuştu. Yine kandırırken, kanmıştı; değişmemişti işte! Hala iriyarıydı.
Aslında her biri iki kişiydi. Her biri ölür ve öldürürdü. Ölüm yaşamaktan ne kadar uzak ise onlar da öyle idi. Mevcut varlık mutlak sayılarak ‘varlık’ dahi denemeyecek kadar tanımsızlaşırdı yokluklarında. Ölümsüzlük, sonsuza dek yaşamak değil, hiç ölmemek demek olurdu.
Hem katil hem maktul olmamıza izin veren hayat neden başka seçenek sunmamakta bu kadar acımasız?
“En iyi planları farelerin ve insanların
Sıkça ters gider…”
Yazan: Yaren Keser (Yaş 15)
Kelimelere dans ettirmişsin, çok başarılı. Başarılar dilerim.
Böylesi zor ve derin düşünce ancak ve ancak bu kadar güzel yazıya dökülebilinir? Tek kelime ile muhteşemmmmm
Keyifli bir yazı , akıcı … Devamını ilgi ile bekliyorum. .
İnsan büyüyünce hayalleri küçülürmüş
Hayallerin büyük kalması dileğiyle
Yazılarınızı takip edecem.
Tebrikler..
farkına varmak, çok güzel analiz, başarılar
Çok etkileyici bir yorum başarılar
Çok etkileyici yorum başarılar