“İlk fotoğrafımda yumruk yedim! “
İlk fotoğraf deneyimi 16 yaşında Güven Park’ta çalılıkların arasından, öpüşen bir çiftin mutluluk karesini çekmesiyle başlar; Çift görünce olanlar olur… ”Nasıl çekmişim acaba?” diye açılan fotoğraf kutusu ve yanan film! Ertesi gün okula gelen adam filmin yandığını duyunca basar yumruğu! Ve karakolda biten olay komiserden eline on jop yemesiyle son bulur…
13 yaşında Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde ilk resim sergisini gerçekleştirir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü ve İstanbul İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi Ticaret ve Gazetecilik mezunudur. Takvimler 1967’yi gösterdiğinde ise profesyonelliğe ilk adımını atar.
Türkiye’de ilk kez 360 derece görüşüyle ‘eksiz’ fotoğraf çekimini gerçekleştiren sanatçıdır. Yıl artık 1986’dır.
Yirmi dört yayınlanmış kitap, on bir milyonu aşkın görsel ve dia çalışması, on binin üzerinde Doğu Anadolu kaya üstü resimleri fotoğrafı…. V. Paris Bienali Absurd Anlatımı Birincilik Ödülü. Ardından Roma, Brüksel, Sofya, ABD Barkley ödülleri… Sayısız sergi, sayısız ödül ve dünya çapında onlarca konferans…
“Fotoğrafçı bir at gibidir, yem vermezsen beslenmez… Yem sevgidir, aşktır, anlaşılmaktır…”
“Eğer kayada bir hayat izi görüyorsan hemen çek, sonra bir daha göremezsin.” diyen fotoğraf sanatçımız Ersin Alok’tan bahsediyoruz evet! Fotoğraf ya da resimlerini; Gözü, kulağı, beyni, yüreği, neredeyse beş duyusunu da aynı anda çalıştırıp yakalamış bir sanatçı O.
‘Resimlerini’ diyoruz, çünkü; “illa ki bir çerçevenin içerisindekinin resim mi, fotoğraf mı olduğunu sorgulamak önemli değildir.” diyor kendisi. “Fotoğraf, altına imza atılırsa resimdir.” diye ekliyor. İnce ince nakşedilmiş bir resim gözüyle dalmıyor da değiliz fotoğraflarına bakarken! Ressam ve yazar kimliği de devreye giriveriyor sonra.
Doğayı bir dokunuşuyla yakalıyor Alok, bırakmıyor… Dağ doruklarından, denize iniyor; kumların ıslaklığını, yumuşaklığını tabanlarımızda hissettirirken, denize daldırıp, dalgalarla boğuşturuyor, yelkenlilerle uçuruyor, yeşili koklatıp, solutuyor adeta. ‘Dağlarda duralım, nefesimiz kesilsin biraz’ der gibi, o müthiş büyüye dahil ediyor bizi.
Dağlardan kopmam olanaksız bir halde dalıp gitmişken bir yandan beni kemiren merakla sayfaları çeviriyor parmaklarım ve asıl tekniği burada yakalıyorum: Işık, renk cümbüşü, doğru açı, estetik, duygu ne varsa dağlarda doruk yapmış sanki. Benim beş duyum da fotoğraf karesine odaklı kalakalıyorum öylece. Lirizm en iyi dağlarda mı hissedilir acaba diye düşünüyorum bir an. Kaç dakika sürer, bir fotoğrafta gezinmek? Alok’un dağlarındaysanız süreyi belirleyemezsiniz. Tek şunu net ifade edebilirim ki; Albümün sahibiyseniz, elinize her aldığınızda o dağlarda uzun süre yaşayacaksınız.
Ardından gelen kaya üstü resim çekimleri olağanüstü ötesi… ”Eline küçük bir makine al , ışığa filan aldırmadan o tarihi eseri çek. Olur mu? Olmaz.” diyor Alok; Tekniğin, ışık ayarının her şey olduğunu öğretmek budur. Kaya üstü fotoğrafların saklanmışlığını okuduğumuz zaman ise heyecan katlanıyor yine: “1953 yılı; Gevaş’tan Trişin Yaylası’na iki gün sürdü yürüyüşümüz, hayretler içerisinde kaya resimlerini gördüm, onlara ellerimi sürdüm ve inanılmaz etkilendim. Bu olay beni İstanbul Üniversitesinde Psikoloji ve Prehistorya bölümlerini okumaya kadar götürdü.” ve “sonra kaç kez gittiğimi ben bile hatırlamıyorum.” dediği dağlara yolculukların izini sürmeye başlıyorsunuz kitapta.
“Dünyaya bakışımı değiştiren, içinde bilim, kültür ve sanat olan bir konuyla uğraşmaya başlamıştım. Bunun adı fotoğraftı.”
Alok’un tekniği reddeden insan temaları; İnsan konulu fotoğraflar, “anı yaşarken” çekilmiş hep. Endüstriyel mekanlarda yakalanmış yaşayan kareler ise bunun en güzel örneği. Siyah beyazın tüm ağırlığının bizi adeta bir zaman tüneline sokması, simaların aşikâr olması.. ‘Saklanmışlıklar’ işte yine durdurdu bizi, kaç dakika duralım her bir fotoğrafta? Yine sınır yok!
Perspektif nasıl düzeltilir, hangi tema daha iyi nasıl fotoğraflanır? Diyafram kullanımının fotoğrafa etkisi nedir gibi konular tüm albümde ‘ben varım’ dese de, en çok mimari temada kendini gösteriyor. Tarih ve bugün birlikte akıyor….”Kibrit kutusunu iyi çekebilmenin, en önemli fotoğrafçılık kriterlerinden biri olduğu …” öğretisini hatırlatıyor bizlere.
Denizaltı yolculukları; Sanatçının en usta yanı burada mı gizli dedirtiyor bana. Mavinin kaç tonu yakalanır ki fırçayla? Fırçayla yakalanır da, ya kamerayla? Deniz üstü köpükleriyle boğuştururken deniz, ya da şarkısını dinletirken bize ; maviye dalmak, renk cümbüşü balıklara eğilip-eğilip bakmak! Baktıkça, fotoğraf sanatına yeniden aşık olmak..
Fotoğrafın lirik adamı Ersin Alok’un; Özgeçmiş, Kitaplar, Filmler ve Ödülleri, Başlıca Sergileri, Ersin Alok ile Röportaj, Dünyanın dört bir yanında Onu Görebildiğimiz Fotoğraflar gibi başlıklar; Eczacıbaşı Topluluğu’nun yayınladığı bu retrospektif kitabı zenginleştiriyor.
Kitabın tamamı ise iki dilde akıyor; İngilizce ve Türkçe.
Kaynakça:
ERSİN ALOK
Fotoğraf Sanatçıları Dizisi
Photographers Series
Eczacıbaşı Topluluğu
İlk basım 2016