Varlığını yavaş yavaş yokluğa bırakan, içindeki kanlı canlı insanlarını artık neredeyse kanıksanmış bir biçimde kaybeden ve göz göre göre silinen bir mekân düşünün. Hadi, adını koyalım: Bir köy düşünün. Gitmek veya ölmek seçimini yapmak zorunda bırakılmış insanların silikleşmeye başlayan siluetlerinin geride bıraktığı sisin dağılmasının ardından biraz daha eksildiklerini fark eden insanların sıralarını bekleyişlerinin kederinin bile trajik ve aynı zamanda komik bir hikâyeye dönüşmesinin nasıl mümkün olabileceğini sorun kendinize. Veya Evelio Rosero’nun Ordular’ına bir göz atın.
Hikâye dünyanın herhangi bir unutulmuş -kimsenin mekâna ya da içindeki insanlara ne olduğuyla gerçekten ilgilenmediği- küçük köyünde pekâlâ geçebilirdi. Yazarımız, kaderi pek çok başka köye oldukça benzeyen, Kolombiya’daki bir köyü seçmiş. “Nasılsa bizim başımıza gelmedi“ rahatlayışına, “henüz“ sözcüğünü eklemeyi akıl edemeyenlerin hikâyesini yazmış.
Ordu, milisler ve gerillaların kıskacında bir köy. Neredeyse tüm köy nüfusuna okuma yazma öğretmiş, emekli bir öğretmen: İsmael. İsmael’in bahçesinde, dalları komşunun bahçesine düşen bir portakal ağacı. Çıplak güneşlenmeyi seven komşunun İsmael’in günlük seyrine nesne olan güzeller güzeli bedeni. Köyün günden güne eriyen nüfusu. Gençler ya kaçıyor ya da kaçırılıyorlar. Gerilla veya milisler fidye amacıyla her gün birilerini alıp gidiyorlar, komşunun bahçesindeki portakal ağacının dalına uzanıp meyve koparmanın rahatlığıyla. Gözaltılar, kayıplar, uzaklardan yükselen silah sesleri. Giderek tekinsizleşen günlerin ve gecelerin boğuculuğu. İsmael’in sızlayan bacakları, komşusunu izlerken karısına yakalandığında utanmayı bile elden bırakmasına neden seyir tutkusu. Ve yakınlarda olduğunu hissettirmeyi ihmal etmeyen orduların gelişi.
“ …Yıllar önce evlerini terk etmek zorunda kalan başka köylerin sakinleri bizim köyümüzden geçerlerdi; erkekler, kadınlar ve çocuklardan oluşan, başı sonu görünmeyen kafileler… Aç bilaç meçhule giden sessiz kalabalıklar halinde geçişlerini seyrederdik. (…) Şimdi sıra bize geldi.”
Köyün sokakları tekin değildir artık. Üstelik kocası gerilla tarafından kaçırılan güzel komşu, ansızın giyinmiş, rengini yitirmiştir. Sokaklarda, kimin ateşlediği belirsiz silahlardan çıkan kurşunların sesi uğursuz bir rüzgâr gibi uğuldamaktadır. İsmael’in karısı, kocasının kadınları izleme tutkusundan duyduğu tiksintiyi de yanına alarak ortadan kaybolmuştur. Yürüyebilecek gücü ve giderken vurulmayacak kadar şanslı olanlar köyü terk etmeye başlamıştır. Köy, İsmael’in gözleri önünde ağır ağır yokluğa karışırken o, sızlayan dizlerine aldırmadan ölümün gölgesi peşindeyken sokak sokak, onun da kendisini aramakta olduğuna inandığı karısını aramaktadır. Gözleri önünde düşen eski öğrencileri, arkadaşlarının ölümü korkunç bir parodiye dönüşmüştür. Defalarca burun buruna geldiği ölümün her seferinde İsmael’i ıskalaması bir ceza gibidir.
Ordular, Latin Amerika edebiyatının son on yıldaki en önemli eserlerinden biri sayılıyor. Evelio Rosero’nun ironik kurgusu sayfalar ilerledikçe, bu toprakların şu günlerini yaşayan bizlere bir roman okumakta olmaktan çok; yakından bildiğimiz, gözlerimizi kaçırsak da tarihin bizleri celbi şahit kıldığı kendi gerçeğimizin bilmediğimiz bir dille yüzümüze vuruluşu gibi. Saldırganlar ve kurbanlar, silahsızlar ve silahlılar, ölüm ve insanlık. İnsandan arındırılmış ve nesnesine dahi tahammül edilemediğinden harap hale getirilmiş habitatlar. Acı, çok acı var romanda. Yazarın ustalığı ise acıyı ironik bir dil aracılığıyla elle tutulabilir hale getirmiş olması. Bizzat etinizde hissetmediğiniz acının soyut izleyiciliğini reddetmiş bir yazarın o acıyı etinize mıhlamasının romanı olarak okunabilir Ordular.
Başkasının acısına, gerçekten, bakmayı unutmuş çağın insanını silkelemeyi amaç edinmiş romanın, amacına ulaşmada oldukça başarılı olduğu söylenebilirse de, salt acı yok romanda. Yüzünüzde kaçınılmaz gülümseyişler belirmesine neden olan enfes bir dil, araya sıkıştırılmış küçük öyküler, yaşlı bir adamın hiç azalmamış cinsel düşlerinin elinde oyuncaklaşmasının sevimli anlatımı. Uzak bir coğrafyadan çok yakın, çok acı bir hikâyenin parodisi Ordular. Tanıklığımıza edebiyat ekleyerek…
*”Bir ölünün parodisini yapmanın hiçbir tehlikesi olmayacak mı?” / Moliere