Bir zamanlar “Naile Turhan” vardı!

Bir zamanlar Naile Turhan vardı!

Küçücük evimizdeki kocaman kitaplığın emektarını tam bir yıl alıkoyan arkadaşıma hala kızgınım. “Çalıkuşu” idi emektarın adı. Aile büyüğü. O, kitaplığımızda hep vardı; sonradan gelmemişti. Hepimiz okumuştuk. En başta da annem. Kısacası istiridyenin incisiydi. Evdekilerden gizliydi bu arkadaşa gidişi. Neden gizliydi? Kimsenin kızacağından değil, benim öyle sanışımdan. Aylar yıla ulaştığında öfkem doruklardaydı. Yüzsüzce istedim. “İnan başka bir roman olsa istemezdim,” dedim arkadaşıma. Ama içimden hiçbir kitabımı ona bir daha vermeyeceğime yeminler ediyordum. “Çalıkuşu” kömürlüklerinden çıktı. Babası ders çalışmak yerine kitap okuduğu için oraya saklamıştı. Odur budur mu demeliyim, hep mi öyleydim bilemiyorum ama hala kitaplığımdan her kim kitap istese, verirken yüreğim titrer. Hatta elim de. Eminim titreyen ellerim de fark ediliyordur.

Çok uzun, gereksiz ve ilgisiz bir giriş olduğunun farkındayım. Ama bu kez anlatacağım romanın, bana ulaşan baskısının hikâyesi için kitaplarımın hayatımdaki yerinden, anlamından biraz olsun söz etmem gerekti. Onlara karşı takındığım bu sahiplenici tutumun nedeni, kitaplarımın her birini evimin ferdi gibi görmem olabilir mi? Sanırım öyle. Biz kalabalık bir aileyiz. İşte bu kalabalık ailenin üyelerinden biri de “Geri Dönülmeyen Yol” romanı. Bir armağandı. En yakın arkadaşımın –tabi ki yukarıda sözü geçen değil- sahaflardan bulduğu bir hazine. Bu da imzalı. Yazarı Naile Turhan tarafından bir başka yazara imzalanmış. O da bir şekilde sahaflara terk eylemiş. Bir yazar, bir başka yazarın romanını neden elden çıkarmak istesin? Kesinlikle istemezdi diye düşünüyorum. Bir ihtimal, o da benim Çalıkuşumun kaderini yaşamış olabilirdi. Okuması için verilen dost, kitabı bir daha sahibine vermemiş/verememiş ve bir gün,  naylon poşetler içinde kapının önüne koymuş olabilir miydi? Belki de en az kapının önüne konmak kadar hazin olan, kitaplığın olduğu gibi sahafa verilmesini yaşamak mı olmuştu kaderi? Bilinmez…

Naile Turhan
Naile Turhan ve eşi Ali Vahit Turhan, 60’lı yıllar

İlkin, yazarı hakkında tek satır öğrenemedim. Hiçbir kaynakta adıyla karşılaşamadım. Bir türlü yazarına ulaşamadığım romanın, bendeki baskısının hikâyesinden başka bildiğim yoktu. Nedir? Sevgili Naile Turhan kitabını, belki tek olan romanını bir yazar arkadaşına imzalamış. -Arkadaşı ya da dostu, aslında onu da tam olarak bilemiyoruz-. Bir de yazarın romanını ithaf ettiği eşi var ki, kitabın ilk sayfasındaki cümle çok etkileyici: “…yaşamımı bunca yıl bir mutluluk çemberi ile sarmasını bilen…” diyerek, sevgili eşine adamış. İthaf ediyorum dememiş yazar, tam olarak ‘adamak’ sözcüğünü kullanmış.

 

Naile turhan
Naile Turhan ve eşi Ali Vahit Turhan, 60’lı yıllar

“Geri Dönülmeyen Yol” uzun, çetrefilli yollardan gelen, adanmış bir romandı. Yolu kesişmişti yolumla ve biz; yazarıyla ben, kimsesiz kalmıştık bilinmezlikler yüzünden. Bir kuyunun başındaydık birlikte ve karanlık olmayan o kuyuya attığım taşlar, ne mutlu ki ses verdi. Önce yeğenleri yazar Gönül Pultar ve Gülnur Üçok anlattılar güzel, hassas, kibar teyzelerini. Yazarın görsel betimlenişindeki güzellik unsuru, bildiğimdi sanki ve fotoğraflarını gördüğümde, Naile Turhan’ın hiç de yabancım olmadığını düşündüm. Kitabın kapak resmindeki kadın öylesine güzeldi ki, ayrımında olmadan, düşüncelerimin görüntüsünde gizemli yazarımın kendisi olmuştu. Oğlu Ali Vahit Turhan ise, annesinin hayat hikâyesini içtenlikle paylaştı ki bu durum yüreğime, sevgili “Naile Turhan” adının ıraklarda yanan bir kandil değil, bir meşale olarak anılacağını hissettirdi.

Naile Turhan 4
Naile Turhan, Notre Dame de Sion yılları

Naile Turhan Kimdir?

Naile Turhan, devrim öncesi Çarlık Rusya’sında şimdiki Tataristan Cumhuriyeti’nin başkenti olan Kazan’da, 11 Kasım 1915’de doğar. Babası Rus parlamentosunda (Duma) Liberal Kadet Partisi milletvekili olan, Çarlığın yıkılmasıyla da Tatar milli hareketinin başına geçerek, İdil-Ural bağımsız devlet oluşumunun başkanı Sadri Maksudi (Maksudov)’dur. Annesi; Tatar milli hareketinin hamisi olarak gazete ve dergi çıkaran, köklü Kazan ailesi Ramiev’lere mensup Kamile Hanım ise, evlendiğinde arkeoloji öğrencisidir. Ne var ki aile, Bolşeviklerin idareyi ele alması sonucu 1918 yılında Rusya’yı terk ederek, Paris’e yerleşmek zorunda kalır. Sadri Maksudi Bey daha önce öğrencisi olduğu Sorbonne Üniversitesi’nde artık profesördür; 1926 yılına kadar. O yıl Mustafa Kemal Atatürk tarafından Ankara Hukuk Fakültesi’ne davet edilir ve aileye Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verilir. Ordinaryüs Profesör Sadri Maksudi ve ailesi, soyadı kanunu ile Arsal soyadını alırlar. Arsal ailesinin büyük kızı Adile (Ayda) ise, ilerleyen yıllarda Türkiye’nin ilk kadın diplomatı olacaktır.

Ailenin küçük kızı Naile Turhan, İstanbul’da Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nde yatılı okuduktan sonra, Hukuk Fakültesi’nin ilk kız öğrencisi olur. Ancak o, eğitimciliği seçer ve üniversite mezuniyetinin ardından, Ankara Kız Lisesi’nde kısa bir süre Fransızca öğretmenliği yapar. Oradan, 1978 yılında emekli oluncaya kadar görev yapacağı İstanbul Üniversitesi Fransızca okutmanlığına geçer. Güzelliği dillere destandır Naile Turhan’ın. Duyarlı, zarif bir genç kadındır. 1946 yılında ilk ve tek romanını adadığı Ali Vahit Turhan ile evlenir. Prof. Dr. Ali Vahit Turhan, Adile Edip Adıvar ile birlikte, İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünün kurucularındandır.

Akademik anlamdaki başarılara nail olmuş bir çift olmanın yanı sıra; evliliklerinin, uyumlu ve mutlu olduğunu dile getiren yeğenlerine göre onlar, hayranlık uyandırıcı bir çift olmuşlar daima. Öyle ki, Naile Turhan eşinin vefatından sonra depresyona girer. Kaleme aldığı ilk ve tek romanının baş sayfasına yazdığı “Mutluluk peşinde koşarken, yanlış adamı seçen, yanlış adımı atan bu genç kadının öyküsünü, yaşamımı bunca yıl bir mutluluk çemberi ile sarmasını bilen sevgili eşim Vahit’e adıyorum” deyişinde saklı olan; teşekkürün yanı sıra, kendisinin dışındaki kadınlar adına da bir temenni mi acaba? Belki de gecenin ardından doğacak olan güneşin, umudun habercisi…

Naile Turhan daima edebiyat aşığı olmuş. Fransız Edebiyatını çok sevmiş, lisede okuduğu yıllarda Fransızca şiirler yazmış. Altmışlı yıllarda İstanbul Şehir Tiyatroları için Fransız oyun yazarı Marcel Achard’ın “Jean de la Lune” oyununu Türkçeye kazandırmış. Yetmişli yıllara gelince bu kez, Yılmaz Güney’in “Boynu Bükük Öldüler” romanını Fransızcaya çevirmiş. 1979 yılında, üniversiteden emekli olunca kaleme aldığı romanı “Geri Dönülmeyen Yol” u yayımlamış. Birkaç roman daha ekleyemese de edebiyat dünyasına, görsel sanatlara resimler kazandırmış. Belli ki ikinci büyük tutkusu resimmiş.

Yazar 1990 yılında, yetmiş beş yaşında bu dünyadan ayrıldığında, ardında bıraktığı romanıyla kendisini bu günlere ulaştırmayı başarmış. “Söz uçar, yazı kalır” denmiş. Ne doğru bir deyiş. Onun yaşadığı dünya, şehirler, semtler çok değişmiş, değişiyor da büyük hızla. Ya anılar? Onlar, hep aynı yerde dolanıyorlar. Onlar, biz bırakmadan gitmeyecekler, gitmesinler de. Naile Turhan’ları tekrar okuma şansımız var oldukça, gidemeyeceklerini hissediyorum…

Romanın arka sayfasındaki kısa tanıtım yazısında, olayların çoğunun gerçek yaşamdan alındığı, kişilerden bazılarının aramızda yaşadığı; hatta tanınabilecekleri belirtiliyor. “…kişinin sevmeyi, sevgiden ölmeyi göze alabildiği günlerde, bir kadının en güzel yıllarında, bir yaşamlık umutları, sevgileri, acılarıdır… Genç kuşakları ilgilendireceği gibi, o günleri yaşamış olan orta ve ortadan da öte kuşaklara da küllenmiş anıları geri getirecektir.” Yazar gelecek kuşaklara o yılları anlattığını belirtiyor ki, bu durum romanın gücünden başka neyle tanımlanabilir ki?

Olayların gerçek yaşamdan alınmış olması, kahramanın yaşamıyla, yazarın yaşamının aynılığını ya da benzerliğini sorgulatıyor ilkin. Bir de öncesinde, yazarı hakkında bilgi yoksunluğu çekince; kahramanı, yazarın kendisi ilan etmek istem dışı bir duygu gelişimi oluyor. Ne var ki, yazarın yaşamını bilmek ya da bilmemek, romanı kendi anılarından yola çıkarak yazdığını göstermez. Anılarımız, yazılmaya başlandığında değil, hatıra her gelişte değişime uğrarlar. Yaşananlar, yaşandığı anda mahpus kalır. Aynı bir fotoğraf karesi gibi. Hatırlananlar satırlara dökülürken, yazanın uzağındadır artık. Kısacası romanı okurken kahramanlarda tanıdık aramak değil de o dönem kadınının neleri nasıl yaşamış olduğunu görmek, geçmişi sayfaların ekranında izlemek olsa gerek. Roman okumanın büyüsü bu olmalı. Roman, edebiyat, sanat… Büyülü gerçeklik, büyüleyici durum…

Naile Turhan 5
Naile Turhan annesi, babası, ablası eniştesi ve eşiyle 60’lı yıllar

Geri Dönülmeyen Yol

Romanın kapak resmine tek renk hâkim. Mavinin ve yeşilin kaynaştığı deniz rengi. Resmin anlattığı da dalgalı bir deniz ve dalgaların içinden meçhule bakan kadın. Kadının deniz rengi gözlerindeki; gizli, muğlâk anlamı ise sayfalar ilerledikçe keşfedebildim. Bir gemide, dönüş yolundaki adamla başlar roman. ‘Yaşlı ya da vaktinden önce çökmüş bir adam’dır yazarın anlatımıyla. Acı dolu bir hikâyeyle karşılaşacağımız kesin olduğu gibi, sonunun da hazin olacağının habercisidir bu başlangıç. “Geri Dönülmeyen Yol” çözümsüz kalmış, iyileştirilememiş yaraların habercisi bir roman olacağını ismen düşündürmüştü ki; böylesi başlangıç adına yaraşmış. Ancak kahraman, bir erkek değil. “Her yaşanan dakika, her duygu birer bitmemiş senfonidir; yaşam kendisi öyledir…” diyen Leyla. Kitabın kapağındaki denizin renginde gözleri olan, muğlâk bakışlı Leyla. Yazarın ‘bitmemiş senfoni’ betimlemesi, kahramanın hikâyesini öğrendiğimizde ‘yaşanmamış senfoni’yi düşündürüyor daha çok. Onunki, yaşanamamışlıkların hüzünlü hikâyesi.

Leyla

Annesi ve üvey babası Adnan Bey ile İstanbul’da yaşayan, yirmi sekiz yaşında bir genç kadındır Leyla. Çok az görüştüğü ve bu görüşmelerin de kısa, az sohbetli olduğu babası, annesi ve Adnan Bey üçgenindeki aile ortamında yetişir. Romantik ve ince duyarlıkları olan, paradan çok görgü ve aileye önem veren, şakadan anlayan ve neşeli bir anne; soylu duruşu, görgüsü, geniş kültürü ile her konuda severek dinlenen, Leyla’nın gerçek babası olmamasına karşın baba olarak gördüğü tek insan olan Adnan Bey; annesiyle evlendiği zaman İzmirli bir müfettiş olarak güven veren, gelecek vaat eden bir işi olmasına karşın, taşralılığın ötesine geçemeyen, kültürel farklılıkları sonucu annesiyle yollarını ayıran bir baba üçgenidir bu.

Geri Dönülmeyen Yol
Geri Dönülmeyen Yol, Naile Turhan

Farklı kültürden gelen insanların birlikteliğinde,  taraflardan birinin değişime hayır demesi durumunda, yolun onlar için sonlanması gerektiğini anlatan yazar; olması gerekeni ise kahramanların seçtiği yolla gösterir. Bu yol, Leyla’nın annesi ve babasının ikinci evliliklerindeki eşler arası kültürel uyumdur.

Leyla çalışan bir genç kadındır. Yaşadıkları dönemin, 1940’lı yılların ortaları olduğunu anlıyoruz ve başkahramanın çalışmasının yanı sıra, erkek arkadaşının varlığı aileyi tedirgin etmez. Zira annesi de Adnan Bey de kızlarını, hayatı konusunda kendi seçimini yaşamakta özgür bırakmıştır. O çalışan bir kadındır. Çalışmak, bir alanda yararlı olmak, onun için bağımsızlıktır ve en önemlisi de kendine saygısının temel taşıdır. Olayların geçtiği tarihi düşündüğümüzde, kadının varoluş savaşına örnek bir yaşamla karşılaşıyoruz. Bu da Naile Turhan’ın kadın konusundaki düşüncelerini anlatıyor okura.

Ne olursa olsun, meşakkatli yollardan geçen bu eşsiz emek ürünlerini seviyorum. Emek verenleri seviyorum. Ama bu arada da seçtiğim, sevdiğim romanların bir sanat eseri olup olmadığını anlamaya çabalıyorum. Karar vermeye değil. Unutulmuş ya da unutulmaya terk edilmiş romanlarımızda, en çok da anlatılan yılları anlamaya çalışıyorum. Satır aralarında görebildiğim birkaç dile geliş beni çarpıyor. Örneğin bu romanın yazarı, kadının bağımsız olabilmesi için ‘çalışan kadın’ olması gerektiğini düşünüyor. Ancak ekonomik bağımsızlığın kadını tamamen özgürleştiremediğini, en azından o yıllar için öyle olduğunu da hikâyenin devamında gösteriyor yazar.

Attila İlhan, “Sanat toplumsal bir çabadır. Bu, şu demeye geliyor: sanat, toplumsal çevrede doğar; toplumsal gelişme ve değişmelere uyarak, değişir ve gelişir; içinden çıktığı ortama etkiler yapabildiğinden, toplumsal gelişmeye olumlu, ya da olumsuz yönden katılır. Sanatçılar eserlerini yaratırken toplumsal bir iş görürler.” dediğinde anladığım, tam da bu romanlar için düşündüğüm oluyor. Bu ve benzeri romanların toplumsal bir çaba olduğunu düşünüyorum. Bu da öğrenmeye, bilmeye, hissetmeye açılan kapılardan değil mi? Öyle ki, bu romanların benim için birer ‘sanat eseri’ olması kaçınılmaz bir gerçek. Yine aynı yazısında Attila İlhan,  “…her sanat eseri, çağının kesitini, ister istemez verir. Her sanatçı çağının toplumsal aynasıdır. Stendhal, ‘Romancı büyük bir yolda gezdirilen bir aynadır.dememiş miydi?” diye devam eder. Gerçekten de 1940’ların kadınını, yaşamını romanlardan daha iyi nereden tanıyabiliriz? Fotoğraflar onların hikâyelerini bilmemize yeter mi ki? Anladığım o ki, benim gibi roman tutkunları için aynanın derinlerindeki sonsuzluk, büyük bir heyecan.

Kahramanımız Leyla, içinde yaşadığı toplumla kendince savaş halinde olsa da, karşısına çıkan erkekler konusunda sağlıklı veremediği kararların kurbanı bir kadındır. Neden sağlıklı olamadı seçimlerinde?  Neden güçlü olamadı yaşadığı olaylar karşısında?  “Geri Dönülmeyen Yol” ile Naile Turhan, kadının varoluş sorunlarını göstermeye çalışırken, soruları da okuyana sordurtuyor.

Karmaşık bir sonla bitiyor “Geri Dönülmeyen Yol” romanı. Böylesi karmaşık gelişen bir sonda, kaderin cilvesiyle şakalaşmak bu olsa gerek, diye düşündüm. Öyle ki, gözlerimin önünde siyah-beyaz bir gazete sayfası belirdi. Sararmış ilk sayfasını dolduran haberde –ya da kenarda, köşede-, Manş’ın azgın sularında yiten kadının haberi var. Bu son, Leyla’nın kaderi, klasik bir Türk filmivari gelse de okuyana; batılılaşmakta da olsa, henüz yolun çok başındaki bir ülkede kadın olmanın zorluğunu anlatmayı başarmış, “Naile Turhan”. Kadın; üzerindeki baskının ağırlığıyla, yüklerini taşıyamamış, yolunu saptırmaktan kendini koruyamamış.

İlkin hakkında hiçbir şey öğrenemedim diye yanıp yıkıldığım yazardan, birçok hayatlar öğrendim. Romanın satır aralarında Naile Turhan’ı tanımaya başlamak; bir dönemin kadınını anlamak ve aynı dönem erkeğinin,  kadına olan bakış açısını görmekti. Sonuç: Yüreğimde daima var olacak eskilerden yeni bir yazar keşfetmek oldu. Merhaba sevgili NAİLE TURHAN…

Fotoğraflar:
Oğlu Prof. Dr. Ali Vahit Turhan albümünden kendisi tarafından bana iletilen fotoğraflardır.

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin