Klinikten Ütopyaya Kaçış: Balık İzlerinin Sesi

Balık İzlerinin Sesi Buket Uzuner

Balık İzlerinin Sesi, Buket Uzuner’in 1992 yılında yayımlanan postmodern özelliklere sahip romanıdır. Bu eseri sadece postmodern olarak nitelendirmek esere yapılabilecek büyük bir kötülük olup, bir anlamda zengin özelliğini dar bir çerçevede sunmaktır.

Nitekim üst kurmaca tekniği ile; masal ögeleri, gerçeküstü ögelerle; distopik-ütopik kurgu çoğu kez iç içedir. Hatta eserde derin bir ironi de kendini hissettirmektedir. Bütün bu özellikleriyle de Türk edebiyatında alışılmış çizgilerin ötesinde kalarak dikkat çekmeyi başarır.

balık izlerinin sesiBu eser, Buket Uzuner’in ikinci romanıdır. Eser yayınlandıktan bir yıl sonra Yunus Nadi Roman Ödülü’ne layık görülür.

Pelin Arıner 2001 yılında eseri İngilizceye “Sound of Fishsteps” adıyla çevirir.

Roman altı bölümden oluşur. “Başlangıç, Asıl Başlangıç, Gelişme, Asıl Gelişme, Son’a Doğru ve Asıl Son” adlarını taşıyan bu bölümler çok katmanlı bir yapı özelliği göstermektedir. Nitekim aynı eserin içinde bilim kurgu, fantastik roman, polisiye roman, absürt ögeler iç içedir. Hatta çoğu zaman büyülü gerçeklik anlayışının özelliklerinden de faydalanarak gerçeğin ve hayalin sınırlarını zorlamaktadır.

Buket Uzuner böyle bir yöntemi niçin seçmiştir peki? Kim bilir belki de Beckett’in dediği gibi; anlatılacak bir şeyin kalmadığı bir dünyada edebiyat kendini anlatmak zorunda kalmıştır.

Yıldız Ecevit’in sözleriyle eserin kurgusundaki farklılığı da açıkça sunabiliriz.

“Gerçeğin belirsizleştiği, klişe kalıpların üretilip tüketime sunulduğu bir çağın sanatçısı, kendisine sürekli yabancılaşan bir dünyayı yeniden üretmek yerine, rotayı faklı bir estetik doğrultuya kaydırmıştır; salt sanatsal yaratıcılığı, hem biçim hem de içerik/motif düzleminde odağa almış, onunla oynamaktadır. Bu, aynı zamanda, edebiyat estetiğini tersyüz eden bir adımdır; yeni bir metinsel ontolojinin oluşması demektir.’’

Ecevit’in, ‘’Türk Romanında Postmodernist Açılımlar” eserinde geçen bu cümle şüphesiz Buket Uzuner’in bu romanı için de söylenebilir. Bu cümleler tam da Uzuner’in tarzındaki farklılığı anlatan, klasik kalıpları yıkan, mantığın sınırlarını zorlayan çarpıcı eserini tanımlar niteliktedir.

Ana kurgusunun “oyun” ve ‘’çatışma’’ üzerine kurulduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Roman, Birleşmiş Milletler tarafından seksen sekiz ülkeden seksen sekiz özel bursla seçilmiş öğrencinin adı belirtilmeyen bir ülkeye gelmesiyle başlar. Tasvir edilen ama adı verilmeyen kuzey ülkesinin ormanlık bir arazisinde yer alan Fantolt Seçkin Öğrenciler Merkezinde bu burslu öğrenciler bir yıl kalacaklardır.

Kendilerini özel hissettikleri ve büyük bir arzuyla katıldıkları programın, akıllarındakinden çok farklı olduğunu kısa sürede fark edeceklerdir. Nitekim bu farkındalıkla süreç bambaşka bir hal alır. Davet edildikleri programın sahte olduğu, Fantolt Seçkin Öğrenciler Merkezinin bir klinik olduğunu ve yok edilmemek adına kaçmaya çalıştıkları Balık İzlerinin Sesi Adası’na dair bilgilerle okuyucu bir hayli şaşırtılır.

Eserde metaforik anlatımlarla da anlam zenginleştirilir;

“Normal” kelimesi sıradan insanlar için karşılık bulurken, “seçilmişlik” dâhi insanları ifade etmekte tercih edilmektedir.

‘Çatışma’nın bu eserin ana unsurlarından olduğunu belirtmiştim. Öyle ki, her şeyin zıttı ile var olduğu klişesinden yola çıkarak, aklın karşısına duygu, yalanın karşısına gerçek, rüyanın karşısına reellik konulmuştur. Aynı sebeple aklı ve olgunluğu; roman kahramanlarından Romain Gary, gençlik ve aşkı; Afife Piri temsil etmektedir. Ve yine bu çatışma nedeniyle roman, Albert Einstein’ın “Sıra dışı büyük insanlar, daima sıradan zekaların şiddetli muhalefetiyle karşılaşırlar.” cümlesiyle başlar.

Başlangıç bölümünde (birinci bölüm) Afife Piri havaalanında ilk defa karşılaştığı Günnar’ı anlatırken kendisine “güvenilir biri” imajını uyandırdığını söylemiştir.

‘’Elimi sımsıkı kavradı ve dostça sıktı. Elleri kuru ve yumuşacıktı. Bütün bu bulgular, onun güvenilebilir biri olduğunu gösteriyordu, bu yüzden ona güvenmemeye karar verdim. Nedendir bilmem, bu hoş ve net adamın yüzünün arkasında, sinsi ve hain bir Çinlinin bana nanik yaptığı duygusu uyandı içimde. O güne dek sinsi ve hain bir Çinli tanımamıştım oysa.’’ (sf:5)

Bu cümlelerden de anlaşıldığı üzere çatışma devreye girerek Afife, Günnar’a “güvenmemeye karar vermiş”tir. Hatta daha da ileri giderek hiç Çinli tanımamasına rağmen “adamın yüzünün arkasında, sinsi ve hain bir Çinlinin kendisine nanik yaptığı” hissine kapılmıştır.

Afife Piri, Günnar ile Paris’ten gelen bir başka “seçilmiş”i bekler. Günnar, Afife’ye bu “seçilmiş”i Mösyö Romain Kacew şeklinde tanıtır.  Ancak Mösyö Romain Kacew derhal Afife’nin kulağına eğilerek “Doğrusu, Romain Gary olacak!” (sf: 6) diye fısıldar. Bu hareketle de “seçilmişlik” unsurunun, “dahilik, sıra dışılık” ile eş tutulduğunu anlatmış olur yazar.

Fantolt Seçkin Öğrenciler Merkezinde ilk başlarda yaşam oldukça arzulanasıdır. Birçok kişinin hayretler içinde kalacağı ve dinleyeceği sunumlar, tartışmalar yapılmaktadır. Seçkin öğrenciler bir hayli dolu ve zenginleştirici programla, kavramla karşı karşıyadır.

‘’İşte çalışma programımızdan rastgele seçtiğim birkaç konu başlığı :

İnsan Öfkesi, İntihar Anatomisi, Var Olmak Olasılığı, Aşkta Suikast, Diktatörlerin Müzik Tutkusu, Güçsüzlerin Güç İhtirası, Kansız Cinayet Sezgisi, Normal Beynin İşkence Haritaları, Ahlakın Suç Egemenliği, Ait Olmak Sendromu, Suç Eyleminde Adalet Ölçütü, Sahip Olmanın Patolojisi, Vertigo, Sekizinci Boyuttan Salınımlar, Yönetmek Fobisi ve bu gibi…

Anlaşılacağı gibi, daha çok bir azınlık olarak aralarında yaşadığımız normal insanların davranış ritimlerini çözmeye yönelik çalışmalardı bunlar.’’ (sf:24)

Romanda da belirtildiği gibi bu konular “normal” olarak nitelendirilen insanların eleştirisidir. Buradaki etkinlikler ve tartışılan konular açısından bakıldığında Fantolt Seçkin Öğrenciler Merkezinin bir alternatif yaşam, bir paravan olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü bu merkez seçilmişler ile normalleri birbirinden ayırmaktadır. Üstelik bu merkezde “normal” olarak nitelendirilebilecek kişiler sadece Birleşmiş Milletler’in görevlileridir. Bu bağlamda ilk bölümü başlatan “Sıra dışı büyük insanlar, daima sıradan zekaların şiddetli muhalefetiyle karşılaşırlar.” cümlesi daha da anlam kazanır.

Romanın olay örgüsü içinde seçilmiş kişi olarak sunulan kişilerin genetik bir mirasla seçilmiş genetik yapılarının oluştuğu anlatılır.

Afife Piri bunu, “Aslında anlaşılmak kaygısı taşıyan o normal insanlara özgü gen, biz seçilmiş özel öğrencilerde bir mutasyon sonucu kaybolmuştur. Normal insanların taşıdığı başka özelliklerin de bizde eksik olduğunu ancak bunların neler olduğunu yeri geldikçe belirtmek istediğimi hemen buraya ekleyeyim.” cümleleriyle ortaya koyar. (sf:24)

Bu konu nedeniyle de çalışma yaptıkları “İntihar Anatomisi, Var Olmak Olasılığı, Güçsüzlerin Güç İhtirası’’ gibi belirledikleri konuların azınlık gibi aralarında yaşadıkları normal insanların davranış ritimlerini çözmek için olduğunu savunmuştur.

Eserin anlatıcısı; kadınlığı, gençliği, aşkı temsil eden Afife Piri’dir. Afife; anne tarafından Afife Jale’ye, baba tarafından Piri Reis’e uzanan bir geçmişe sahiptir. Afife’nin söz ettiği genetik miras tam olarak budur. Roman kahramanlarının adlarının tam da bu şekilde oluştuğunu söylemeye gerek yoktur sanırım. Roman karakterleri isimlerinin yanında, bu isimleri aldıkları kişilerin de özelliklerini genetik kodlamayla getirir.

Afife Piri gözlem gücü, merakı, analitik görebilme kabiliyeti ile Piri Reis’e; duygusallığı ile Afife Jale’ye bağlanmaktadır. Diğer roman kahramanları için de aynı şeyi söylemek mümkündür.

Ancak bu durum aynı zamanda eserin ana kurgusu olarak nitelendirdiğim çatışmayı da ortaya koymaktadır. Eserde belirgin bir kültürden söz etmek mümkün değildir. Romandaki karakterlerin kültürel kimlikleri sunulmaz. Ancak özel olarak düşünüldüğünde Piri Reis haritası ile, Afife Jale de Müslüman bir toplumda sahneye çıkabilen ilk Türk kadını kimliğiyle “Doğu-Batı” çatışmasını anlatabilir. Bu çatışma gelişmişlik ve gelişmemişlik algısını yok etmektedir.

Romanın olay örgüsünde “bir ses” her şeyin seyrini değiştirir.

Sesin ardından “seçilmiş”lerden birinin kaybolduğunu fark ederler. “Normal” ve “seçilmiş” farkı, eğitimlerden sonra belki de ilk kez bu kaybolmayla kendini hissettirir. Çünkü merkezdeki görevli normaller dışında bütünüyle seçilmişlerden oluşan bu alanda bürokrasi, örgütlenme, yönetme, yönetilme gibi kaygılar yoktur. Seçilmişlerin tek derdi tartıştıkları konulardır.

‘’Her şeye ve herkese bir ad takmak, etiket yapıştırmak ve ille de genellemede bulunmak gibi bir zorunluluğu olan normal insanlar, bizim çalışmalarımıza, ‘İnsan Kaynağı’ gibi bir başlık verebilirler. Kabul etmek gerekir ki, her ne kadar bizim gibi seçkin insanlarla çalışsalar da, Birleşmiş Milletler uzmanları da normaldiler.’’ (sf:24)

Merkezin içinde ilk başlarda gerçekleşenler  “ütopya” ancak daha sonra gerçekleşenler ise “distopya” olarak nitelendirilebilir.

İlk günlerin ütopya olduğunu söylememin bir nedeni de dışa kapalı bir yaşamın sürdürülüyor olmasıdır. Bir anlamda yalıtılmış bir yaşamla ‘seçilmişler’, ‘normal’lerden ayrı bir yaşam sürmektedir.

‘’Fantolt Seçkin Öğrenciler Merkezi kentin kırk bir kilometre dışında, nefis bir ormanın Kuzey yeşili çamları içinde, dağların eteklerine, anayoldan adamakıllı içeriye ustaca gizlenecek biçimde inşa edilmişti. Son derece dinlendirici, huzur verici, yalıtılmış, sessiz, sakin… Tam Kuzey işi.’’ (sf:11)

Tabii bu görüşümü destekleyen bir başka unsur da eserde zamanın ve mekanın belirsiz olarak sunulmasıdır. İdeal bir düzen olarak sunulan Fantolt Seçkin Öğrenciler Merkezinin bir akıl hastanesi olduğunun anlaşılmasıyla eserin seyri ‘distopya’ya dönüşür. Ancak ‘ütopya’ arayışı eser boyunca devam eder. Nitekim buradan kurtuluşun tek yolu ‘Balık İzlerinin Sesi Adası’na’ kaçıştır. Eserde ütopya olarak nitelendirilebilecek tek mekan Balık İzlerinin Sesi Adası’dır. Yani yeni bir ütopyaya kavuşma isteği ile çareler aranmaktadır.

Fantolt Seçkin Öğrenciler Merkezinin sorumlusu Günnar, bu akıl hastanesindeki seçilmiş bireylere ilaç vermektedir. Bir gün Romain Gary’nin deli olduğunu açıklar ve Afife Piri, sevdiği adam hakkında yapılan bu konuşma karşısında baygınlık geçirir.

‘’Biliyorsunuz Madamlar, Mösyö Romain Kacew, ciddi bir depresyon geçirmekte ve kendini ünlü yazar Romain Gary sanmaktadır. Geçtiğimiz haftalar boyunca sevimli bir şaka, şık bir espri olarak baktığımız bu durum, son günlerde ciddi bir sorun boyutuna ulaşmış bulunuyor, ne yazık ki… Hatta sevgili madamlar, sözünü ettiğim bu sorun, yaşatmak için kesinlikle hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacağımız özel programımızı tehdit eder görünmeye başlamıştır.’’ (sf:48)

Afife geçirdiği baygınlığın ardından odasına döndüğünde Romain Gary’den gelen Çince bir notla karşılaşır. Bu noktada Romain notuyla merkeze dair bütün gerçekleri ortaya döker. Notunda her yerde dinleme cihazlarının bulunduğunu, merkezin aslında bir klinik olduğunu ve Günnar’ın kendisi için koyduğu teşhisin herkes için geçerli olduğunu belirtmiştir. Olay örgüsü bu noktada farklı bir noktaya evrilir, zenginleşir. Nitekim kaçma planlarının yanına yeni bir ‘çatışma’ konusu eklenir. Afife hayran olduğu Romain ile genç ve çekici Anders Grieg arasında kalır.

Anders’le yaşadığı geceye rağmen zekasına hayran olduğu Romain’i tercih eder. Anders’in bıraktığı mektupta bu tercihin kabul gördüğü ve aynı zamanda olay akışında gerçekleşebilecek değişimleri de muştulamakta olduğu açıktır.

‘’Sevgili Afife,

Beni yalnızca doğadan taşıdığım güzelliklerden ötürü beğenmediğine inanıyorum. Bu inancı yarattığın için sana minnettarım.

Seni tanımanın sevincine, çabucak yitirmenin hüznü karışıyor. Sonra yeniden buluşacağımızı bilmek beni tekrar sevindiriyor derken, o zaman da birlikte olamayacağımızın bilinciyle tekrar hüzünleniyorum. Yine de tercihin nedeniyle seni kutluyorum Afife. Seçtiğin erkeğe ancak saygı ve hayranlık besliyorum. Bir başkası olsaydı… Veya ben de kadın olsaydım… Fakat bunların hiç önemi yok artık!

Sevgiyle ve böylece kal Afife…

Senin,

Anders Grieg.”

Romain Gary önderliğinde kaçmak için harekete geçerler. Romain Gary bunu ‘neşeli bir ölüm’ olarak nitelendirir.

‘’Adı: Ben çok eğlendim: Hoşça kalın. Teşekkürler!’’

‘’Oyunun adı bu mu?’’

‘’Evet,’’ dedi Romain.,

‘’Je me suis bien amuse.Et revoir et merci.’’

‘’Desenize çok güler yüzlü bir ayrılık olacak bizimkisi,’’ dedi merakla Roni.

‘’Neşeli bir ölüm de denebilir,’’ diye gülümsedi Romain. (sf:129)

Afife, Romain’e duyduğu aşktan onu takip eder.

“Hiç soru sormadan izledim onları. Alt katı merdivenlerden inerek tüketmek oldukça uzun sürdü. Sonunda zemin kata vardık. Çıkış kapısına doğru yöneldiğimde, Romain kolumdan tuttu ve beni koridor yönüne çevirdi. Şaşırdığımı sezince, kolumu bırakmadan yanımda yürüdü.

……..

Merdiveni el yordamıyla bulmaya çabalarken, ellerimi tutan Romain,

‘’Kurtulacağız Afife. Oraya, sana geleceğim. Sana..’’ diye fısıldadı.

O karanlıkta dudaklarımı buldu ve beni öptü. Nefesinde veda öpüşlerinin nergis kokusu vardı. Yüzümde ıslak bir ürperti belirdi, dondum kaldım. Gelmiyordu!”(sf:153)

Afife, Romain’den ayrılarak düşüşe geçer. Bu düşüş Afife’yi Balık İzlerinin Sesi Adası’na götürür.

Romanda esas olarak üç mekan kullanılır. Dış dünya, Fantolt Seçkin Öğrenciler Merkezi ve Balık İzlerinin Sesi Adası.

Yazımın başında da belirttiğim gibi bilimkurgu ve fantastik ögeler iç içedir. Nitekim merkezden kuvvetli bir sesin ardından düşerek kaybolan bütün bireyler Afife’nin düştüğü adada karşılarına çıkar. Hatta seçilmişlere katılan ve merkezden kaçış planında da payı olan Dr. Günnar ve merkezden kurtulmak için başlangıçtan beri her şeyi organize eden ancak Afife ve Carmen’i son anda terk eden Romain Gary de Balık İzlerinin Sesi Adasında’dır.

Seçilmişler bir araya gelmeyi başarmıştır!

Bu adada herkes karakterine göre bir eve yerleşmiştir. Afife bu durumdan çok etkilenir. Bu evlerde dikkat çeken ve Afife’yi de derinden etkileyen her evde orijinal sanat eserlerinin mevcut olmasıdır. İşte bu özelliği ile de ‘ideal bir düzeni’ bize sunarak ütopya olma özelliğini desteklemektedir.

Afife de Romain’in kendileri için seçtiği evi tarif eder. Aslında Afife ve Romain’in karakterindeki zıtlık bu evde de kendini gösterir.  Nitekim bu evin sadece üçüncü katı Afife’yi yansıtmakta, diğer iki katı yüksek tavanlı, avizeli ve klasik mobilyalarla döşelidir.

Romain Gary bu evde bir davet gerçekleştirir. Afife tanımlayamadığı bir huzursuzluğun esiri halindedir. Afife kaygılarında haklı çıkacak ve bu davette Romain ‘normal’lerin arasına katılmaya karar verdiğini açıklayacaktır. Bu seçimin nedenini de Afife’yi çok sevmesi olarak nitelendirecektir.

‘’2 Aralık sabahı, Paris’te intihar ettiğim öğrenilecek.’’

‘’Hayır!’’ diye bağırdım.

Saçlarımı okşadı,

‘’Şimdi beni dikkatle dinle Afife,’’ dedi.

‘’Söylediklerimi bir tek sen bileceksin, yalnızca sen!’’

Her yanım uyuşmuştu. Olup biteni izliyordum yalnızca.

‘’İntihar edecek olan ben değilim. Ölecek olan Emile Ajar. Fakat bütün dünya benim intihar ettiğimi sanacak.’’

‘’Sen nerede olacaksın?’’ diye sordum ümitle,

‘’Dünyanın bir başka köşesinde…’’

‘’Normallerin arasında mı?’’ diye kaygılandım.

‘’Böyle bir aşkı korumanın bedeli de bu kadar büyük olacaktır!’’ dedi.(sf:205)

Sonra…

Altın Kaya Koyuna giderler. Afife ile vedalaşmak zordur…

Sonrası…

Ütopyalar güzeldir sevgili okur… Ama unutma, kimilerinin ütopyası, senin distopyan olabilir.

 

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin
Captcha verification failed!
Captcha kullanıcı puanı başarısız oldu. lütfen bizimle iletişime geçin!