Ne yapsın?
Perşembeleri.
Tozlu muşambaya.
Yüzükoyun.
İkindi vakti.
Her Perşembe.
Ama…
Ama her şeyin bir sonu var.
Gitti.
Belki de kediydi sadece.
Ne yapsın?
İyi bir yazar, iyi bir okur olmalıdır’ı bellemişliğimin ve iyi yazarların peşi sıra kitap kitap dolaşışımın, belki de hem en muhteşem hem de en dehşet verici yanı, yazabilmeyi hep hayal ettiğim bir öyküyle karşılaşma olasılığı oldu.
Olasılığın gerçeğe dönüşmesinin enikonu haz nesnesine dönüştüğü anlardır, okuduğum öykünün, “işte o benim“ diye daha ilk satırda bağırmaya başlaması. Hür Yumer’in, “Tıpkı Hayal Ettiğim Gibi “adlı öyküsünün sesi bu güne değin karşılaştıklarımdan biraz daha yüksek çıkıyor sanki.

Tıpkı Hayal Ettiğim Gibi; yalnızlığı kabullenmenin, geride kalmış hazları canlı tutmayı yalpalayarak da olsa becermeye çalışmanın, bulmanın ve yitirmenin ve bunların tümünü çok da bağıra çağıra anlatmayı gerekli görmemenin öyküsü olarak açıyor kendini okura.
Altmışlarını sürüyen, yalnız bir kadının evini “tıpkı hayal ettiği gibi“ bulan; kim olduğu, nereden geldiği, o evin kapısını çalma cesaretini nereden bulduğu belirsiz, giyimi–kuşamı, hali–tavrı azca tuhaf, gelirken yanında getirdiği nesnelere düşkünlüğünü kadına da sirayet ettirebilecek kadar sessiz bir ısrarın gücüne yaslanmış bir adamın bir hayata kedi adımlarıyla, kendini adeta zorla kabul ettirerek, girişinin ve aynı sessiz kararlılıkla çıkışının öyküsünü okuyoruz.
Kadının, muhtemel bir komşuya, yaşadığı tuhaflığı -galiba en çok kendini inandırmak amacıyla- anlatmasıyla açılan öykünün, “Ne yapsın? Yine geldi muşambanın üstüne yüzükoyun yattı“ cümlesiyle başlaması; kuşkucu komşunun ısrarlı soruları aracılığıyla anlatılanların inandırıcılığını okurun gözünde de azaltmaya çalışmasının yazarın hinliği olduğundan hiç kuşku duymadım. Tıpkı öykünün sonuna doğru bir görünüp bir kaybolan kedinin, her Perşembe gelip o muşambanın üzerine uzanmak için para ödeyen adamın hınzır bir kopyası olduğundan kuşku duymadığım gibi.
Size gerçekçilikten olabildiğince uzak bir hikâye anlatıyorum, yine de inanın bana diyen bir kalemin, inandırıcılığından değilse de anlattığı hikâyenin çarpıcılığından emin olmasının yüzüne yaydığı gülümseyişi gözümde canlandırabiliyorum.
Öyle ya, kurgu hayattan daha güvenilir ya da çekici. Başka okurlara başka şeyler söyleyebilmesi muhtemel olan öykünün bende altını çizdiği nokta, kurgunun hayattan güvenilir olsun olmasın, hayatla kurduğu bağın kör düğümünüz olabileceğidir.
Öyle ya, insanlar gelir, insanlar gider. Olağan ve olağanüstünün sınırlarındaki küçük adımlarınıza bir süre eşlik ederler.
Sonra? Sonra bir bakmışsınız, “Rıhtımda gözleri kısık duran bir kediden başka kimse kalmamıştır.”
Öyküde kullanılan dilin zorlamasızlığı, diyalogların doğallığı, kurgunun ve kurgunun gerisinde kalmasına özen gösterildiği çok belli karakterlerin yine de akılda yer tutan güçlülüğü ile önemsenmesi gereken bir öykü, Tıpkı Hayal Ettiğim Gibi.
Henüz okumamış olanlara, okumuş ve bu yazının ardından yeniden okuma isteği duyacaklara veya ilk kez okuyacaklara kötülük etmemek adına öyküye dair söyleyeceklerimi ve kendimi sınırlarken;
Bütün balıklar gibi, gözleri açık uyuyan bir kırlangıç, anahtarın ağır ağır suyun dibine inişine bakar.
cümlesinin akıllarda nasıl yer edeceğini merak etmekten kendimi alamıyorum.
Belki de kediydi sadece, diyorum kendime.
Kediyse de, değilse de “Tıpkı Hayal Ettiğim Gibi “ bir öyküyü taşıyacağım zihnimde. Kim bilir ne zamana dek?