“Son zamanlarda hikâyeleştirdiğim şeylerdeki fantastik öğeler
geçmişe oranla gerçeğe daha yakın duruyor artık”
Julio Cortázar
Çoğunuza göre; başta öykü olmak üzere şiir ve romanları da bulunan, deneme metinleri yazan, düşüncelerini ifade ederken imge kullanımında ve iç içe geçişlerde usta, hayatı ve devrimci kişiliği ile bilinen….
Yazarın kendisine göre; çocukluğu ile birlikte tüm yaşamını tanımladığı ‘benim’ dediği müziğin, tangonun hayatında başrolü oynadığı ve rahatlıkla bir Carlos Gardel tangosundaki tek kelimenin peşinden gidebilen…
Bana göre ise; düşlere, kelimelere, daktilo ve kedilere aşık; hayatının ikinci yarısını yaşamak ve orada ölmek için seçtiği Paris’i ‘yazı ile resmeden’ en iyi yazarlardan biri olarak akıllarda yer eden; Cafe’lerin yuvarlak minik sokak masalarından, pencerelerinden ve belki kedilerinden sonra, sevdiği güvercinlerle ve Paris yağmurlarıyla anılan muhteşem bir adamın, Julio Cortázar’ın doğum günü bugün.
***
Sadece 72 sayfalık kısacık bir kitaptı elimdeki. Yazınını çokça sevdiğim bir yazarın, kendi metnini yine kendi çekmiş olduğu fotoğrafları ile nasıl bütünleştirmiş acaba, diyerek ilgimi uyandıran ve bulunduğum kitabevinin kasasında diğer bir kitabın ödemesini yaparken fark edip satın aldığım; yazarın metnin daha başlarında belirttiği gibi “zamanın ağındaki delik”i, “üzerinde ya da ardında değil arasında olma hali”ni çokça hissedebileceğimi sonradan kavradığım hazine niteliğinde bir 72 sayfadan bahsediyorum; “Gözlemevi”!
Pencereli kitapları severim. Beni düşündüren, ufkumu açan, hiç böyle düşünememiştim dedirten, şaşırtan, bilmiyordum deyip öğrenmek yolunda yeni kaynak-yeni yazar ve kitaplara sürükleyen metinler olur çünkü bunlar…
Julio Cortázar’ın 72 sayfaya sığdırdığı benzersiz gözlemi; 18. yy’da Hindistan’da inşa edilen, yıldızlara ve onların hareketlerini anlamlandırmaya çalışan bir gözlemevinden başlayarak -yani bir anlamda eski bir tarihten günümüze ulaşmak hedefi ile- dünya, toplum, bilim ekseninde düşündüren ve bir o kadar sorgulatan bir metnin cümlelerini bırakıyor önümüze. Metinde iç içe geçirdiği imgeler olarak; gökkubbe ve yıldızların döngüsünü denizin en derinine inen yılanbalıklarının yaşam döngüsü ile birlikte ve birleştirerek sunuyor bize.
Metnin gücünden, düşün gerçekliğinden tam bir Julio Cortázar metni olduğunu kavrarken, diğer eserlerinden çok farklı olduğunu da rahatlıkla söyleyebilirim.
Bu 72 sayfalık anlatı gayet belirgin bir şekilde iki bölüme ayrılıyor aslında: Başta, Hindistan’dan başlayıp Avrupa haliçlerine varışlarını, sonrasında geri dönüşlerini anlatıyor yılanbalıklarının. İmgeleri ustalıkla iç içe geçirerek yıldızlardan yılanbalıklarına görünmez bir mercek yansıma sağlayarak aktarıyor.
Nietzsche, Marx, Hölderlin’e göndermelerde bulunarak, hem bir anlamda kendi yönünü tayin ediyor, hem de bilimi sorguluyor ve bunu yaparken onu reddetmiyor, bilimin ve bilim insanının kendi kendine bir ayna tutmasını sağlama isteği ile kendince zaruri olduğunu düşündüğü “bilimin pansumanı” için yılanbalıklarının, yıldızların ve elbette kelimelerin peşine düşüyor.
Ve bunu baştan sona şiirsel; tarihten beslendiği için masalsı; yıldızlara mercekten yakın durduğu için, zaman uzamından uzak; aynı sebeple sanatsal ve mitolojik; toplum-bilim döngüsünü sorguladığı için akılcı; yılanbalıklarının balıkçı ağlarını aşmak için gösterdikleri dirence atıfla devrimci; ve tümüyle gizemli, alegorik ve güçlü bir anlatımla bana göre –en azından bende- etkisini uzun süre kaybetmeyecek bir okuma hazzı sunuyor.
Tanrının buyurduğu şekilde gerçekleşmemiş bir şeye yaklaşırken (…) duyulara yaslanmayan bir şeye, birbirini takip eden şeyler arasındaki bir yarığa dokunmak ve dengeni kaybetmişken bir şeye tutunmak, yılanbalıklarına mesela…
Yılanbalıklarının daha önce hiç bilmediğim kendi hayat dönüşümünü okurken, yaşam döngüsüne ve buna bağlı olan göçüne şahit olurken “yılanbalığı kelimeler” dediğini okuyorum Cortázar’ın. Bir bakıma ‘göç eden kelimeler’ diyor yazar. Ve ben okumayı bırakıp düşünüyorum: Yakalamak mümkün mü kelimeleri; göçünü engellemek, mıhlamak onları bir yere, hapsetmek; anlamını kavradığımız yahut hazır anlamı ile ezberlediğimiz için kavradığımızı sandığımız anda ‘budur’ deyip bir daha sorgulamayı bıraktığımız kelimeleri yakalam mümkün mü! Oysa tıpkı -zayıf düşmüş bedenlilerin o bilinçsizlik anlarından faydalanan balıkçıların ağlarına düşenleri hariç- ana kaynağına, doğduğu yere, yeni anlamını doğurmak için dönen yılanbalıkları gibi göç ettikçe ve yaşadıkça anlamlı oluyordur belki kelimeler.
Derken şöyle diyor Cortázar: “Burada yılanbalıkları ya da yıldızlardan bahsetsek de aslında insana kafa yoruyoruz; müzikten, aşk kavgalarından, mevsimlerden ritimlerinden gelen bir şeye, benzerliğin süngerde, ciğerde, kalbin kasılmasında sezdiği bir şeye, sözcüklere geçmemiş kelimelerle başka bir anlayışa doğru yönelmeyi kekeleyen bir şeye.”
Baştan sona alegori içeren bir metin elimdeki. Bir çırpıda okunmuyor. Her cümle ayrı ayrı düşündürüyor. Belki de sadece anlatmak için bu güzel kitabı bir 72 sayfa da bana gerekiyor.
Kitabın toplumsal, tarihsel, bilimsel, felsefik boyutunu elbette benden çok daha iyi anlatacak ehil insanlar vardır. Ben o kısmı onlara bırakmak, sevdiğim yazarı doğum gününde henüz de yeni okuduğum bir kitabı ile anmayı seçtim sadece.
Okumadıysanız okumanızı tavsiye etmekle birlikte, bitirdiğinizde kitabı ne olur bilemem, bana olanı söyleyebilirim fakat;
Yıldızların ve yılanbalıklarının doğal ve sadece kendilerine özgü yaşam döngüsünü ve hayat yolculuğunu daha derin inceleme isteği…
Yukarıda bahsettiğim gibi bu kitapla önüme açılan yeni pencere Aktaion ve Diana’ya uzanma, araştırma isteği…
Fakat öncesinde balkona çıkıp yüzünü göstersin göstermesin Ay’a, yıldızlara, orada olduklarını bildiğim gezegenlere hatta kuyu kadar derin kara deliklere bakma-görme-bilme isteği…
Hissetmenin ve aklımda yaratabildiğim her imgenin aslında daha önce görmüş olduğum gerçeklik olduğuna inanarak… Ve bunu bana sadece bu kitapla değil okuduğum her şiiri ve öyküsü ile kanıtlayan Julio Cortázar iyi ki doğmuş diye düşünerek!
Çünkü;
“Anlamak bizi değiştirir.
O andan itibaren, bir dakika öncesinde olduğumuz kişi değilizdir artık;
sonsuza dek değişmişizdir.”