Kavrulan Toprak Yanan Yürek – Bir “Hançer”linin İncelemesi!

Kavrulan Toprak Yanan Yürek Bir Hançerlinin İncelemesi
Vincent van Gogh, Rest from Work, 1890-1891

“Coğrafya Kaderdir.”
İbn-i Haldun

Eylül’e kadar sıcaktan kavrulup çatlayan toprak. Gözleri alan bir beyazlığın üzerinde dolanan güneşin buharımsı ışığı. Toprağın çatlağından sızıp işçilerin alın çizgilerine yer eden topraklar tam da orada alın teriyle karışıp çamur olurlar.

Bir helikoptere binip bazı coğrafyaların üzerinden kuşbakışı geçerken o bölgeye ait insanların yaşam biçimini, havada dolanan duyguyu, hareket biçimlerini ve birbirleriyle ilişkilerini gözlemek istersiniz. Şimdi binip o kanatlıya Çukurova’nın pamuk tarlalarına gidiyoruz. Beyaz küçük bulutların yere indiği bölgeye. Sarı sıcakların ve kırmızı ihanetlerin olduğu topraklara iniyoruz.

İnsansız adalet olmaz.
Adaletsiz insan olur mu?
Olur, olmaz olur mu?
Ama, olmaz olsun!

Özdemir Asaf

Yaşar Kemal’in öykülerini topladığı “Sarı Sıcak”taki “Hançer” öyküsünde Hüseyin çıkıyor karşımıza bütün öfkesi, hakkının yenmişliği ve ihanet görmüşlüğüyle. Elci tarafından, ağanın pamuklarını çaldığına dair iftiraya uğramıştır Hüseyin. Hüseyin’in duygu durumunu Yaşar Kemal, coğrafi özelliklerle özdeşim kurarak veriyor okuyucuya. Toprakların sıcaktan çatlaması, yarığa giren ayağın acısı, ekinlerin çatırdaması ve öykü sonuna doğru Hüseyin’in davranışlarıyla paralel olarak gün batarken gölgesinin uzaması metafor olarak duygu durumunu çarpıcı bir şekilde sunuyor okura. Katıksız kötülüğü, adaletsizliği iliklerinize kadar duyumsuyorsunuz.

Bütün devlet otoritelerinin, acımasız hiyerarşik düzenin vicdan tanımazlığını, ağa-elci-ırgat ilişkisinin aslında faşist düşünce yapısının mikro-ölçekte organizasyonu olduğunun kısa ve net bir biçimde gözlemi niteliğinde “Hançer”. Öyküdeki “elci” ağayla ırgat arasındaki bir geçiş, ara safha. Ağayla işçi arasındaki iletişimi sağlayan, işleri organize eden ve bütün işlerden avantasını alan bir kademe. Aslında elci de Hüseyin gibi işçi sınıfına dahil ve oradan elçiliğe yükselmiş. Hüseyin’e attığı iftira ve karısıyla olan ilişkisi bir nevi kendisinin geçmişinden intikam alması gibi bir şey. Hüseyin kurban olarak seçilmiş.

Çukurova’nın tarlalarında yok pahasına çalışan işçiler, aileleri, kadınları ve koloni halinde yaşayarak yaşama karşı duruşlarını izliyorsunuz. Aşırı sıcakla birlikte Hüseyin’in hançeri kavrayan elinin öfkesi, acısı içinize işler. Bir hançerin güneşte parlaması ve hırsla gecenin karanlığına gömülmesiyle gölgelere karışır Hüseyin. Burada “gölge”den ne kast edildiğini okura bırakır kanımca Yaşar Kemal.

Öyküyü okurken Hüseyin’in yorgunluğu, hüznü, tarlaların sıcakla olan ilişkisi, duygunun rengi Van Gogh’u ve işçileri konu alan resimleri getirdi aklıma. Evrensel bir sorun olan işçi hakları ve günlük yaşamlarını, Anadolu’nun Güney’inden Avrupa’nın tam ortasına bir dahinin resimlerine götürüyor öykünün kişi ve ortam tasvirleri. Van Gogh hüznün ve sıcağın rengi sarıyı tam da Yaşar Kemal’in Hançer’i ve diğer öykülerinde olduğu gibi coğrafyanın rengi ve kaderi üzerinden aktarır bize. Coğrafyanın suyla, havayla olan ilişkisi insanın tarımla hasatla ilişkisini belirler. Tarım varsa işçi vardır, işçi varsa ekmek parasını kazanmanın ağırlığı, işçi-işverenin tüm zamanlara yayılan gerginliği vardır. Bu hüzün ve gerginlik Van Gogh’un işçilerinde beden kıvrımları ve sarının tonunda, Yaşar Kemal’de ise bölgenin buharıyla beraber Hüseyin’in kuru ekin sapını tükürüşünde ve hançeri toprağa saplayışındadır.

Zaman geçer, yüzyıl değişir işçi yorulur. Hak arayışı değişmez, umutla devam edebilme gücünü arayışı değişmez. Samanların üzerinde bir gölgede dinlenişi de değişmez. Yazılı kuralı olmayan, olsa da yaşamın içinde uygulaması olmayan adaleti Hüseyin bir hançerin gölgesinde arar. Hançer ihanetin ve intikamın simgesi olarak öyküde yerini alır.

Elciye saplayıp saplamamak arasında gidip gelen ruhu yorgunluğuna yorgunluk katar. İnsanı yiyip bitiren arada kalmışlığı duyumsarsınız.

Hüseyin karakterinde de diğer Yaşar Kemal karakterlerinde olduğu gibi çıplak gerçeklik görülür. İklimin ağırlığı, terini tutsun diye bağladığı mendili ağzıyla sıkışı, çatlak toprakta zedelediği ayağının acısı gibi çoğu çözümleme, coğrafyanın karakter üzerindeki baskısını betimler. Dünya üzerinde iki dahi yetkinlikleriyle biri edebiyatta diğeri resimde fırçasıyla işçi sınıfının ruh halini, vahşi kapitalizmin ruh ve bedene etkilerini etkileyici biçimde gözler önüne serer.

İki farklı yüzyılda yaşamış farklı disiplinlerdeki yaratılara bakınca değişen çok şey olmadığını görüyoruz. Hüzün aynı, zorbalık ve adaletsiz insan yine aynı. Ütopyamız var iyiliğin, güzelliğin bir gün kazanacağına dair. Sahip çıkmak için düşlerimize, önce dünyanın kötülüğüyle yüzleşelim. Yüzleşmek için sanata çevirelim mi yüzümüzü?!

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin