“Bize hiçbir şey yapmadılar, bizi tümüyle hiçliğin içine yerleştirdiler, çünkü bilindiği gibi yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapmaz.”
(Dr. B./Syf.41/Satranç)
Stefan Zweig 1881 yılında Viyana’da dünyaya gelmiş, çocuk yaştan itibaren farklı dillere ilgi duymuş; edebiyat ve sanat dersleri almıştır. Yazı yazmadaki yeteneklerine fikirleri ve hayata karşı duyduğu sorumluluklar da eklenince bir anda kendini Nazi döneminin muhalifleri arasında bulmuştur. Avrupa’da baş gösteren Nasyonal Sosyalist tehlikeye farkındalık oluşturmak adına yazılar yazmış, toplantılar düzenlemiş fakat Birinci Dünya Savaşı’na Savaş Bakanlığı’nın arşiv memuru olarak katıldığı için eleştirilerden kurtulamamıştır.
Bir zaman sonra savaş karşıtı bildirgelerine taraf bulan Zweig, Nazi yönetiminin hedefi haline gelmiş, bir süredir kendini takipte olan Gestapo’dan kaçarak önce İngiltere’ye, ardından Brezilya’ya sığınmıştır.
Sürgünde de var olamama tehlikesi hisseden Zweig’in, Romain Rolland’a gönderdiği mektupta şöyle yazar:
“Benim gibi insanları yok edecekler, yaşamak için birazcık hava bile bırakmayacaklar. Peki nereye kaçmalı? Dünya bize kapılarını kapatacak, bense yabancı ve düşman olarak hor görüleceğim bir devletin tutsaklığında yaşamayı istemiyorum.”
Satranç
Kralların oyunu olarak bilinen satranç, hamlelere dayanan sembolik bir güç oyunudur. İki oyuncu ekseninde karşılıklı hamle yaparak oynanır ve birkaç hamle sonrasını düşünüp strateji belirlemeye odaklı bir zihin savaşına dönüşür. Stefan Zweig, oyun ile aynı adı taşıyan kitabı yazarken de kuşkusuz belirttiğim bu güç dengelerinin kendi hayatına yansımalarını aktarmıştır.
Satranç, isimsiz bir anlatıcının bir gemi yolculuğu esnasında rastladığı, o zamanki satranç dünya şampiyonu Mirko Czentovic’in hayat hikâyesini anlatması ile başlar. Mirko, yoksul bir Slav gemicisi olan babasını kaybettikten sonra köyün papazı tarafından koruma altına alınarak eğitim görmeye başlar. Fakat Mirko yaşıtlarına göre zeki sayılamayacak kadar vasat bir çocuktur. Kendine özel anlatılan en basit ders konularını bile anlamakta güçlük çeken Mirko, papaz ile jandarma çavuşunun oynadığı gizemli oyunu dikkatle takip eder ve oynama şansını elde edince jandarma çavuşunu yener. Bunun bir rastlantı olamayacağı konusunda hemfikir olan papaz ve çavuş, soluğu dönemin en iyi satranç oyuncularının yanında alır. Mirko’nun orada da birçok satranç oyuncusunu yenmesi üzerine, papaz ve civarındakiler konuşmakta bile güçlük çeken bu köylü çocuğun satranç eğitimi alarak daha yüksek seviyelerde olabileceğini düşünürler. Satranç eğitimi için gerekli ekonomik desteği Kont Simczic sağlar ve Mirko kısa sürede satranç sanatının inceliklerini öğrenir. Bu yolun sonu dünya satranç şampiyonluğuna kadar uzanır.
Şah
Anlatıcı, Mirko ile tanışmak için eşiyle birlikte satranç masası kurup ilgilileri başına toplar. İlgilenenler arasında satranç oyununa tutku ile bağlı bir mühendis de vardır. Anlatıcı, mühendisin satranca olan zafiyetini kullanmak için ona dünya satranç şampiyonu ile aynı gemide olduklarını söyler. Hikâyemiz aslında burada başlar. Mühendis McConnor, dünya şampiyonu ile satranç oynayabilmek için bir miktar para öder ve satranç oynamayı seven birkaç kişi ile Mirko’ya rakip olurlar. Mirko kibirli bir tutum içerisinde, kendinden emin, oyuna başlar ve kısa süre sonra oyunu kazanır. McConnor rövanş ister ve oyun yeniden başlar. Mirko, oyunu yine kazanacakken hikâyemizin ana karakteri oyuna dahil olur.
Dr. B., Mirko karşısında oyunu kaybetmek üzere olan McConnor’a birkaç hamle bilgisi verir ve oyun berabere biter. Dünya şampiyonu karşısında hiç şansları yokken bu beraberliği almalarını sağlayan Dr. B. artık McConnor ve anlatıcı için zekasına hayranlık duyulan biri haline gelir.
Rok
“İnsan bekler, bekler, bekler,
şakakları zonklayana dek
düşünür, düşünür, düşünür.
Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır.
Yalnız. Yalnız.” (Dr.B./Syf.42/Satranç)
Bir gün sonra Mirko ve Dr. B. satranç masasında buluşacaktır ama Dr. B. anlatıcıya başından geçenleri anlatmak zorunda hisseder. İkinci Dünya Savaşı sırasında bildiği bazı gizli bilgiler nedeni ile Gestapo tarafından hücre hapsinde tutulan Dr. B.’nin -yaklaşık bir yıl süren bu durumun kendisinde yarattığı ruhsal sorunlarıyla boğuşurken-, hapishanede sorgulanmayı beklediği sırada çaldığı bir kitap hayatını değiştirir. Bu kitap satranç ustalarının hamlelerini ve satranç oyununun detaylarını anlatan bir kitaptır. Dr. B. hücrede yapacak hiçbir şeyin olmamasından dolayı bu kitaba sıkı sıkıya sarılır ve kendini sinir krizi ile noktalanacak bir satranç oynama hastalığında bulur. Kriz sonrası hapishane hayatından kurtulan Dr. B.’ye doktorlarının satranç oynamaktan uzak durması yönündeki uyarıları bu gemi yolculuğu ile askıya alınır. Hayatında daha önce bir profesyonele karşı satranç oynamamış olan Dr. B., dünya şampiyonu ile satranç oynamayı kabul eder.
Dr. B. ilk oyunu kazanır ve zafer sarhoşu bir tavırla ikinci oyunu oynamaya koyulur. Mirko, Dr. B.’nin beklerken strese girdiğini fark eder ve stratejisini bu yönde uygular. Bir zaman sonra beklemeye dayanamayan Dr. B. oyuna kendisini kaptırır ve ruhsal sorunu tekrar gün yüzüne çıkar. Anlatıcı, Dr. B.’ye doktorlarının uyarılarını hatırlatır, Dr. B. kendini toparlayıp oyunu bırakır ve hikâye burada biter.
Mat
“…
Bir nefretin çift taraflı ağırlığıyla yere serilmiş durumdayım… Savaşa neden olan Almanya’ya duyduğum nefret ve savaşın galibi olan Avusturya’daki Yahudilere duyduğum nefret.
…”
(Romain Rolland’a Mektup, Aralık 1918; alıntı için bkz. “Stefan Zweig. Leben und Werk”, Stefan Zweig)
Gerilim düzeyi gittikçe artan Satranç’ta, simgeselliği besleyen tasvirler ve ruhsal gelgitlerin dışavurumunun aktarılmasına kadar birçok kafa karıştırıcı detaya yer verilmesi, kısa ve etkileyici bir anlatım diliyle ahenk içinde olan olay örgüsü, kesinlikle usta işi bir hikâyenin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bilindiği üzere Naziler, Avrupa kültürüne büyük zarar vermiştir. Karşıt görüşlü olmak bir yana, insanlar inanç ve ırklarına göre katledilmiş, göç ettirilmiş ve insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek birçok kirli işe zorlanmıştır.
Satranç, sembolik bir temsil kitabıdır. ZWEİG’in son kitabı olmasının yanında Avrupa kültürünün yok oluşuna sessizce şahitlik edenler ile bu kültürü yok edenlerin buluştuğu kitapta, kimilerine göre satranç oyunu siyasal çekişmeyi temsil eder. Satranç tahtası Avrupa’yı, Mirko içinde bulunulan sistemi, Dr. B. ise özgür yaşamasına müsaade edilmeyen halkları temsil eder.
Zweig’in ruhunu kanatan katliamlar, toplama kampları, sürgünler ve benzer olaylar silsilesi, ruhsal bir çöküntü ve karamsarlıkla birleşip önce savaş karşıtı tavır almasına, sonra göç etmesine, nihayetinde 1942 yılında Brezilya’da eşi Lotte ile birlikte intihar etmesine sebep olmuştur. “Üretmeyen insan tükenmeye mahkumdur” genellemesi ne kadar geçerlidir, bilmiyorum ama Zweig, artık dünya için verebileceği hiçbir şeyin kalmadığını kabullendiği zaman yaşamaktan vazgeçmiş ve veda mektubu niteliğindeki bu kitabı kaleme almıştır. Benliğini insancıl yaşam için bir şeyler yapmaya adayan Zweig’in bu çabası bir gün belki kendini evrensel barış olarak gösterir, kim bilir!
Satranç, Stefan Zweig, Can Yayınları