Yaşar Kemal, Mustafa’yı yazmaya başlarken gömleğinin üstten birkaç düğmesini açıyor, göğsünü okşuyor biraz. Isındıkça teninin kokusu eline siniyor. Teninin kokusunu kaleme sürüyor. Mustafa, Yaşar Kemal’in göğsünden dökülüyor. “Çok sıcak vardı. Mustafa çocuk tere batmıştı.” okuyanın içi sıcaklamaya başlıyor. Sanki Yaşar Kemal göğsümüzü okşuyor, göğsümüz ısınıyor, tere batıyoruz. Alıyor bizi Yaşar Kemal, Mustafa çocuğun ellerine veriyor. Mustafa, önce bir ötelere dalıyor, bundan sonralara, sonra örse koyuyor bizi, gelişigüzel bir çivi çakıyor. Buradan sonra Yaşar Kemal bırakıyor kalemi, kalkıyor masasından. Sol eliyle kapıya tutunup, sağ eliyle ayakkabısını ayağına geçiriyor. Kapıdan sesleniyor bize: “Siz biraz bekleyin. Birazdan gelirim ben.” Gidiyor.
Birkaç sokak geçtikten sonra yoldan geçen bir adamı durduruyor. Bir şeyler konuşuyor onunla. Alıyor adamı, cebine koyuyor. Geldiği yoldan eve dönüyor. Bizi ve Mustafa’yı selamlayıp cebindeki adamı çıkarıyor. Mustafa’nın karşısına koyuyor adamı. Adam Mustafa’ya sesleniyor:
“Ne o Mustafa, sabahtan beri evirip çeviriyorsun. Ne o?
Mustafa: Usta, her bir yerleri dökülmüş. Bir araya gelmiyor ki…
Usta: Uğraş hele.
Mustafa akşama kadar canını dişine takıp dikti söktü, dikti söktü. Olmadı. Ter burnundan oluk gibi akıyordu.”
Yaşar Kemal, göğsünden bir ağırlığı dışarı atar gibi öksürüyor o sırada. Göğsündeki ağırlık kâğıda düşüyor. O ağırlık Hasan Bey oluyor. Hasan Bey, Usta’yla gülüşüyor. Hasan Bey, Mustafa’yı kestiriyor gözüne: üç günlüğüne, günlüğü bir buçuk liradan. Eder sana dört buçuk lira. Oh be! Kurtulduk biz de örsten, çividen, Mustafa’nın elinden. Dört buçuk lira da az para değil hani. “Bir yazlık ayakkabı iki lira. Bir beyaz pantolon üç lira.” Bu da Mustafa’nın hayali işte. “Hepsi eder beş lira.” Dört buçuk liranın üstüne biraz daha çalışıp hayaline kavuşabilir Mustafa.
Yaşar Kemal düşünüp taşınıyor. İçi el vermiyor herhalde. Hasan Bey’i göğsünden tanır. Hasan Bey’in yükü ağırdır. Sağ eliyle alnını ovuyor Yaşar Kemal. Eli orada kalıyor biraz. Göğsü ağırlaşıyor. Derin bir nefes çekip aldığı nefesi kâğıda üflüyor sonra. Mustafa’nın annesi düşüyor kâğıda Yaşar Kemal’in etrafa yayılan nefesinden. Mustafa annesini görüyor. Annesi Mustafa’ya dönüyor:
“Sen hiç tuğla yaktın mı? Tuğla yakmak nedir bilir misin? Üç gün üç gece uyumayacaksın. Dayanabilir misin yavrum? Uyursun diyorum sana. Dayanamazsın.”
Yaşar Kemal’in dudağında bir gülümseme beliriyor. Sonra hemen bir gıcık tutuyor, öksürüyor.
“Bak güzel anam, Hani Tevfik Beyin oğlu Sami… Hani, o beyaz pantolon giyer. Hani sütbeyaz. Sütbeyaz lastikleri… Bir güzel… Sütbeyaz… Bir güzel… Kar gibi. İpek mintanım yok mu? Yakışmaz mı? De bakayım, de bakayım yakışmaz mı? Hiç de kirletmem. Üç gün ne güzel çalışırım. Alırım parasını… Ya, alırım işte. Götürürüm terzi Vayis Ustaya. İki lirasına da Hacı Memedden beya lastik alırım. İpek mintanım da sandıkta. De, yakışmaz mı?”
Annesi dayanamıyor, Mustafa’yı kucaklıyor.
“Can, Can! Sana ne yakışmaz ki… Ben karışmam, Ne yaparsan yap!” diyor. Yaşar Kemal’in gıcığı sürüyor, kıpkırmızı kesiliyor. Yatağına geçiyor, biraz dinlenmeye ihtiyacı var. Mustafa, Yaşar Kemal’in öksürüğünü fırsat bilip annesini ikna ediyor, erken erken, öyküdeki zamanda daha sabah olmadan, Hasan Bey’in tuğla ocağına gidiyor.
Yaşar Kemal masanın başına geri döndüğünde Mustafa’yı tuğla fırınının ustası Cumali’yle buluşmuş, bizi de fırının karşısındaki çalı yığınının dibinde, gölgede oturmuş buluyor. Oysa bizim günahımız yok, biz sadece izleyiciyiz, sadece izleyebiliyoruz ve bizi buraya Mustafa oturttu. “Tuğla ocağının içine eğilip baktı çocuk. Ocak karanlıktı.” Yaşar Kemal ürküyor ocağın karanlığından, hemen kocaman bir telaşla kalemi alıyor eline. Cumali’ye ağza alınmayacak şeyler söyletiyor. Cumali, Mustafa’yı vazgeçirmek için küfürler yağdırıyor. İşin zorluğundan bahsediyor. Mustafa’nın “İçinden her şeyi bırakıp kaçmak geçti.” Ardından “Mustafa durdu durdu, sonra kasabaya doğru birkaç adım attı. Ayakları geri geri gidiyordu sanki. Yürümekten vazgeçti. Gözünün önünden beyaz pantolonlar –ne olursa olsun, beyaz olsun da-, beyaz bulutlar, beyaz çamaşırlar, pamuk yığınları, bir sürü beyazlıklar uçuşuyordu.”
Yaşar Kemal’in “Bir ağlama, önüne geçilmez bir ağlama isteği genzini yaktı. Kendisini tutmasa hemencecik boşanacaktı.” Mustafa, şuncacık boyuyla koca Yaşar Kemal’i ikna ediyor. Sonra da Cumali’ye dönüyor: “Cumali Amca, ben kocaman bir adamdan da çok çalışırım. Hiç uyumam. Ne yani, ne diye ekmeğime sebep oluyorsun? Yani çocuk diye. Ne yani! Ben herkeslerden çok çalışırım. Parasını aldım zaten. Şimdi gidersem geri gönderir beni Hasan Bey!” Cumali de ikna oluyor, “Gel öyleyse” diyor.
Biz izliyoruz. Mustafa çalışıyor. Nefesi kesilecek gibi olana kadar çalışıyor. Yüzü fırının sıcağından yanacak gibi olana kadar çalışıyor. Teni kuruyup çatlayacak gibi olana kadar çalışıyor. “Sıcaktan bütün dünya, canlısıyla cansızıyla terliyordu. Mustafa da işte bu sıcakta durmadan çalı öğüten ateşe çalı yetiştiriyor, terliyordu. Ocağa yaklaşıp içeriye çalı atmak bir ölüm. Tepede güneş, karşıda ateş… Mustafanın kara, ışıltılı gözleri… Gülen ak dişleri… Mustafanın yüzü kızarmış ocaktaki yalımlar gibi olmuş. Mustafanın gömleği de terden sırsıklam.” Bir ara Cumali soruyor: “Yoruldun mu?” Beyaz pantolonu hayal ederken “Yok Amca, hiç yorulmadım” diyor Mustafa. “Bunu söylerken soluğu kesildi, boğulacak gibi oldu. Sesi ağlam-sıydı.” Cumali, Mustafa’dan biraz uyuyup dinlenmesini istiyor. Cumali’de az namussuz değil hani. Hasan Bey’in geleceği vakit Mustafa’yı uykuya gönderiyor. Mustafa bilmiyor bunu, uyuyor. Biz izliyoruz, Hasan Bey geliyor.
“Hasan Bey Cumali’ye: Çocuk nasıl? İyi çalışıyor mu? diye sordu.
Cumali de dudak büküp ağacın altında uyuyan Mustafa’yı gösterdi: Çocuk, dedi.
Hasan Bey: İdare et, sonra hesaplaşırız, dedi, gitti.”
Mustafa uyanıyor, çalışıyor. Hep Mustafa çocuk çalışıyor. “Elleri göğsü yırtılmış yanıyor, acıyor. Her yerinde kan kurumuş. Işık şeridi nerede kaldı? Tanyeri daha kapkaranlık. Gözleri kocaman açıldı. Bir titreme aldı. Karanlıkta, kapkara bir perde olan kavaklar, tümsek, yalımlar, ocak, çalılar, tanyerinin berisindeki tepe, horlayan Cumali, hepsi birbirine karıştı. Dünya, etrafında fırdöndü. Kusacağı geldi.” Mustafa bayılıp kalıyor. Böyle sürüyor üç gün üç gece. İşin sonunda tuğlalar pişiyor, fırının ağzını kapatıyorlar.
Yaşar Kemal oturuyor masaya. Ha gayret son birkaç nefes, Mustafa’yı alelacele evine taşıyor. Mustafa eve dönüyor. Yaşar Kemal, Mustafa’nın annesi oluyor sanki. “Mustafa donup kaldı. Olduğu yerde kanı kurumuş gibi dimdik kaldı. Mustafa’nın yüzü kurumuş, kavrulmuş, yırtılmıştı. Gözleri de çökmüştü.” Annesi dizlerini dövüyor, bir feryat koparıyor: “Vay yavrucuğum, vay yavrucuğum, böyle ne olmuş sana? Vay yavrum, vay yavrum… Sana ne etmişler böyle!”
Yaşar Kemal önce derin bir nefes çekiyor, nefesini kâğıda serpiyor sonra. Kalemin ucuyla Mustafa’nın ellerini tutuyor. Önce Hacı Memed’e götürüyor. Beyaz bir lastik ayakkabı, kar beyaz bir çorap beğeniyor Mustafa. Sonra Yaşar Kemal yine tutuyor Mustafa’nın elinden Vayis Usta’ya götürüyor. Ölçülerini aldırıyor. Vayis Usta en güzel beyaz pantolonu dikme sözü veriyor. Yaşar Kemal, gözlük camının arkasından sağ gözünü ovuyor, gülümsüyor. Tekrar alıyor kalemi eline, Mustafa’yı dükkâna götürüyor. Mustafa, ustasıyla, tuğla ocağında çalıştığı zamanlar hakkında hasbihal ediyor.
Yaşar Kemal bırakıyor kalemi. Hem kendi dinleniyor hem Mustafa’yı dinlendiriyor birkaç gün. Mustafa, kâğıttan sesleniyor her gün Yaşar Kemal’e: “Üç gün geçti, dört gün geçti, bir hafta geçti. Hasan Bey’den ses seda yok. Daha doğrusu Hasan Bey oralı bile değil.” Yaşar Kemal dönüyor masaya sonunda. Göğsündeki ağırlığı tekrar döküyor kâğıda. Hasan Bey geçiyor dükkânın önünden. Yaşar Kemal bir an önce Mustafa’nın henüz alamadığı parasından bahsetmek istercesine konuşturuyor Usta’yı. Mustafa’nın ustası sesleniyor Hasan Bey’e. “Yahu Hasan Bey, şu bizim oğlanın gündeliklerini versene.”
Hasan Bey göğüsteki ağırlıktır, boğazdaki gıcıktır. Yaşar Kemal’in boğazı gıcıklanıyor, Hasan Bey “Bir tane kâğıt lira, iki de yirmi beş kuruşluk çıkarıp masanın üstüne koydu.”
“Usta: Yahu Hasan Bey, bu bir gün için. Üç gün çalıştı çocuk.
Hasan Bey: Hep uyumuş, her gece uyumuş… Onun gündeliğini de Cumali’ye verdim. Bu da senin hatırın için, dedi gitti.”
Neyse ki gıcığı geçiyor Yaşar Kemal’in. Hasan Bey uzaklaşıyor oradan. Usta, Mustafa’yı da biliyor, Hasan Bey’i de. Haftalığını arttırıyor Mustafa’nın. Yaşar Kemal Mustafa’ya bir de kıyak geçiyor.
“Usta : Al şunu ver Vayis Usta’ya, dedi. Benden de selam söyle. Kumaşı en
iyisinden alsın. Üstünü versin paranın sana. Onla da ayakkabı al. Bu bir buçuğu ben
alıyorum. Şimdi, senin bana üç buçuk haftalık borcun var.”
Yaşar Kemal bırakıyor kalemi. Sonra bir şey unutmuş gibi tekrar alıyor: “Mavi beş liralığın üstünde uçarcasına koşan, dili bir karış dışarda bir kurt resmi vardı o zamanlar.”