Öykü Günlüğü Ocak 2018

Öykü Günlüğü Ocak 2018

Bir kış gecesi eğer bir Feyyaz Kayacan öyküsü…

Haftada bir gün kitaplığın tozunu alma rutinimi gerçekleştirirken elli kuşağı öykücülerinin olduğu bölümün rafında diğer raflara nazaran –hatta neredeyse parlamış raf el sürmekten, kitap indirip geri koymaktan- pek de toz birikmediği gözüme çarpıyor. Şöyle diyorum: El alışkanlığı.

Büyük yazar Ergin Çokergin çok verimli düşlerinden birinde ün terzilerine boyunu gene ölçtürdükten, tümcelerin derinliğine eleştirmelerini gene batırıp çıkardıktan sonra uyandı, diye başlıyor Feyyaz Kayacan’ın Ölüm ve Serçe öyküsü.

Yazar Ergin Çokergin’in sabah kalkması ile başlayan öykü daha girişinden itibaren kelimeler cümbüşüne dönüşüyor.

*Sanırım Feyyaz Kayacan’ın elli kuşağındaki yerini belirleyen en önemli faktörlerden biri de bu: kelimelerin olanaklarını, sınırlarını zorlaması ve cümle içindeki yerlerini belirlerken epey sistematik davranması.

Ergin Çokergin, yazdığı kitaplara bakarak böbürlenen, kendi kendine gün içerisinde yaşanan an’ları betimlemelerle süsleyen yaşlı bir yazardır. Öyle ki yazar yaşını şöyle açıklar: Ve dehası başında olduğu halde, altmış beşinci yaş gününe ayak basaraktan penceresinde göründü.

Yazarımız Ergin Çokergin betimlemelerle gününü geçirirken Feyyaz Kayacan da metin üzerindeki hâkimiyetini de pekâlâ gösteriyor: Kolunda sepetiyle geçen satıcıyı, gözünün toptancı bakışının içine aldı. Eksililikten rengi uçan sepet, bir tahta parçasıyla ikiye bölündü, bir yanına yumurtalar, bir yanına limonlar dizilmişti. Sepetin kenarlarında, uçurtma kuyruğu gibi ince kesilmiş kırmızı kağıtlar püsküllenmekteydi. Küle çalan sepetin içinde limonun sarısı, yumurtanın aklığı, daha bir ışıldıyordu. Yukarıdan bakılınca sepet, püsküller, yumurta ve limonlar, bir arada, bir hanım böceğine benziyordu. Ergin Çokergin bu renk dörtlüsünün sabah sabah bir insanın koluna girmesine aldırış etmedi.

Öykü Günlüğü Ocak 2018Ergin Çokergin’in pencereden aşağı, sokağa baktığı sırada kolunda sepetiyle geçen satıcıyı gördüğü an’ı anlattığı bu bölümde Kayacan, bir ‘an’ yaratım sürecine girişiyor kısacık bir paragrafta. Bu noktada da aracı olarak kahramanımız Ergin Çokergin devreye giriyor: Kolunda sepetiyle geçen satıcıyı, gözünün toptancı bakışının içine aldı, dedikten sonra bir sepetli satıcı yaratım süreci başlıyor. Sepet ortadan ikiye bölünüyor, limonlar diziliyor, kağıtlar sarkıyor, renkler yerli yerine oturuyor. Bu yaratım sürecinden sonra da kahramanımız Ergin Çokergin’in bakışı ve yorumlayışıyla görüntü tamamlanıyor. Daha sonra satıcının bağırdığında çıkan sese ifrit olan bir Ergin Çokergin hayıflanmasıyla karşılaşıyoruz. Satıcının ‘yumurta var, limoooon’ diye bağırmasına sinirlendi, yüzünü buruşturdu. Bir daha geçtiğinde söylemeliydi. ‘Yumurta var limooon’ çağırısı hiç de hoş gelmiyordu kulağa. Kelimelerin sırasını tersyüz edip ‘limon var yumurtaaa’ dese herkesin, yani kendi keyfini kaçırmayacaktı erkenden.

‘Yumurta var limooon’ cümlesinin sonunda limon kelimesinin tercih edilmesi Ergin Çokergin’in canını sıkar. En sona koyulup, sessiz harfle biten kelimenin bağırıldığı zaman uyumsuz bir ses çıkardığını düşünür, aksine sesli harf ile biten yumurta kelimesi ise limon kelimesi gibi sert bitmeyen, sonunda bir uzatmayı mümkün kılınan bir yapıdadır. Ses uyumunun peşindedir Ergin Çokergin.

Öykünün ilerleyen bölümünde yeni bir yapıta başlama niyetiyle masaya oturan Ergin Çokergin’in kaleminin yuvarlanıp yere düşmesi ve halıya saplanması sonucu pencerenin önündeki ağaçta, bir serçe kuşunun bir daldan başka bir dala konmasıyla öyküye kuş da dahil olur. Öyküye farklı bir karakterin -kuşun- katılması da bir bağ ile gerçekleşir. Kalemin yere düşüp saplanması, ardından bu olay sonucu bir kuşun başka bir dala konması. Öyküde kurguya dahil olacak başka bir karakter de yine öykünün kimyasına, doğal akışına dahil olarak gerçekleşir.

Öykü Günlüğü Ocak 2018Kuş, dalından havalanıp pencerenin bir köşesine ilişti. Kafasını küçük, kesin hareketlerle devindirmesi Ergin Çokergin’in gücüne gitti. Hele yan yan bakışına hiç dayanamadı. Gagasını sokacak daha başka bir yer bulamaz mıydı? Yoksa büyük yazarın soluğunu, şimdiden küflenmiş mi sanıyordu?

Buraya kadar dalgın ve takıntılı bir yazar olan Ergin Çokergin, elbette öyküye dahil olan kuş ile düşünsel münakaşaya girecekti. Feyyaz Kayacan ise bu noktada bir kuklacı edasıyla karakterini yaşatmaya devam eder, çarpa çarpa, döküle saçıla bir şeyler yazmaya çalışır nitekim Ergin Çokergin. Onun bu, sözgelimi sakar  ve vücuduna hakim olamayan halini bir cümleyle de noktalar yazar: Kolu, beş parmağının ucunda sona eren bir sarkaçtı.


Kaynak:
Feyyaz Kayacan – Bütün Öyküler, Yapı Kredi Yayınları, Mayıs 1993, 1. Baskı

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin