Turuncu Bir Meyvenin Çekirdeği

Yedi yaşında bir kız çocuğusun. Yalnızlığını en iyi nerede giderebilirsin?

Konuşmayı çok sevmeyen bir çocukluğun izleri vardı bedenimde. İzlemek, gözlemek yaptığım en huzurlu eylem biçimimdi. Bir şeyleri anlatmaya çalıştığımda, sınıf öğretmeni tarafından susturulan bir ilkokul öğrencisini taşıyordum hücrelerimde. Hayaller yardımcı oluyordu yol almama. Hikâyeler dinleyip hikâyeler uydurmak da bu dönemin yadigârıdır bana. Sessizliğimin sesi her zaman kalemim oldu. Ne zaman anlatamasam kalemi kağıtla buluşturmayı seçerdim. En sevdiğim oyun buydu, topaç ve renkli istop dışında.

Yedi yaşındaysan ve yalnızsan; ne okul, ne arkadaş, ne ailen yardım edebilir sana. Tek dostun, bahçedeki portakal ağacıdır. Elindeki topacını portakal ağacının dibine gömersin kimse bulmasın diye. Hayallerin başkalarına gülünç gelirken sen o hayalleri topacına sarıp çevirirsin ve kimse o hayallere dokunmasın diye en sevdiğin ağacın köküne emanet edersin topacını. Evet, portakal ağacına…

Toprak seni tüm samimiyetiyle karşılar. Açar sana içini, sen de ona akıtırsın hayallerini ve dile gelir bu sefer turuncu meyvelerin arasındaki yeşil yapraklar. Rüzgar kıvırcık saçlarına eşlik eder, kuşlar da ruhuna… Gözlerin, dalların arasından gökle birleşir ve başlar hayallerinin dansı. Yıllar önce baban ve deden beraber ekmişler şimdi üstüne çıktığın ağacın tohumunu. Yedi yıllık ömründe ezberlediğin bir hikayedir bu. O tohum ekilirken nasıl heyecanlıysa baban, o heyecanla çıkarsın ağacın tepesine. Bereket sadece toprakta mı? Hayır. Bereket o tohuma değen elde, o tohumu ekme niyetinde, rüzgarda, suda, babanın ve dedenin sevgisinde. Sarmalandığın bu hikâye bereketini sunar sana ve yaşatır yeni öykünü.

Hayatının masalı başlamıştır turuncu bir meyvenin çekirdeğinde. Yaşam sana sunmuştur bu kökleşmenin huzurunu. Aldığın nefesin her bir zerresini hissedersin içindeki öz suda. Yerin yedi kat altındaki kökten yukarıya doğru çıkan can suyu sana da değer, seni de dönüştürür. “Bu gerçek!” dersin. Yaşam kadar gerçek… Sonra bir şarkı dizesi gelir aklına:

Turuncu Bir Meyvenin Çekirdeği

“Yaşam kadar gerçek, yaşamak gibi sahte
Öyle çok şey var ki yaralayan insanı…
” *

Sonra…

Artık yedi yaşında değilsindir. Yaraların vardır, ruhunu kemiren yaraların. Yaşamın gerçekliği yaralarını her zaman gün yüzüne çıkarır. Yaşamının bilinmezliklerini, çocukluğunun portakal ağacının kökünde aramaya başlarsın. Bu ağacın kökü bilinmezliklerle doludur, aynı yaşamın gibi.

Gördüğün dünya ile izlediğin dünya arasında karanlık bir uçurum vardır. Bu karanlığın içinde sana el uzatan renkler de vardır. İç içe geçmiş halkalar arasında savrulduğun da olur kontrollü adımların da! Neyi yapmak istediğine karar veremediğin kareler içinde hapsolduğun da olur elinden tuttuğun tik taklar da! Bedeninle yabancılaşırsın. Her şeyi önemserken, seni en son terk edecek bedenine haksızlık ettiğini anlarsın. Anlık bir görüntü ile hem de!

Yaşamın tamamen bu fotoğraftaki gerçeklik gibidir işte!

Doğanın o güzel renklerini içinde barındıran, zıtlıklarla müthiş bir ahenk yaratan renk cümbüşü gibi. Capcanlı duran umudun, araya karışan ve elinde olmadan yaşamak zorunda bırakıldıkların, “iyi ki”lerin, geçmişinin kızıllığı, geleceğinin aydınlık sarısı, şimdinin gökkuşağı!

İçinden geçen damarlarda kim bilir hangi kavşaklar var? Bir dalı dimdik yukarıdadır bu ağacın bir dalı boynunu bükmüştür. Yaprakları yemyeşilken aşağıda kuruyan bir yaprak göz kırpar sana. Bu zıtlıklar hüzün barındırır içinde. “Hepsi yeşil olsun.” dersin. Ama bilirsin, yaşam bu kadar gerçektir. İçinde yeşili de, kahverengiyi de barındırır.

Önce korkarsın. Her şeyin senin zihnindeki renkli dünya gibi olmasını istersin. Ama içine dönüp baktığında da içinde bir gölge fark edersin. Seni boğan, seni aşağı çeken, seni korkutan bir gölge. O gölgenin karanlığı seni boğacakken ruhundaki çatlaktan bir ışık girer içeri ve bu zıtlık çeker seni. Korku yerini meraka bırakır. Korktuğun şeyin aslında seni var edecek yol olduğunu anlarsın. Bu sefer zıtlıklarına sahip çıkmak için yola çıkarsın. Yol sana başka zıtlıklar da sunar. Dünyanın tüm meyvelerini dallarında taşıyan bir ağaçsındır artık! Aklına gelebilecek tüm meyveleri dallarına yerleştirirsin. Yerin yedi kat altında köklerin en gizli sulara ulaşır bu yolculukta. Yeryüzü senin varlığına hayrandır. Dalların ise göğün yedi kat üstüne uzanıyordur. İçindeki gölgenle barışırsın ve yapraklarının gölgesinde dost çemberleri kurulur, dans edilir, hikâyeler anlatılır. Sabah Güneş senin yapraklarını gıdıklayarak doğar, Ay ise biriktirdiği en güzel hikayesini gece olunca anlatır sana hem de dostları yıldızlarla…

Ve sonra dudaklarının arasından dökülür şu dizeler:

İnsan değil de ağaç olsam
Dallarımın arasından rüzgar esse
Yapraklarım, çiçeklerim, meyvelerim olsa!
Mevsimleri yaşasam…
Köklerimle toprağın derinliklerine sarılsam.
Kuşlar konsa dallarıma, yuva bile yapsalar…
Böcekler, karıncalar, yollansalar içime…
Çürütseler oralarımı,
Ballarım, sakızlarım olsa
Gövdeme bir insan yaslanıp uyusa…
Ben bunları hiç bilmesem, sadece ağaç olsam…” **

Bunlara sebep olan sadece bir masaldır…

Böyle bir hikâyenin tam içindeyim canım okuyucu ve her şeyi beni taşıyan bu bedenle yaptım. O bedende ağaç da barındırabilirsin bir kuşun heyecanlı kalbini de!

Sen de değiştirebilirsin baktığın pencereni diye yazıyorum sana. Zihninde nefes alan tüm renklere sahip çık da, bir yerlerinde siyah oturuyorsa utansın karışsın senin umudunun aydınlığına diye!

Masallar, yüreğinden, kulağından, dudağından hiç eksik olmasın… Çünkü masallar, yaşam kadar gerçektir.


*Kumdan Kaleler, Denize Doğru Albümü, Sana Dair Şarkısı
**Erkan Oğur

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin