Almayer’in Budalalığı ya da İnsani Bir Aldanış!

Almayerin Budalalığı ya da İnsani Bir Aldanış

Yazarların ilk kitapları başyapıtı sayılan eserlerin ardından okunur çoğu zaman. Yazar kendini kanıtladıktan nice sonradır ki okur ilk kaynağı merak eder. Yazan açısından ilk kitapla yüzleşmek zordur. Yazmaya başladığı ilk zamanlarda düştüğü tuzakları, içinden zorlukla çıktığı ya da çıkamadığı zorlukları gösteren aynadır ilk kitap. Okur içinse bir keşif gezisidir. Sevdiği, pek çok kitabını okuduğu, tanıdığını düşündüğü bir yazarın geçmiş zamanına taşır. Yazarla konuşma, tartışma, yazı evreninin tahta sandığını aralama girişimidir.

Joseph Conrad’ın ilk romanı “Almayer’s Folly”;

Narcissus’un Zencisi (Türkçeye ilk önce “Ölüm Seferi” adıyla çevrilmiştir), Karanlığın Yüreği, Lord Jim, Nostromo, Gizli Ajan, Batılı Gözler Altında, Talih, Zafer gibi romanları ile hikâyelerinin önemli bir bölümü çevrildikten sonra nihayet bu yıl “Almayer’in Sırça Köşkü” adıyla Sel Yayıncılık tarafından dilimize kazandırıldı. Bu anlamda romanın çevrilmesi Conrad külliyatı açısından önemli bir boşluğu doldurdu. Çevrilmesini bekleme sabrını gösteremeyen, merakına yenilmiş okurlar İngilizcesinden okuyup diline hayran kalmıştır benim gibi. Conrad’ın sonradan öğrendiği bu dille kurduğu, onu modern İngiliz edebiyatının en önemli yazarları arasına taşıyan sağlam ilişki daha ilk romandan kendini göstermektedir.

Romanı Türkçeye Ayşe Deniz Temiz kazandırmıştır. Romanın geçtiği coğrafya ve o coğrafyada kullanılan yerli dili Malayca ile İngilizce arasındaki ilişkileri de ortaya koyan dipnotları ile açıklayıcı, temiz ve özenli bir çeviri olduğunu söylemek mümkün.

“Almayer’in Sırça Köşkü”, Conrad’ın sevdiği ve sonraki romanlarında da anlatmayı sürdüreceği mekânları, roman kişilerini ve temaları içermesi bakımından önemlidir. Egzotik ada ülkeleri, sömürge ülkesinde ticaretle uğraşan mutsuz beyazlar, hor görülen yerli halk burada da karşımıza çıkar.

Conrad bu romanı nasıl yazdığını, ilhamın onu nerede bulduğunu, onu tamamlaması için ikna eden ilk okurunu “Kişisel Bir Kayıt” (A Personal Record) adlı kitabında anlatır. Conrad’ın yazınla kurduğu ilişkisinin başlangıcını, kimi çocukluğuna uzanan ama sonunda yazına bağlanan anılarını, yazıyla kurduğu derin bağın inceliklerini anlattığı, “esasında Almayer’s Folly (Almayer’in Çılgınlığı) ve The Secret Agent (Gizli Ajan) gibi kitaplarla benzerlik taşımayan kitapların arkasındaki adam”ı gösteren bu kitap Türkçeye “Kişisel Bir Belge” adıyla 2013’te çevrilmiştir. Bu kitabın birinci bölümünü oluşturan deneme ise 2004 yılında, Adam Sanat dergisinin Aralık sayısında “İlk Romanım” adıyla, Mustafa Şekerci çevirisi ile yayımlanmıştır. Türkçesinin ahengi ve akıcılığı açısından bu yazıda bu ilk çeviriden yararlanacağım. Conrad bu kitabın bir kısmını Torrens adlı yolcu gemisiyle seyir halindeyken yazmış:

Kitapların yazılmayacağı yer yoktur. İlham denen şey bir denizciyi bir kuzey kasabasının ortasında donmuş bir ırmakta mahsur kalmış bir gemideki ranzasında bile bulabilir. Azizlerin sıradan müminleri sevecen bir bakışla uzaktan izlediğini söylerler. Dolayısıyla, Flaubert’ın ruhunun da o anda Rouen’da bir rıhtımın kıyısında kötü bir kışın pençesinde olan, 2000 tonluk, Adowa adlı buharlı geminin üstünde bir yerlerden Almayer’in Çılgınlığı’nın onuncu bölümünün ilk cümlesini yazışımı keyifli bir ilgiyle izlediğini düşünmek isterim.

Almayerin Budalalığı ya da İnsani Bir Aldanış
Conrad (arkada, ortada) Torrens yolcu gemisinde miçolarla

Conrad Flaubert’ın doğduğu ve Madam Bovary’yi yazdığı bu kasabada, Flaubert’ın elini omzunda hissederken bir yandan da karakterlerini dört yıldır kafasında taşıdığı romanının sonuna yaklaşmaktadır.

Borneo seferlerinde tanıştığı tüccar William Charles Olmeijer, “Almayer’in Sırça Köşkü”nde, soyadındaki birkaç harf değişikliği ile “Almayer” adını almış ve bambaşka bir şekilde romanda yaşamaya başlamıştır. İlk okuru da bu yolculukta karşısına çıkar. Conrad’ın “bütün okurlarının ilki” olan bu genç okur Cambridge’te felsefe öğrencisidir. Muhtemelen veremlidir ve “hava değişimi” için Torrens gemisiyle Avustralya’ya gitmektedir. Sakin, sessiz, düşünceli tavrından, konuştuğu zamanlardaki alçakgönüllü halinden etkilenen Conrad ona bir gün “kötü bir yazıyla kaleme alınmış bir elyazması okumanın” onu sıkıp sıkmayacağını sorar. Zira Conrad’ın özenli bir elyazısı ile yazmaya alışkın olduğu tek defter seyir defteridir. Cambridge’li genç elyazmasını alır ve okuduktan sonra Conrad’a romanın çok ilgisini çektiğini, taslak haliyle bile olsa öyküde neler olup bittiğini “bütünüyle” anladığını ve “kesinlikle” bitirmeye değer bulduğunu söyler. Bu kısa ama açık, içten ve yüreklendirici değerlendirme Conrad’a bitirme gücünü verir. Genç felsefe öğrencisi ise yolculuğun bitiminden kısa bir süre sonra muhtemelen veremden ölür. Conrad 1889’da başladığı bu romanı 1894’te tamamlar. Roman 1895 yılında yayımlanır.

Almayerin Budalalığı ya da İnsani Bir Aldanış
Almayer’s Folly, ilk baskısının kapağı

Almayer’in Sırça Köşkü’nün alt başlığı, Türkçe çeviride kullanılmamış olsa da, “bir doğu nehrinin hikâyesi”dir. Yine Türkçe baskısında belirtilmese de Conrad romanı T.B.’ye, yani denizcilik eğitimi almasını sağlayan dayısı Tadeusz Bobrowski’ye ithaf etmiştir. Romanın epigrafında Henri Frédéric Amiel’in Günlüğü’nden Musa’dan bahseden bir cümle yer alır.

Almayerin Budalalığı ya da İnsani Bir Aldanış
Almayer’s Folly, ilk baskısının ilk sayfası

Elimdeki Wordsworth Classics baskısında yer alan bu epigraf romana özlü bir giriş niteliğindedir: “Hangimiz vaat edilen topraklara sahip olmadık? Coşkunluk günlerine ve sürgünde ölüme…”

Conrad’ın, Günlükler’in (Amiel’s Journal) yazarı Henri Frédéric Amiel ile kendisi arasında bir bağ kurmuş olması muhtemeldir. Amiel de anne ve babasını küçük yaşta kaybetmiş ve amcası tarafından büyütülmüştür. Fernando Pessoa da “Huzursuzluğun Kitabı”nda “Amiel’in günlüğünde, kitaplarını yayımlattığını anlattığı yerleri okurken yüreğim yanar. (…) Amiel’in günlüğü oldum olası içimi sızlatmıştır.” yazar. Amiel’in yaklaşık 17.000 sayfa olan Günlükler’i henüz Türkçeye çevrilmemiştir.

Almayer’in Sırça Köşkü’nün geçtiği yer Malay Takımadaları’dır.

Borneo’yu da içine alan bu yerlerde Pierre Schoendoerferr’in “Krala Veda” romanında bahsettiği, Borneo kıyılarında yaşayan Dayak kabilesi de bulunur. Bölgede ticaret ağı çok geniştir. Deniz hıyarından kalkerli mağaralarda yaşayan kırlangıçların kendi salgılarıyla yaptığı kuş yuvasına kadar bölgeye özgü pek çok ürünün ticareti yapılır.

Conrad, 1890’ların başında “Kongo Günlüğünü” tutsa da “Almayer’in Sırça Köşkü”nü kaleme almaya başlamıştır. “Almayer’in Sırça Köşkü”nde, Borneo ormanlarında yaşayan Alman tüccar Kaspar Almayer’i ve onun yerli bir kadınla yaptığı evlilikten doğan melez kızı Nina ile ilişkisini anlatmaktadır.

Romanın girişi etkileyicidir. Almayer verandada gelecek düşlerine kapılıp gitmişken kendisini yemeğe çağıran sesle yaşadığı ana geri döner.  Yağan yağmurlarla kabaran sular nehir yatağında sel olup gözlerinin önünden akıp gitmektedir. Bu sırada sürüklenen bir ağaç görür. Ağaç tam evin hizasında kıyıya oturur, sonra takıldığı yerden kurtulup nehrin aşağısına doğru ilerlemeye başlar, sığ burnu aşar ve denize doğru sürüklenir. Almayer bulunduğu yerden ağacı ilgiyle izler. Bu başlangıçtan sonra hikâyede geçmiş ile şimdi iç içe geçerek ilerleyecektir.

Almayer İngiliz tüccar Lingard’ın yanında çalışmaktadır. Evlendiği yerli kadın da Lingard’ın evlatlığıdır. Evlilikleri Almayer’in tüccar ile yaptığı ve zengin olma hayalleri üzerine kurulu bir pazarlık üzerine gerçekleşmiştir: “Kimse karının ten rengini görmeyecek. Sahip olduğum dolarlar elalemin gözlerini örtmeye yeter de artar, inan bana! Hem unutma, ben ölünceye kadar daha da artacak bu para. Milyonlarca doların olacak, Kaspar! Milyonlarca, diyorum! Hepsi de onun olacak ve senin, eğer söyleneni yaparsan.” Sömürü sadece yerlilerin topraklarının ve madenlerinin zenginliği üzerinden yapılmaz, insanlar da pazarlık nesnesi olur. Gerçekte yerli halktan hiç hoşlanmayan Almayer geleceğini kurtarma adına bu evliliğe razı olur. Asıl trajedi Almayer’in yerli karısından doğan melez kızının büyüyüp hayatta kendi seçimini yapmasıyla ortaya çıkacaktır.

Tek başına yaşayan, zamanla -kendisi dahi farkına varmadan- yerlileşen beyaz adam figürü, yerli halk ve beyaz ırk arasındaki aşılmaz uçurum, acımasız ticaret ilişkileri bu ilk romanda da kendine yer bulur. Bu romanı farklı kılan, Almayer’in beyazların dünyasının dışına ittiği yerli karısından doğan kızının -melez olduğu için- beyazların dünyasından dışlanmasıdır.

Almayer kızını, karısının bütün etki alanından uzaklaştırarak Singapur’a gönderir ve orada batılı bir eğitim almasını sağlar. Bütün umudunu da kökenden gelen bağlar karşısında son derece zayıf bir iplik olan bu eğitime bağlar. Romanın sonlarına doğru kızına “Onca yıllık eğitimini unuttun mu?” sorusunu sorar. Aldığı karşılık şöyledir: “Aşağılamaya karşı aşağılama, küçümsemeye karşı küçümseme, nefrete karşı nefret. Ben senin ırkından değilim. Senin halkınla benim aramda da hiçbir şeyin kaldıramayacağı bir engel var. Neden gitmek istediğimi soruyorsun, ben de sana kalmam için ne sebep var diye soruyorum.”

Roman boyunca adı bile geçmeyen karısı oranın yerlisi, Almayer ve tüccar Lingard sömürgecidir. Bütün bunlar ilk bakışta klasik bir beyaz adam-yerli halk anlatısının parçaları gibi görünse de bu çelişkinin derinliği baba-kız ilişkisinde ortaya konur.

Romanda başta Almayer’in karısı olmak üzere tüm yerliler yabanıldır. Conrad’ın buradaki bakış açısı sonraki hiçbir romanında görülmeyecek denli serttir. Almayer’in karısının adı hiç anılmaz. Kendisinin değil ama öfkesinin adı konulan Malay kadın medeniyete karşı duyduğu çılgınca nefret yüzünden mobilyaları yakan, perdeleri parçalayan bir vahşidir. İncelikli hiçbir yönü olmayan, manastır eğitimi almış da olsa vahşi, eğitilemez, güvenilmez ve anlaşılmaz biri olarak resmedilir. Uygar yaşamı yakından gözlemiş olsa da batılı değerlere göre ‘evcilleşmemiş’tir. Hıristiyanlığı bir din olarak değil, dogma olarak görür, Almayer’den nefret eder. Almayer ise ondan kurtulmanın yollarını aramaktadır.

Ancak farkına varmadan Almayer de zamanla oranın yerlisine dönüşür. Nehir kenarındaki derme çatma evinin arkasına yerli halkın alaycı bir tavırla “sırça köşk” adını taktığı bir malikâne yaptırmaktadır.

Burada kitabın adına ayrı bir parantez açmak gerekir.

Folly, kökeni eski Fransızcaya dayanan bir sözcüktür. Birincil olarak ahmaklık, budalalık, çılgınlık anlamlarına gelmektedir. Romanda hem Almayer’in budalaca zenginlik düşleri, hem de yaptırmakta olduğu köşk biçimindeki yapı aynı sözcükle anılır. Bu köşk Almayer’in boş hayalleriyle, talihsizliğiyle, gitme planları yapıp bölgeden bir türlü ayrılamamasıyla özdeşleşir.

Folly İngilizcede hem ahmaklık, budalalık hem de sırça köşk anlamlarını aynı anda içermektedir. Türkçede bu iki anlamı aynı anda karşılayabilecek bir kelime bulunmadığı için “folly” romanın Türkçe adında sırça köşk anlamıyla kullanılmıştır. Ancak folly sözcüğü ile kastedilen aynı zamanda Almayer’in ahmaklığı ve budalalığıdır. Conrad, Almayer’in ilk baskısı için kaleme aldığı önsözü (Wordsworth Classics, 2011 baskısı) yerli halk için söylediği şu sözlerle bitirir: “Toprakları -tıpkı bizim topraklarımız gibi- Yüce Tanrının esrarlı bakışları altında uzanıyor. Yürekleri -tıpkı bizimkiler gibi- cennetin armağanlarına göğüs germek zorunda: Gerçeklerin laneti ve yanılsamanın kutsanması, bilgeliğimizin acılığı ve budalalığımızın aldatıcı tesellisi.”

Roman boyunca dilin dönüşümünü de görürüz. Sömürge ticareti zamanında İngiliz dilinden Malay diline geçen sözcükler olmuştur. Söz gelimi Malayca godong sözcüğünün, sömürgecilik döneminde İngilizcede antrepo anlamına gelen godown’a dönüştüğünü Ayşe Deniz Temiz’in dipnotundan öğreniriz. Metinde malikâne olarak çevrilen compound sözcüğünün de Malay takımadalarına sömürgecilikle birlikte gelip Malaycada campong olarak yerleştiği belirtilir.

Conrad’ın metinlerinde doğa da ayrı bir varlık gibi betimlenir. Tüm canlılarıyla, renkleriyle, tehlikeleriyle insanı içine alan fırtınalar, tropik adalar, yağmur ormanları, açık denizler metinlerinde giderek daha fazla ağırlık kazanır.  Burada da doğa ve o manzaranın içindeki insan tüm canlılığıyla resmedilir: “Tropik doğanın o için için kaynayan yaşantısı ve devinimi, sisin beyaz tülü altında, nehrin pürüzsüz yüzeyi üzerinde kanonun içinde sürüklenen o iki varlığın tutkulu gözlerinde, gürültüyle çarpan kalplerinde yoğunlaşmıştı sanki.”

Conrad sömürgeciliğin karanlık düzeniyle boğuşan bu topraklara gideceğini erken yaşta belli etmiştir. Yaşamda böyle belirleyici anlar vardır. Bu anlarda insan gelecekteki bir noktayı işaret ettiğini ya da bir seçim yaptığını hiç düşünmediği halde işaret ettiği şimdi, uzak bir gelecekte karşılık bulur.

Conrad yukarıda bahsi geçen “İlk Romanım” yazısında yaşamındaki böyle bir anı anlatır: “1868’de yaşım dokuz kadarken Afrika’nın o günkü haritasının ortasında kıtanın henüz çözülmemiş olan esrarını gösteren boş alanın ortasına parmağımı koymuş ve bugün artık kişiliğimin ögeleri arasında olmayan mutlak bir özgüven ve şaşırtıcı bir ataklıkla kendi kendime, “Büyüyünce işte buraya gideceğim.” demiştim. Ve tabii sonra bu sözü tümüyle unuttum –ta ki aradan çeyrek yüzyıl geçip, sanki çocukluğumdaki kendimi bilmezliğimin bedelini ödüyormuşum gibi, gerçekten de o gün gösterdiğim yere gittim. Bu yer 68’de dünya haritalarındaki boş alanların en boşu olan Stanley Çağlayanı yöresiydi.” diye yazmıştır. Stanley Çağlayanı’nın bulunduğu yöre Conrad’ın adıyla özdeşleşecek “Karanlığın Yüreği” romanının geçtiği yerdir.

Conrad dokuz yaşındayken sürgün yaşamını görmüş, annesini kaybetmiş bir çocuktur.

Tam adıyla Józef Teodor Konrad Korzeniowski, 3 Aralık 1857’de Ukrayna’nın kuzeyinde bulunan Berdychiv bölgesindeki Podolia kentinde doğar. Conrad 1986 yılında Rus vatandaşlığından İngiliz vatandaşlığına geçmiş ve adını da Joseph Conrad olarak değiştirmiştir. Polonyalı Nałęcz hanedanı soyundan gelen, aristokrat bir ailenin üyesi, Evelina Bobrowska (1832-1865) ile Apollo Korzeniowski’nin (1820-1869) tek çocuğudur. Dönemin politik eylemcilerinden olan babası şair, yazar ve çevirmendir. Hem Fransızca hem İngilizceden çeviriler yapmış, yazdığı milliyetçi tragedyalarla tanınmıştır.

Almayerin Budalalığı ya da İnsani Bir AldanışConrad’ın sürgünlüğü üç yaşındayken, ailenin Varşova’ya göç etmesiyle başlar. Babası Polonya Ulusal Komitesi’ne üye olur ve Çarlık Rusyası’na karşı başlatılan direniş hareketine destek veren eylemleri nedeniyle Rus yetkililerince tutuklanır. 1862 Mayıs’ında Moskova’nın 500 km. kuzeyinde bulunan ve kötü iklimiyle bilinen Volodga’ya sürgüne gönderilir. Bir süre sonra annesi de Conrad ile birlikte babasının yanına gider. Apollo Korzeniowski Ocak 1863’te cezası hafifletildikten sonra ailesiyle birlikte, yaşam koşullarının daha iyi olduğu Chernigov’a gönderilir.

Annesinin ölümü de bu döneme raslar. Volodga’daki sağlıksız koşullar nedeniyle vereme yakalanan Evelina, 18 Nisan 1865’te ölür. Annesinin ölümünden sonra babası Conrad’a iyi bir eğitim vermeye çalışır. Onu hem Fransız hem İngiliz edebiyatına yönlendirir. Küçük yaşında -kendisinin de çevirdiği- Victor Hugo, Shakespeare gibi yazarları; Adam Mickiewicz (1798–1855), Juliusz Słowacki (1809–1849) gibi Polonya’nın romantik dönem şairlerini okur. Conrad, eserlerindeki ‘Polonyalılık’ın bu şairlerden geldiğini söylemiştir.

Babasıyla Krakov’a yerleşmelerinden birkaç ay sonra, Mayıs 1869’da babası da annesi gibi veremden ölür. Babasının ölümü üzerine Conrad Krakov’da yaşayan dayısı Tadeusz Bobrowski’nin yanına gönderilir. Dayısı da Conrad’ın eğitimine özen gösterir. Krakov Üniversitesinden bir öğrenciyi, Conrad’a Latince, Yunanca, coğrafya ve matematik dersleri vermesi için tutar. Ancak Conrad sinirsel ve psikolojik zayıflığı ve derslere karşı ilgisizliği nedeniyle başarısız bir öğrenci olur. Sadece coğrafya dersinde başarı gösterir ve on dört yaşına geldiğinde denizci olmak istediğini dile getirmeye başlar.

Dayısı ise Conrad’ı, o sıralar Avusturya İmparatorluğu himayesinde bulunan Lviv kentinde kuzeninin işlettiği küçük bir öksüzler yurduna gönderir. Burada on ay kalan Conrad okul düzenine alışamaz; şiddetli baş ağrıları ve sinir krizleri geçirmeye başlar. Bunun üzerine dayısı onu okuldan alır ve denizcilik yaşamına başlatmak üzere, Fransız Deniz Ticaret Filosunun merkezinin bulunduğu Marsilya’ya götürür. Burada dört yıl kalan Conrad okulu bitiremese de temellerini babasıyla attığı Fransızcasını ilerletmiş, Latince, Yunanca ve Almanca öğrenmiş, tarih, coğrafya ve edebiyat bilgisini geliştirmiş, denizcilik hayatına da başlamıştır. Bunda ilk romanını ithaf ettiği dayısının önemli payı vardır. Bir süre Fransız gemilerinde çalıştıktan sonra 1878 yılında İngiliz Deniz Ticaret Filosuna katılır.

Almayerin Budalalığı ya da İnsani Bir Aldanış
Joseph Conrad eşi ve oğlu ile, 1 Ocak 1900, Hulton Archives, Getty Images

Conrad sanılanın aksine yaşamının büyük bölümünü karada geçirmiştir. Yaşamının 15 yılı boyunca İngiliz Deniz Ticaret Filosu hizmetinde çalışır. Denizcilik maceracı ve özgür ruhuna iyi gelmiş, bu 15 yıl boyunca dünya ticaretinin önemli rotalarında seyahat etmiştir. Conrad, Marsilya yıllarıyla birlikte toplam 19 yıllık denizcilik yaşamının 9-10 yılını denizde, geri kalanını karada geçirmiştir.

Ustalık sertifikasını aldıktan sonra Malay Takımadaları, Siyam Körfezi ve daha sonra “Karanlığın Yüreği” romanının ilham kaynağı olacak ve “Kongo Günlüğü”nü (13 Haziran 1890-1 Ağustos 1890) tuttuğu Belçika Kongo’suna seferler yapmıştır.

1894 yılında, sağlık sorunları nedeniyle, İngiliz Deniz Ticaret Filosundan ayrılmış ve İngiltere’nin güney doğusunda bulunan Kent kontluğuna yerleşmiştir. Denizcilik hayatını sona erdirdikten sonra tüm zamanını yazmaya ayırmış ve “Almayer’in Sırça Köşkü”nü Kent’e yerleştikten sonra yayımlanmıştır. Sonraki romanlarında da Conrad daha çok yerlilere, sömürge yaşamına odaklanacaktır.

Lehçe ve aksansız konuşabildiği Fransızcadan sonra üçüncü dil olarak öğrendiği İngilizceyi hep belirgin bir Polonya aksanıyla konuşmuştur. Lehçe ya da Fransızca değil de İngilizce yazması ile ilgili “Kişisel Bir Belge” kitabında, İngilizce yazmanın kendisi için “doğal” olduğunu ve İngilizce ile Fransızca arasında -kimileri yanlışlıkla olduğunu söylese de- kasıtlı bir tercih yaptığını belirtmiştir. Çocukluğundan beri Fransızca’ya aşina olsa da “düşüncelerini böylesine mükemmel bir biçimde ‘billurlaşmış’ bir dilde ifade etmekten korktuğunu” da dile getirmiştir.

Conrad, Nałęcz hanedanına ait, kalıtsal Leh hanedan armasına sahip olduğundan, kendisine sunulan Britanya Şövalyeliği nişanını reddetmiştir. Çeşitli üniversitelerin sunduğu unvanları da reddetmiştir. Yaşamının son yıllarında şiddetli romatizma ağrıları çeken Conrad 3 Ağustos 1924’te kalp krizi sonucu İngiltere’nin Canterbury kentinde ölmüştür. Mezarı da bu kenttedir.

Conrad’ın mezar taşının üzerinde, 1552-1599 yılları arasında yaşamış, Kraliçe I. Elizabeth döneminin düşünce yapısını yansıtan şiirleriyle tanınan şair Edmund Spenser’a ait “Periler Kraliçesi” destanından şu dizeler yer almaktadır:

“Çalıştıktan sonra uyumak, fırtınalı denizden sonra limana girmek,
Savaştan sonra huzur, yaşamdan sonra ölüm mutlu eder insanı.”


Kaynaklar:
Joseph Conrad, Almayer’in Sırça Köşkü, Çeviren: Ayşe Deniz Temiz, Sel Yayıncılık, Ocak 2017.
Joseph Conrad, Kişisel Bir Belge, Çeviren: Nilay Öztürk, Alakarga Yayınları, 2013.
Adam Sanat, Sayı: 227, Aralık 2004, “İlk Romanım”, Çev: Mustafa Şekerci
Joseph Conrad, Almayer’s Folly, Wordsworth Classics, 2011.
Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, Çev: Saadet Özen, Can Yayınları, Aralık 2013.
Görseller için kaynakça:
abebooks.com / gettyimages.com / pinterest

Yorum yap

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen adınızı buraya girin