Roman, modern çağın göndergeleri üzerine kuruludur. Gerek anlatım paktı ve düzeyi (dil seviyesi) gerekse izleksel imgelerinin ortaya koyduğu derin yapısı ve görüntü düzeyleri bakımından çağıyla sıkı bir ilişkisi vardır. Çağından alır ve çağına geri verir. Bunun için romanın oluşturduğu itibari âlemin dilini iyi okumak gerektiğine inanmaktayız.
Flaubert’in Madam Bovary (1856) romanı, “üçgen arzu nesnesinin” (Girard 2007: 23) işlevselliği itibarıyla romanın baş karakteri konumundaki Emma Bovary’nin gizli dili niteliğindedir. Roman boyunca duygu estetiğiyle göz estetiği arasındaki yolculuğunu sürdüren Emma, bütün arzularını tüketerek çağına tutunamaz.
Girard, Romantik Yalan ve Romansal Hakikat (Girard 2007: 254 s) isimli eserinde, romandaki olay örgüsünün şekillenmesinde özne, nesne ve dolayımlayıcı arasındaki ilişkiyi sevgi ve nefretin diyalektiğiyle açıklamaya çalışır. Girard, öznenin arzulamasının sebeplerini, mimetik arzunun yansıtıcısı olan dolayımlayıcıya duyduğu hayranlık ya da ressentiment, iktidarsız ve aciz nefret kavramlarıyla dile getirir. Hayranlık, öznenin dolayımlayıcıyı taklit etmesine yol açarken; nefret, nesneyi arzulayan öznenin üzerinde kışkırtıcı bir rol oynar. Hayranlık ve taklidin ön plana çıktığı yapıları, dışsal dolayım kavramıyla açıklarken; nefretin; kinin ve garazın oluşturduğu dramatik çatışmaları, içsel dolayım kavramıyla açıklar.
Kendi Parıltısında Yanmak
Flaubert’in, Madame Bovary romanında Emma, hayata romantik kitapların diliyle hazırlanan kapalı ve kilitli bir muhitin genç kız tipidir. İçerisinde bulunduğu ortam, onun hareket etme ve dışa açılma şansını ortadan kaldırmıştır. Bu sebeple Emma, bildiği her şeyi Don Kişot gibi okuma yöntemiyle öğrenmiştir. Romanın ilk elli sayfasında künyeleri sayılıp dökülen kitaplar romantizmin köşe taşlarıdır: Paul ve Virginie, Chateaubriand’ın Hıristiyanlığın Hikmeti, Walter Scott’un romanları v.b. Yazarın ifadesiyle: “Bu kitaplarda yalnız sevişmeler, kız-erkek sevgililer, ücra köşelerde işkence gören hanımlar, her konakta öldürülen seyisler, her sayfada çatlatılan atlar, gönül yaraları, yeminler, hıçkırıklarla gözyaşları, öpüşmeler, ay ışığında sandallar, korulardaki bülbüller, aslan gibi yiğit, kuzu gibi yumuşak, görülmedik biçimde erdemli, hep iyi giyinen, zırıl zırıl ağlayan beyefendiler anlatılıyordu.” (s. 47) Romantik duyarlığın biçimlendirdiği bu mekân algısında duygusal özelliklerin ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Mekân tipolojisi egzotik eşya düzeniyle kurulmuştur. Bu mekân, Emma’nın okuma notları sayesinde bilinçaltında şekillenen istem ve tasarım dünyasıdır ve bütün referanslarını kitaplardan alan itibari bir dünyadır.
Bu döneminde Emma’nın arzularını şekillendirmek için yapılan birkaç hamle, onun romantik ruhunun arzularını dindirmez. Çünkü o, dış hayatın kalabalıklarına karışarak kozasından çıkmak istemektedir. Rahibelik, onun hayranlık duyduğu ya da nefret ettiği bir şey değildir. Kocası konumundaki Charles Bovary de onun ruhu üzerinde çalışabilecek bir yaratılışa sahip değildir. Romanın ilk elli sayfasında tasvir edilen Charles Bovary, Emma gibi romantik coşumcu bir karakterin arzularına cevap veremeyecek “kaba-saba”, “zavallı”, “sessiz, çirkinliği de tıpkı aptal bir adamın yüzündeki türden bir ifade derinliği taşımaktadır.” (s. 12-13) Ders öğretmeninin yirmi kez yazmak için verdiği “ridiculus sum- (ben gülüncüm)” ibaresi, Charles Bovary’nin genel görüntüsünün bir özetidir. Charles, roman boyunca Emma’nın ulaşmak istediği soylunun karşısındaki basit ve komik bir figürdür. Bunun için anlatımında parodiye has bir dil kullanılmıştır. Charles’ın anlatımında estetik unsurların kullanılmaması düşündürücüdür. Onun hiçbir soylu tarafı yoktur. Sıradanlık, basitlik ve aleladelik en önemli vasıflarıdır. O, bir bakıma günlük hayatın kendisi; bir bakıma da Emma Bovary’nin aşmak istediği tek düze hayatın temsilcisidir. “Charles’ın sohbeti tıpkı bir kaldırım gibi dümdüz, yavandı. Bu kaldırımda ise, herkesin ağzına sakız ettiği birtakım düşünceler, insanda coşku, gülme ya da düş kurma isteği uyandırmaksızın bayağı kılıklarıyla geçip gidiyordu.” (s. 51) Bunun için roman süresince Emma’nın bütün öfkesi Charles’a yöneliktir. Charles Bovary, romanın başlangıcında kendi ipekten kozasında (Bertaux çiftliği) uyuyan Emma Bovary’nin kozadan çıkmasına yardımcı olur. Köy ve kasaba hayatının temsilcisi olarak gördüğü Charles’ın vadettiği hayat, Emma’ya yetmez ve roman süresince onun yaşama biçimini reddeder.
Yapay Bir Güneşi Olan Dolayımlayıcıdan İnen Işın
Romanın mekân tipolojisiyle Emma’nın, duygu-düşünce tabakalaşması ve hareket tarzı arasında bir koşutluk vardır. Romandaki mekânsal dizilim çok katlı bir pastayı ve piramidi andırmaktadır. Emma, piramidin zirvesine çıkma isteğiyle yanıp tutuşur. (Bourneur-Quellet:95) Onun arzusunun nesnesi soylu ve zengin bir hayatı yaşamaktır. Bulunduğu Bertaux çiftliği, Charles’la evlendikten sonra taşındıkları Tostes ve Yonwille kasabaları Emma’nın duygu dünyasında hafif kıpırtılara ve değişimlere yol açmalarına rağmen; ona, içinin istediği hareketli hayat tarzını veremezler. Onun dolayımlayıcısı aklına geldikçe büyük bir hayranlıkla andığı Paris şehri ve onun şahsında yaşanılan hayat tarzıdır:
“Emma Tostes’taydı, Vikont ise şimdi Paris’te bulunuyordu, evet oradaydı! Bu Paris, nasıl yerdi acaba? Ne büyük bir addı bu. Emma, sırf zevk duymuş olmak için bu adı kendi kendine alçak sesle yineliyordu. Paris kentinin bir planını satın aldı, parmağının ucunu haritanın üzerinde dolaştırarak, başkentte gezintiler yaptı. Bulvarlardan ilerliyor, her köşede, sokakların çizgileri arasında, evleri gösteren beyaz dörtgenlerin önünde duruyordu. Böylece okyanustan daha büyük geniş olan Paris, Emma’nın gözleri önünde kırmızı bir hava içinde parıldıyordu.” (s.69-70)
Üçgenin bir ucunda Emma Bovary diğer ucunda ise onun hayranlık duyduğu ve mumların ışığında edebiyat adamlarından, aktrislerden oluşan renkli ve kalabalık hayatıyla krallar kadar eli açık, erişilmez ülküler peşinde koşan, öteki insanların üstünde, yerle gök arasında yüce bir hayat yaşayan (s.71) insan kadrosuyla Paris şehri ve onun şahsında anlatım bulan renkli ve ışıklı bir hayat tarzı vardır. Özne konumundaki Emma, roman süresince hayranlık duyduğu dolayımlayıcısı konumundaki Paris’e ait hayat tarzını arzulayarak taklit etmeye çalışır. Mekândan mekâna geçişinin, sürekli yer değiştirme dileğinde bulunuşunun ve mutlu olamayışının asıl sebebi arzuladığı mekâna ve onun şahsındaki hayat tarzına bir türlü ulaşamamasıdır. Paris’e ulaşmak Emma ile Kırmızı ve Siyah ’ın Julien Sorel’i için bir sosyal statü değişikliğidir. Emma Bovary için her mekân değişikliği dolayımlayıcı konumundaki Paris okyanusuna ulaşmak için atılmış yeni bir adımdır. Roman süresince dur-durak bilmeyen yürüyüşünün özünde bu arzusu yatmaktadır. Kasabaların biteviye ve tekdüze ilişkileri onun kendinden çıkma istemlerine cevap vermez. Karasevda niteliğine bürünen yer değiştirme dileğine karşın, mevcut sosyal ortamın temsilcileri niteliğindeki güçler tarafından bedensel ve ruhsal bütünleşmesine karşı sürekli bir saldırı söz konusudur. Bunun için bir türlü büyüyemez. Romandaki sosyal ortam, parazit bir ortamdır. Orada insan tekinin duyarlığına yer yoktur. Böylesine zehirleyici bir sosyal ortamda yaşamak için yeterince bağışıklık sistemine sahip olamayan Emma’yı ölümden ötesi kurtaramaz. İnsan olmanın çelişkileri içerisinde aklından çok duygularıyla hareket eden Emma, insan elinin bozduğu böylesine kusurlu bir ortamda büyük bir düşüşü yaşar. Ağ, onu elemiştir. Rutinleşen köy ve kasaba hayatı Emma için cazibesini yitirmiş ve yorgun düşmüş bir dildir. Onun tutku dolu ve arzulayan ruhuna kentin sığ suları şifa vericidir. Modern roman, yeni bir dil yaratma yetisi olduğuna göre Emma’nın kullandığı romantik dil, yorgun düşmüş bir dildir. Bunun için Paris’in yoğun insani ilişkileri üzerine kurulu çok dilli ve çok yüzlü iletişim ortamına Emma’nın ayak uydurabilmesi mümkün değildir. Emma’nın Paris’e giden her yolu ve her mekânı tüketmesi bu yüzdendir.
Emma, dolayımlayıcısıyla roman boyunca iki kez karşı karşıya gelir. Bunlardan birincisi Vaubyessard kontunun davetiyle gittiği şatoda dans ettiği Vikont, ikincisi ise; Rouen şehrinde Charles’la birlikte gittiği operada rolünü bütün şiirselliğiyle oynayan genç sanatkârdır. Operanın bitimine yakın Emma’nın dolayımlayıcısıyla bütünleşme arzusu dayanılmaz bir hal alır. Charles’tan ve onun şahsında yaşadığı bu sıkıcı hayattan kaçıp kur- tulma dileği had safhaya ulaşır: “Birdenbire içini delice bir duygu doldurdu; şimdi de kendisine bakıyordu o, muhakkaktı bu! Birdenbire, sanki aşk canlanmış da karşısına çıkıvermiş gibi, onun gücüne sığınmak üzere atılmak, ona: ‘kaçır beni al götür beni, gidelim hadi! Bütün ateşli duygularım, bütün düşlerim senindir!’ diye bağırmak için derin bir istek duydu.” (s. 246) Dışsal dolayım evreninde her arzu, dolayımlayıcıyı hedef alır ve onun gibi olmak ister.
Emma, idealindeki diğer romantik kadın kahramanlar gibi dolayımlayısıyla bir araya gelemez. Sadece “yüz yüze gelerek putunu seyretme şansını yakalar. (Girard 2008: 28) Dolayımlayıcının erişilmez kişiliği -Paris’e ulaşılmazlık- Emma’nın arzularını kışkırtarak bir bakıma dolayımlayıcının benzerleri gibi görünen; aslında Emma’nın ilerleyişine engel olan sistemin temsilcileri konumundaki Rodolphe ve Leon’u beyaz atlı prens konu muna yükseltir. Dolayımlayıcıyı erişilmez kılan uzaklık sürdükçe özne kıpırtısına devam eder ve dolayımlayıcının benzerlerine yönelir. Emma’nın romantik kişiliği, dolayımlayıcının yansıtıcısı konumundaki Rodolphe ve Leon tarafından istismar edilerek yıkılır. Aslında yıkılan romantik ve yanılsamacı Emma’nın düşleridir. Gerçeğe sırtını dönerek ve onu yanılsayarak sürekli yer değiştiren Emma, borç senetlerinin yüzüne fırlatılmasıyla birlikte hayatın gerçekleriyle karşı karşıya kalır.
Romantik kölelik, Emma’nın efendi konumuna koyduğu Paris’in havasını solumuş Rodolphe ve Leon tarafından aldatılmasına yol açmıştır. Taklitçi Emma, körü kürüne hayranlığının kurbanı olur. On dokuzuncu yüzyıl Amadis’in ve Don Kişot’un dünyadan ellerini ve ayaklarını çektikleri “burjuva trajedisidir” (Kantarcıoğlu 2004. 152). Gerçeğin çok dilli ve çok yüzlü olmaya başladığı bu kuşku çağında romantik Emma’nın tutunabilmesi mümkün müdür?
Körlük ve iç görü, romantik çağın iki önemli vasfıdır. Son kertede arseniği içerek intihar eden Emma’nın “kör!” diye bağırması bizi şaşırtmamalı. Modernliğin kapısını kör bıçakla açmaya çalışanlar, gerçeğin karşısında daha çok düş kırıklığına uğrar.
Bu makale, ROMAN KAHRAMANLARI Nisan/Haziran 2010 2. sayıda yayımlanmıştır.
Kaynakça:
Bourneur Roland-Ouellet Real (1989). Roman Dünyası ve Roman İncelemesi, Çev.: Hüseyin Gümüş, Kültür Bakanlığı Yayınları.
Flaubert, Gustave (1995). Madam Bovary, Çev.: Sâmih Tiryakioğlu, Dünya Klasikleri, İstanbul.
Girard, Rene (2007). Romantik Yalan ve Romansal Hakikat, Çev.: Arzu Etensel İldem, Metis Yayıları, İstanbul.
Kantarcıoğlu Sevim (2004). Türk ve Dünya Romanlarında Modernizm, Akçağ Yayınları, Ankara.